Ana SayfaANALİZLERRÖPORTAJ – ‘Açıklanan yaptırımın ilk adım olduğunu bilmemiz gerekiyor’

RÖPORTAJ – ‘Açıklanan yaptırımın ilk adım olduğunu bilmemiz gerekiyor’

ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı ‘hafif’ mi? Prof. Dr. Mustafa Aydın bu soruya ilk bakışta ‘evet’, daha derinlemesine yaklaşıldığında ‘hayır’ cevabını veriyor. Aydın, Çin’e yönelik yaptırımların da aynen böyle başladığını özellikle vurguluyor.

ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı ‘hafif’ olarak yorumlandı. Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir de yaptığı açıklamada, “’Türkiye’ye yaptırım’ cümlesi yerine ‘Türkiye’de bir kuruma ve dört kişiye yaptırım uygulandı’ cümlesini tercih ediyorum. Gerçek olan da bu” ifadelerini kullandı. Siz ise sosyal medya paylaşımlarınızda yaptırımın tehlikeli boyutlarına dikkat çektiniz ve “Neden herkes yaptırımın hafif olduğunu söylüyor?” diye sordunuz. Bunu biraz açabilir misiniz? ABD’nin bu yaptırımları ne anlama geliyor? Ne tür tehlikeler barındırıyor?

Biliyorsunuz, Trump yönetimi bu yaptırımları uzunca bir süre onaylamayıp bekletmişti. Yaklaşık bir buçuk yıldır gündemdeydi; Kongre’den geçmişti ama Trump onaylamamıştı. Şimdi ise yeni yönetime devretmeden önce Türkiye’ye müzahir, ‘daha hafif’ yaptırımları seçerek yayınlar mı diye bir tartışma vardı. Son birkaç haftadır Amerikan savunma bütçesinin Kongre’den geçmesi aşamasında bu konu tartışmaya açılmıştı. Çünkü Kongre bu sefer Başkanı uygulamaya zorlayacak bir terminoloji geliştirerek, yaptırımı bütçe yasasının içine koymuştu. Bu yasanın ilk oylamada Kongre’nin iki kanadından da üçte ikinin üzerinde oy alarak onaylanmış olması, Trump’ın yasayı bir nedenle geriye gönderirse aynı şekilde geçerek geleceği anlamına geliyordu. Yasa bu şekilde tekrar geldiğinde ise Trump’ın veto hakkı olmayacaktı. Bu noktada Trump kararı geciktirip yeni yönetime bırakabilirdi, ama her halükârda yaptırımın ABD yasaları çerçevesinde gelmesi artık kaçınılmazdı. Türkiye’de de, ‘yeni yönetime kalmasındansa, yaptırımların uygulanmasını istemeyen Trump tarafından en kolay, en basit beşi seçilsin’ diye bir tartışma başlamıştı.

Dolayısıyla yaptırımlar gelince pek çok kişi bu perspektiften baktı. Kongre’nin belirlediği 12 farklı yaptırım uygulaması vardı. Yasalar Başkana bunlardan beşini seçme yetkisi veriyor. Bu 12’den seçilen beşine baktığınızda, göreli olarak yaptırımların ‘hafif’ olduğunu söylemek mümkün. Çünkü Başkan isterse ülkenin ekonomik alt yapısını veya finansal bağlantılarını hedef alan bir yaptırım da seçebiliyor. Hattâ karar alıcıları da seçebiliyor yaptırım uygulamak için; fakat bunlar yapılmadı. Bunun yerine daha dar bir çerçevede, Savunma Sanayii Başkanı (SSB) sayın İsmail Demir’in de söylediği gibi, bir kurumu ve orada çalışanları hedef alan bir yaptırım grubu seçildi. Bu açıdan bakarsak göreli olarak hafif olduğu söylenebilir.

Fakat, iki farklı nedenle ben bunu hafife almamak gerektiğini söylüyorum. Bir tanesi, CAATSA yaptırımları çerçevesinde daha önce Çin’e uygulanan model… Çin’e uygulanan ilk yaptırım listesi de aynı böyleydi. Yani Türkiye’ye özel bir ‘hafif’ liste yok. Bu, Amerikan CAATSA sisteminde devletin seçtiği ilk uygulama modeli. Daha sonra Çin bunlara uymayınca veya ABD ile anlaşma sağlamayınca bu sefer yaptırımları bir adım daha sertleştirdiler. Dolayısıyla Amerikan sisteminin nasıl çalıştığını bilirsek, bunun ilk adım olduğunu da düşünmemiz ve bilmemiz gerekiyor. Hafif deyip önemsememek doğru olmaz.

