Bir iddianın (ya da suçlamanın) zihinlere işlenmesi ancak o iddianın ya da suçlamanın sloganlaştırılmış varyantlarının tekrarıyla mümkün olur.
Ülkelerini otoriter tarzda yönetmek isteyen iktidar sahipleri bunu bilir ve bu nedenle hepsi belirli iddiaları ve suçlamaları tekrar tekrar dillendirmeyi bir refleks haline getirir. Bir iddiayı ya da suçlamayı en etkili biçimde hayata geçirmenin birinci koşulu onları durmaksızın tekrar etmekse, ikinci koşulu bunları somut kişiler üzerinden dile getirmektir. Otoriter iktidarlar bunu da bilir.
Her dönemin sembol suçlama ve dışlama sözcükleri vardır. Bir zamanlar “komünist” kelimesi böyleydi, çok uzun bir zamandır onun yerini “terörist” ya da “terör destekçiliği” almış durumda; fakat bu sözcük hiçbir zaman son beş yılda olduğu kadar istismar edilmemişti. Sözcüğün iktidar sözcülerinin ağzına bu kadar yapışması boşuna değil; buradan bir tehlike algısı yaratmak ve o algı etrafında bir konsolidasyon yaratmak istiyorlar.
Günümüzde bütün popülist-otoriter iktidarların istismar etmeye karar verdikleri bir iddiayı-suçlamayı nasıl bıkmadan usanmadan tekrar ettiklerini biliyoruz. İddianın-suçlamanın doğru olması da gerekmez. Zaten ‘doğru’nun sürekli tekrarı gerekmez; tekrar, bir yalanı doğruymuş algısı yaratabilmek için gereklidir. Bu anlamda şöyle de diyebiliriz: Bir iddia-suçlama ne kadar çok tekrar edilirse onun yalan olma ihtimali de o kadar yüksektir.
Otoriter iktidarlar bunları bilir fakat ‘kitle ruhu’ bilmez. Goebbels’in zamanında dediği gibidir bu ilişki:
“Propaganda esnasında yalan söyleyin, inananlar olacaktır. Şayet başarısız olduysanız devam edin. Elbet birileri inanacaktır. Bu yalanlar halkı bilinçlendirmeye, düşmanları sindirmeye yarayacaktır. Ayrıca bir şeyi tekrarladığınız sürece insanların ona inanma oranı da artar.”
Fakat nereye kadar? Bunun bir sınırı yok mu? Yalanın tekrarının iktidarlara marjinal faydasının azaldığı, durduğu, hatta bir noktada faydadan çok zarara yol açtığı değişim anları yok mudur? Vardır.
Tekrarın bir iddiayı-suçlamayı zihinlere yerleştirmede işlevsel, hatta ona kitlesellik kazandırmada kaçınılmaz olduğu doğrudur, fakat bir noktaya kadar; o sınıra gelip de doz aşıldığında, tekrar, iddiayı güçlendirmekten çok zayıflatma yönünde rol oynar.
Yalanın biteviye tekrarı: Tuzaklarla dolu bir süreç
Tekrar, tekrarı bir silah olarak kullanan popülist-otoriter iktidarlar açısından tuzaklarla dolu bir süreçtir.
Birincisi: Bu yola bir kez girildikten sonra dönüş hiç kolay olmaz. Çünkü tekrarın her dile getirilişinde iktidar kendisini o iddiaya-suçlamaya daha çok bağlar ve bir noktada önce tekrarın sayısını azaltmak, ardından da iddiadan-suçlamadan tümüyle vazgeçmek, inandırıcılığa büyük bir darbe indirir.
İkincisi: İktidarlar, bir durumda başvurdukları iddiayı-suçlamayı benzer durumlar için de tekrar etmek zorundadır, aksi takdirde kendi içlerinde çelişirler ve bu da iddiayı zayıflatan bir rol oynar.
Üçüncüsü: Tekrar, her zaman olduğu gibi bir süre sonra reflekse dönüşür ve bu da iktidar sahiplerinin belki biraz düşünseler öne sürmeyecekleri, sonradan pişman olacakları bir iddiaları-suçlamaları adeta irade dışı bir biçimde ‘kusmaları’na yol açar.
