Kendisine Şahların Şahı (Şehinşahi) ünvanı veren İran Şahı Rıza Pehlevi, İslamcılar ve Sosyalistler ittifakının öncülüğünde örgütlenen kitlesel gösteriler sonucu 1 Şubat 1979’da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 10 Şubat’a kadar, İran’da yaşanan halk devrimi ile binlerce yıllık Şah rejimi sonu bulmuştu.
1960 Meşhed doğumlu İbrahim Reisu’l Sâdâtî, devrim sürecinde 19 yaşında ateşli bir Humeyni yanlısıydı. Şii toplumu için büyük önem arzeden Seyyid soyundan geldiği için, Meşhed ve Kum’daki Şii medreselerinde özel eğitim almıştı.
Eğitim sürecinde, Humeynî’nin ideologu olarak tanınan Ayetullah Murtaza Mutahharî’nin öğrenciliğini yaptı.
Özellikle Ebu’l-Kâsım Haz’ali, Hüseyin Nuri Hemedânî, Ali Mişkinî ve Murtaza Pesendîde gibi dönemin Şii otoritelerinin de dizinin dibindeydi. Hem seyyid hem ideolojik olarak Humeynici bir aktivist olarak yetişen Reisi’nin şu anki rejim lideri Hamaney ile yolları, bu dönemde birleşti. Öyle ki, 20’li yaşlarındaki Reisi, Hamaney’in sağ kolu gibiydi.
1979-1981 yılları arasında Şah’tan kurtulan devrimciler kendi iç savaşlarına tutuşmuşlar; Marksist örgütler, liberaller, liberal-sol çizgideki İslamcılar, muhafazakar Şii İslamcılar, İran milliyetçileri, Kürt grupları ve daha bir çok irili ufaklı grup, Şah sonrası kurulacak yeni düzende etkin olabilmek için şiddet dahil birçok yönteme başvurmuşlardı. Mutahhari gibi çok önemli isimler bu çatışmada sosyalistler tarafından öldürüldü. Ancak bu çatışmadan İslamcılar galip çıktı.
İşte bu noktada genç devrimci Reisi, 1981’de 21 yaşında Tahran yakınlarındaki Kerec şehrinin savcılığına atandı; aynı dönemde 300 km ötedeki Hemedan şehri savcılığına da atandı ve iki görevi birlikte yürüttü.
1982’ye gelindiğinde 100 binden fazla muhalif hapishanelere gönderilmişti.
Reisi ve beraberindeki bir çok “genç savcı” elbette hukuk eğitimi almamışlardı ve konuya vakıf da değillerdi. Zaten devrim zamanlarında buna gerek de yoktu. Sadece “karşı taraftan” diye yüzbinlerce insanın tutuklanmasını emreden Reisi, 1985’te Tahran Devrim Savcı Yardımcısı oldu; 1988’de ise İmam Humeyni tarafından Kürt gruplarının egemen olduğu Lorestan, Semnan ve Kirmanşah’taki isyana katılanların dosyalarına bakmakla görevlendirildi. 1988’e gelindiğinde Reisi rejimin celladına dönüşecekti.
Humeyni, hapishanelerde bulunan 100 binin üzerindeki solcu siyasi mahkumun infazına karar verdiğinde, bu emri uygulamak için dört kişilik bir komite kurulmuş, komitenin içerisinde Murtaza İşraki, Hüseyin Ali Niri ve Mustafa Pûr-Muhammedi’nin yanısıra Reisi de yer almıştı.
Halkın Mücahidleri Örgütü, Fedâiyân-ı Halk ve Tudeh Partisi gibi sol/sosyalist örgüt ve parti mensubu 30 bin mahkum, herhangi bir savunma yapmalarına izin verilmeden, bir gece ansızın toplu olarak idam edildi. 22 Eylül 1980 – 20 Ağustos 1988 arasında yaşanan İran-Irak Savaşının da, yeni kurulan rejimin davranışlarına etkisi büyük olacaktı. Savaşın bitmesinden birkaç ay sonra cezaevlerindeki muhaliflere yönelik bu “temizlik operasyonu,” İran siyasetinde ve toplumunda derin bir travma yarattı.
En büyük etki, kuşkusuz İslamcılar arasında bu toplu katliamın tartışılması oldu. Humeynî’nin vekili konumundaki ve Humeynî sonrası rejimin lideri olacak olan Ayetullahuzma Hüseyin Ali Muntazerî, yargısız infazlara karşı çıktı. Humeynî’yi etkileyen ve bu kararı aldıran kişinin Hamaney olduğu, iddialar arasında. Nitekim bu tartışma Muntazerî’nin konumunu kaybetmesine ve Humeynî sonrası Hamaney’in rejimin lideri olmasıyla sonuçlandı.
Hamaney’in sağ kolu Reisi de onunla birlikte yükselerek 1990-1995 yıllarında Tahran Cumhuriyet Başsavcılığı görevine atandı.
Ardından Genel Teftiş Örgütü’ne başkanlık etti ve 2004’den 2014 yılına kadar on yıl boyunca başyargıç yardımcısı olarak görev yaptı.
