Ana SayfaManşetÖmer Faruk Gergerlioğlu’nun asıl suçu

Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun asıl suçu

Hak savunuculuğunda kendine benzemeyenin (de) hakkını savunma eşiğini aşabilenlerin parmakla gösterildiği bir ülkede o bambaşka bir mertebeye ulaştı: Kendine benzemeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusunun, kendine benzeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusundan bile fazla olma mertebesi… Gergerlioğlu’nun asıl suçu, şimdi iktidarda olan eski arkadaşlarının önüne koyduğu bu ölçünün yarattığı tahammülfersâ rahatsızlık duygusu.

Üç yıl önceki Ömer Faruk Gergerlioğlu yazısı için sunuş:

Bundan tam üç yıl önce, 21 Şubat 2018’de bir mahkeme, tıp doktoru ve insan hakları savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu’na “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Gergerlioğlu bu suçu, içinde bir PKK açıklamasının geçtiği bir habere link vermek suretiyle işlemişti. Mahkemeye göre, sanık böylece “açıklamayı sahiplenmiş” ve dolayısıyla da “örgüt propagandası” yapmış oluyordu.

Üç yıl önce mahkemenin kararını ilk duyduğumda, kararın ondan bir hafta sonra, tam olarak 28 Şubat 2018’de açıklanmasının daha ‘anlamlı’ olacağını düşündüğümü hatırlıyorum; bu, 28 Şubatçılıkla mücadele ede ede iktidara gelenlerin, yıllar içinde nasıl bir değişim geçirdiklerine dair mükemmel bir sembolik işaret olurdu… Çünkü hakkında hüküm verilen kişi, 28 Şubatçılıkla mücadele çizgisinin en sembol isimlerinden biriydi ve bir zamanlar birlikte mücadele ettikleri arkadaşlarının iktidarı şimdi ona bunu reva görüyordu.

Bu zalim çelişkinin nedeni, hak ve özgürlükler konusunda Ömer Faruk Gergerlioğlu ile onun iktidardaki eski arkadaşlarının taban tabana zıt pozisyonları işgal etmeleriydi: Gergerlioğlu, hak savunuculuğunda ‘özne’ye değil ‘fiil’e odaklanan bir insandı; ortada bir haksızlık varsa, kime yapıldığına bakmaksızın karşı çıkma terbiyesine sahipti. Fakat o bunu da aşmış, bambaşka bir mertebeye ulaşmıştı: Kendine benzemeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusunun, kendine benzeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusundan bile fazla olma mertebesine…

Buna karşılık Gergerlioğlu’nun eski arkadaşları, iktidar koltuğunda bu imtihandan çakmışlardı. Gergerlioğlu onlara öyle bir ayna tutuyordu ki, ona bakan eski arkadaşları o aynayı parçalamak için dizginlenemez bir arzu duyuyordu.

Gergerlioğlu’nun asıl suçu buydu bence; onu cezalandırma iştahının böylesine yüksek olmasının asıl nedeni buydu.

İşte bu duygularla, Ömer Faruk Gergerlioğlu’na hapis cezasının verilmesinden bir hafta sonra, 28 Şubat’ın yıldönümünde (28 Şubat 2018’de), onun ‘özne’ye göre değişmeyen hak ve özgürlük mücadelesini anlatan bir yazı kaleme almıştım. Üç yıl önce yine bu sayfalarda yayımlanan ‘28 Şubat ve Gergerlioğlu gibi olabilmek’ başlıklı o yazıyı bir kez daha okumanızı istedim…

***

Kurt Vonnegut, ‘Epizootik’ adlı öyküsünde, kendisinden sonra sigortanın ailesine ödeyeceği serveti düşünerek intihar eden Amerikalı aile babalarının dûçar olduğu kurmaca bir hastalığı (epizootik) anlatır. Vonnegut, öyküde tabii ki abarttığı karakterlerin gerçek hayattaki karşılığını, sonlara doğru kahramanlarından biri aracılığıyla şöyle tasvir eder: Hayatın amacının kendi ailelerini gitgide daha çok zengin etmek olduğunu düşünen, aksi takdirde o hayatı yaşamaya değmeyeceğine inanan zeki ve parlak Amerikalı erkekler…