Dördüncüsü: İktidarın merkezinden çeperlerine doğru gidildikçe, iktidar merkezinin -bile- onaylamayacağı, uzun vadede aleyhe işleyeceğini düşündüğü refleksif tepkiler daha da yoğunlaşır ve süflileşir. Büyük güçlük şuradadır ki, imam şey’ettiğinde cemaatin daha da şey’etmesi makul karşılandığı için, iktidar merkezi bunları da -kerhen de olsa- sahiplenmek zorunda kalır.
İşte bütün bu nedenlerle ya girilen yoldan geri dönülemez ya da iktidar işin büyüsüne kendisini öylesine kaptırmıştır ki, yalanın tekrarının artık zarar verdiğini göremez bir hale gelmiştir.
Tekrarın bumerang etkisi: İstanbul seçimleri
Bunun en güzel (ve ders almaya niyeti olan için en eğitici) örneğini 2019 Mart’ında yapılan, AK Parti’nin itirazı üzerine 2019 Haziran’ında yenilenen İstanbul seçimlerinde gördük.
AK Parti başından beri İstanbul ve Ankara belediye başkan adaylarının gerçekte hiçbir karşılığı olmayan “Pontusçuluğunun”, “rüşvetçiliğinin” tekrarına dayanan bir propaganda yürüttü. Bunların gerçek olmadığını iktidar merkezi elbette biliyordu, fakat “tekrar edersek sonunda inandırırız” temel düsturu burada da devreye girdi ve propagandaya yol verildi. Sonuç malum.
Peki, AK Parti kurmayları bu tecrübeye rağmen bundan sonraki seçimlerde de “gerçek olmayan iddialar durmaksızın tekrar edilirse gerçek haline gelir” düsturuyla hareket eder mi?
Teorik olarak iki ihtimal var: Eder ve etmez. Fakat iktidarın pratik davranış kodları bu işten vazgeçmeyeceğini, vazgeçemeyeceğini gösteriyor.
Boğaziçili öğrencilere dahi…
Ki bu davranış kodları ona, geri tepme ihtimali yüksek olduğunu bile bile Boğaziçili öğrencilere dahi neler neler dedirtti… Hatırlayalım:
Kapıyı 2 Şubat’ta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu açtı: “Boğaziçi protestolarında gözaltına alınanların 79’u terör örgütü üyesi…” Onu ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan (“Siz öğrenci misiniz terörist mi?”) ve iktidar ortağı Devlet Bahçeli (Sırtlarını ajanlara, zalimlere ve karanlık çevrelere dayamış olanlar evlat değil başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır”) izledi.
Fakat bu beyanların hemen arkasından gelen ‘düzeltmeler’, iktidarın ‘ona terörist buna terörist’ ezberinin kullanım değerinin ve marjinal faydasının artık düşmeye başladığını iktidarın da görmüş olabileceğini gösteriyor.
Önce Bakan Soylu, 2 Şubat’ta HaberGlobal’de Candaş Tolga Işık’a açıkça “Gözaltına alınanların 79’u terör örgütü üyesi” demiş olmasına rağmen, 4 Şubat’ta ‘Terör örgütleriyle irtibatlı, iltisaklılar demek istedim” düzeltmesini yaptı.
Bir gün sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan Cuma namazı çıkışında dilini yumuşattı. Serbestiyet’teki haber haliyle:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma namazı çıkışında gazetecilere açıklamalarda bulundu. Erdoğan, ’öğrenci misiniz, terörist mi’ dediği Boğaziçilileri bu kez ayrı tuttu: ‘Öğrencilerimizle alakası yok.’”
Boğaziçili öğrencilere dahi ‘terörist’ damgasının vurulması karşısında ortaya çıkan, iktidarın tabanını da kapsayan tepki yelpazesinin genişliği şimdilik ‘o da terörist bu da terörist’ ezberinin ters teptiğini iktidara dahi göstermiş gibi görünüyor.
Bu ders derinleşir ve iktidar temelsiz suçlamaların biteviye tekrarının bir aşamada kendi aleyhine sonuçlar doğurmaya başlayabileceğinin farkına varabilir mi?
Teorik olarak mümkün. Bu kendisi için de ülke için de iyi olur. Fakat yapabilir mi? Bence yapamaz. Nedenlerini yukarıda dört maddede özetlemiştim.