Reisi’nin bu dönemdeki rolü, kuşkusuz reformist Yeşil Hareket’e yönelik 2009’daki devlet şiddetini yönetmekti.
Yeşil Hareket, Muntazerî’nin manevi önderliğini yaptığı sol-liberal çizgideki İslamcıların yönetiminde olsa da, toplumdaki diğer siyasi kesimlerin de kendilerini ifade edebilecekleri bir platforma dönüşmüştü. Reisi, 2009’da başlayan ve 2011’e kadar süren kitlesel protestoları bastıran “devlet aklının” merkezinde yer alan birkaç isimden biri. Güvenlik güçleri, çoğunun başına nişan alarak en az 78 kişiyi öldürdü. Birçoğu gençlerden oluşan protestocular arasında öldürülen Neda Agha Sultan adlı genç kız, olayların simgesi haline geldi.
2016 yılında ise Reisi, ülkenin en büyük hayır kurumunun başına getirilerek milyarlarca doların yönetiminden sorumlu oldu. 2019’da Reisi yargı erkinin başına getirildi. Aynı yıl İran, yakın tarihindeki en fazla sivil gösterici ölümüyle sarsılıyordu. Net rakamlar bilinememekle beraber, insan hakları örgütleri, kayıpların ve cenazelerin tespiti ile en az 1500 ölüm rapor ediyordu.
Hamaney rejiminin yargı ve siyasetteki en önemli uygulayıcılarının başında gelen Reisi’nin sertlik yanlısı stratejileri, özellikle 2009 seçimleri sonrası sivil protestocu ölümlerinde artışa yol açtı.
Yeşil Hareket’in kapatılıp reformistlerin sistem dışına itilmesi sonrası yarı-reformist sayılabilecek karma bir çizginin temsilcisi olan Hasan Ruhani’ye 2017 seçimlerinde rakip, İslam Devrimi Güçleri Halk Cephesi’nin adayı Reisi’ydi. %57 oy alan Ruhani, %38 oy alan Reisi’yi yenerek cumhurbaşkanı seçildi. Ruhani’nin dönemi rejimle muhalif halk kitlelerini barıştırma çabasıyla geçse de, Hamaney ve elitleri beklenen performansı göremeyince, düşük katılımlı bir seçim sonrası iktidar tümüyle ultra-muhafazakar Reisi’ye teslim edildi. 2021 seçimleri İran tarihinin en düşük katılım oranı olan %48 ile tarihe geçti.
Reisi: İçeride şahin, dışarıda şahinden de şahin
Reisi, Şam rejiminin Arap Birliği’ne katılarak İran’dan uzaklaşmasının önüne geçmek için, Beşşar Esad ile ilişkileri güçlendirmeyi savundu.
Şam rejiminin siviller üzerindeki baskısını arttırmasını teşvik etti; Suriye içerisinde İran resmi ideolojisi ve Şii mezhebinin yaygınlaştırılması projesinin de mimarlarından oldu.
Reisi, Cumhurbaşkanlığı döneminde de uluslararası insan hakları örgütleri ve Birleşmiş Milletler özel raportörleri tarafından insanlığa karşı suçlar işlemek itham edildi.
Reisi’nin İskoçya’daki 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansına katılması halinde insanlığa karşı suçlardan tutuklanması yönünde resmi bir talepte bulunulmuştu.
Neda Sultan’dan Mahsa Amini’ye
1988’den bu yana İbrahim Reisi’nin muhaliflerine yönelik yöntemi, “şiddet ile bastırmak” oldu. Böylesi bir iktidar döneminde, 2022’de Mahsa Amini’nin gözaltında ölümü yeni bir gençlik hareketinin doğmasına yol açtı. Reisi’nin verdiği talimatlarla (İran İnsan Hakları Örgütü’nün raporuna göre) 68’i çocuk 551 genç öldürüldü. 14 binden fazla kişi tutuklandı.
Mahsa Amini protestolarının ilk infazı, 8 Aralık 2022’de 23 yaşındaki Mohsen Shekari’nin (Muhsin Şekari) yolu kapattığı suçlamasıyla asılmasıyla gerçekleşti. İran İnsan Hakları Direktörü Mahmood Amiry-Moghaddam, Shekari’nin duruşmasını “herhangi bir yasal süreç olmaksızın gösteri duruşması” olarak nitelendirdi. 12 Aralık 2022’de İran, Majidreza Rahnavard adında ikinci bir protestocuyu alenen astı. 2023’e gelindiğinde 7 genç protestolara katıldıkları gerekçesiyle idam edilmişti.
Şahların Şahı’na karşı genç bir devrimci olarak başladığı siyasi yolculuğunu Şahinlerin Şahini olarak tamamlayan Reisi’nin ölümü, Tahran sokaklarında muhafazakarların gözyaşları, reformistlerin sevinç gösterileri ile karşılandı.
Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerde tatlı dağıtılıp sevinç gösterileri yapılırken Şam’da taziye çadırları kuruldu.
Hamaney’in askeri kolu Kasım Süleymani öldürüldüğünde yaşanan kutuplaşmanın benzeri, şimdi Devrim Rehberi’nin yargı-siyaset kolu öldüğünde yaşanıyor.