Şimdi öyküyü bir yana koyup gerçek hayattaki bu orta sınıf Amerikalı aile babaları üzerine odaklanalım…

Eşini ve çocuklarını her yıl lüks tatillere götürebilmek, çocuklarını hiçbir zaman devlet okuluna gitmek mecburiyetinde bırakmamak, onları at binmek, yelkenliyle gezmek, golf kulübüne gitmek gibi zevklerinden mahrum etmemek için ölümüne çalışan bu aile babalarının fedakârlıkları hangi soydan bir fedakârlıktır?

Başkalarının zararına ‘iyilik’ kurmak

Vonnegut, okuru bu soruyla yüzyüze bırakmadan önce, o aile babalarının kendi aileleri ‘iyi’ olsun diye başkalarına yapabilecekleri kötülükler hakkında da bilgilendirir; ki böylece, bu aile babalarının fedakârlıklarının o kadar da yüceltilecek bir şey olmadığını ima eder.

Öykünün dersini şöyle de özetleyebiliriz: Kendi yakınlarının iyiliğini düşünen ve o uğurda fedakârca bir hayat süren birinin davranışı takdire şâyandır, fakat bu amaç uğruna başkalarının iyiliğini hiçe sayan biri için aynı şey söylenemez.

Vonnegut ‘iyilik’ gibi ‘yüce’ bir değerin şarta bağlı, göreli, bölünebilir ya da kısmen geçerli olamayacağını anlatıyor bu öyküsünde; bu değerler çapaksız olmalıdır, aksi takdirde onlara atfettiğimiz özellikleri taşıyamazlar.

‘İyilik’ için geçerli olan şey, en azından retorikte hepimizin ortaklaşa onayladığımız adalet, özgürlük, hakbilirlik gibi başka ‘yüce’ değerler için de geçerlidir.

Bazıları için geçerli olan ama bazıları için olmayan, bazen geçerli olan ama bazen olmayan, şu koşullarda geçerli olan ama bu koşullarda olmayan adalet ve özgürlük kavramları, onlara atfettiğimiz özellikleri taşıyabilir mi?

28 Şubat mazlumlarının bugünkü hali

Türkiye, ne yazık ki bu kavramların sadece onlara ihtiyaç duyanlar tarafından dile getirildiği bir ülke… Daha fenası, adalet ve özgürlüğe ihtiyaç duyanların, gücü ele geçirdikten sonra onları tümüyle unutması ve zalimleşmesi… Türkiye, bu anlamda bir ‘nöbetleşe zorbalık’ ülkesi…

Dün itibariyle 28 Şubat adlı zorbalık dönemini başlatan ilk hamlenin üzerinden tam 21 yıl geçmiş bulunuyor. Peki, bugünü de etkileyen bir kötülük olan 28 Şubat’ın zulmüne maruz kalanlar, kötülükte 28 Şubat’ı kat kat geçen bugünkü adaletsizlikler, keyfilikler ve kötülükler karşısında ne yapıyorlar?

28 Şubat’çılara karşı verilen hak ve adalet mücadelesinin başta gelen neferlerinden biri olan Ömer Faruk Gergerlioğlu şöyle anlatıyor onların halini:

“28 Şubat’ın 21. yıldönümünde büyük hayal kırıklığı içindeyim. Dün beraber ağladığımız arkadaşlarımız bugün zalim. Dün beraber dayak yediğimiz arkadaşlarımız bugün mazlumlara dayak atıyor. Çok duyarsızlar, çok hissizler, çok zalimler. Büyük imtihanı kaybettiklerinin farkında değiller. İktidar sofrasındalar ve  “parazit” diye niteledikleri sesleri değersizleştirmeye çalışanı da var. Ona verilen görevle köşesinden cellatlık yapan yazarı da var, dalkavuklukta inanılmaz basamaklar atlayanı da var. Beraber erdemli işler yaptığımız nice yazar bugün katledilen değerleri görmezden gelme şampiyonu. Kaybettiler, kaybettiler büyük imtihanı. Nedir mi o imtihan? Zalimin ve mazlumun kimliğini sormamak imtihanıydı o imtihan. ‘Zulüm bizdense ben bizden değilim’ diyen Rachel Corrie gibi efsanevi bir genç hanımı örnek aldıklarını söyleyenler, imtihan edildiklerinde kaybediyorlardı bu değerli imtihanı. Onlar için artık muktedirin yaptığını tevil etme yarışı var. Görmezden gelme, hissetmeme, hissetse bile zalimce duygularla alay etme tercih ediliyor artık.” (28 Şubat’ın 21. yılında roller değişti, Artı Gerçek, 26 Şubat).

Mazluma kimlik sorulmaz

Ömer Faruk Gergerlioğlu, hak ve adalet arayışına hiçbir dönemde hiçbir çapak bulaştırmamış o nadir insanlardan biri… Kendi deyişiyle ‘dün beraber dayak yediği fakat bugün mazlumlara dayak atan’ arkadaşlarının anti tezi olarak duruyor karşımızda.

Bu 28 Şubat’ta, sayıları çok olsa da dönemin bugün zalimleşen mağdurları yerine, sayıları az olsa da bugün zalimleşmeyi reddeden mağdurlarını anmanın daha ümitli bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de hepsini temsilen Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu, yukarıda zikrettiğim yazısını yayımladıktan bir hafta kadar önce sosyal medya paylaşımları nedeniyle 2 yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Geçtiğimiz yıl da kamudaki doktorluk görevinden uzaklaştırılmıştı.

Hatırladığım kadarıyla benim dikkatimi ilk kez 2000’li yılların ilk yarısına damga vuran misyonerliğe karşı kampanya sırasında verdiği bir demeçle çekmişti. Gergerlioğlu, şimdi dönüp yeniden okuduğum demecinde (2004), İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Mazlumder) Kocaeli Şube Başkanı olarak İzmit’te bir Protestan kilisesini taşlayanları protesto ediyordu. Gergerlioğlu, “Protestan Kilisesi’nin taşlanması, din ve vicdan özgürlüğüne saldırıdır” diyor, bunun İslam inancıyla da bağdaşamayacağını söylüyordu:

“Müslüman insanların İslamın emrettiği hususları yaşaması için gayret sarf etmesi din ve vicdan özgürlüğünün bir gerekliliğidir. Aynı Müslümanların Hıristiyanlığa da aynı anlayışla yaklaşarak dinlerini yaşaması için yardımcı olması, din ve vicdan özgürlüğünün sonucudur.

“Bu saldırıları şiddetle kınıyoruz. Bırakınız herkes dininin, ideolojisinin tebliğini özgürce yapsın. Herkes bilir ki, fikirlerin çarpışmasından, hakikatın ışığı ortaya çıkar. Diliyoruz ki, doğrunun aydınlığı, yanlışın yalancılığını, zorbalığın gücünü kırsın.”

Gergerlioğlu, insan hakları savunuculuğuna başlarken kendi kendine “Zalimin ve mazlumun kimliğine bakmama” sözü verdiğini söylüyor. Ben şahsen onu tanıdığımdan beri yazdığı hemen hemen her şeyi okumuş, hangi olay karşısında hangi tepkiyi verdiğini bilen biri olarak şahidim ki, bu sözünden dolayı kendisini utandıracak hiçbir şey yazmadı, hiçbir şey yapmadı.

Gergerlioğlu’nun yıllardır yazdığı ve yaptığı her şeyi yayımladığı bir sitesi var. Orayı ziyaret ederseniz, 28 Şubat’ın mağdurlarının, gücü ellerine geçirdiklerinde nasıl birini işsiz bırakıp hapis cezasına çarptırdıklarını daha iyi anlayabilirsiniz.

http://www.omerfarukgergerlioglu.com/
- Advertisment -