İkincisine gelince; kişilere uygulanan yaptırımı ben bir kenara bırakıyorum. Onların çok ciddi bir sonuç doğurma ihtimali yok ülke açısından baktığımızda. Ama Savunma Sanayii Başkanlığı, Türkiye’nin tüm sanayi alımlarındaki ve diğer projelerindeki ana kurum. Bu kuruma yaptırım uygulanması, Türkiye’nin bundan sonra ABD ile savunma sanayii alanında iş birliği yapamayacağı anlamına geliyor. “Bu, çok önemli değil” demek hiçbir şekilde doğru değil. Çünkü Türkiye’nin savunma sanayii alanındaki ihracat ve ithalatına baktığımızda Amerika’nın önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Sadece sanayi üretimi, ihracatı, ithalâtı anlamında değil, Türk ordusunun ihtiyaçları bağlamında da bakmak gerekiyor bu duruma.

Zaten ABD Kongresi Ekim 2019’dan itibaren Türkiye’ye ilân edilmemiş bir ambargo uyguluyordu. Bunun etkisini iki yerde görebiliyoruz. İlki, Türkiye’nin Pakistan’a Atak helikopteri ihraç hazırlığında ortaya çıkıyor. Burada her şey hazır ama ABD’den bunun için lisans alınması gerekiyor, çünkü ABD parçaları ve motoru kullanılıyor; Kongre ise buna izin vermiyor. Bu lisansı bile vermiyorlar. Şu andaki CAATSA yaptırımlarında da yine yeni ihraç lisansları verilmeyeceğinden bahsediliyor. İkincisi, Türkiye sahip olduğu F-16’ların modernizasyonunu yapmak istiyor. Biliyorsunuz Türkiye daha önce F-35’lerin geliştirilmesinden çıkartılmıştı. Dolayısıyla F-16’ların modernizasyonu çok önemli. Kongre bunun için de lisans vermiyor.

İhraç lisanslarının yasaklanmış olmasının ve yenisinin verilmeyecek olmasının bir de şu boyutu var: Türkiye’de “farklı kurumları veya şirketleri devreye alarak bunun etrafından dolanmak mümkün mü?” tartışması da yapılıyor. Bu, tamamen hem ABD yönetiminin hem de Kongre’nin iyi niyetine ve buna göz yummalarına bağlı. Yani Türkiye, savunma sanayii alımlarını SSB üzerinden değil de mesela Millî Savunma Bakanlığı ya da başka bir kurum üzerinden yaparsa veya bir şirket üzerinden giderse, bu yaptırımların etkisini kaldırabilir diye düşünülüyor. Çünkü buna engel bir şey yazılmamış metne. Fakat bu yola girdiğinizde — Amerika’dan gizli yapmak zaten mümkün değil — buna yönetim tarafından göz yumulması ve yönetimin Kongre’yi de ikna etmesi gerekiyor. Çünkü esas izin mercii kongre. Eğer göz yummamaya karar verirlerse, o zaman bizim bulacağımız alternatif yöntemler üzerine de hızlıca yasaklar ve yaptırımlar gelecektir. Dolayısıyla etrafından dolanmak mümkün olmayabilir.

Bir başka zorluk, Türkiye’nin ABD yaptırımlarının etkisini azaltmak için alternatif tedarikçiler aramasında karşımıza çıkabilir. Türkiye bunları özellikle Avrupa’dan bulmaya çalışabilir. Fakat orada da iki sorun var. İlki, Avrupa’daki pek çok ülkenin de 2019’dan itibaren, yani aslında Suriye krizi kapsamında Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki operasyonundan sonra Türkiye’ye ilân edilmemiş bir silâh ambargosu uyguluyor olmaları. Bunu aşsak bile, bu sefer ABD’nin uyguladığı ambargoyu delmek için bir alternatif aradığımız bilindiği için, ABD o ülkelerle iş birliği yaparak yine bu çabalara engel olabilir. AB’nin son zirvesinde ABD ile ortak hareket etmeyle ilgili bir arayış olduğu zaten ilân edildi.

Dolayısıyla soruna kısa vâdede bir çözüm bulunmazsa — ki kısa vâdeden kastım, Biden yönetimi ile konuşulacak olan önümüzdeki 4-6 ay — bu durum Türkiye’nin savunma sanayiini ve onun üzerinden hem savunmasını hem ekonomisini etkilemeye başlayabilir.

Unutmamak gerekir ki bu alan bize gelir getiren bir alana da dönüşmüş durumda. Türk Silâhlı Kuvvetlerini de destekleyen bir alan. Geçmişte biz bunun örneğini 1975’teki ABD ambargosunda görmüştük. O dönemde Türkiye’ye yönelik ambargonun etkisini azaltabilmek için Almanya ile temasa geçilmişti. O yıllarda ABD yönetiminin de Almanya’nın devreye girmesine yönelik bir itirazı yoktu. Hattâ Libya gibi ülkelerden Türkiye mühimmat da almıştı. Ama bütün bunlar, 3 yıl süren ambargo boyunca Türkiye savunmasının zayıflamasına ve TSK’nın görev alanlarında zaafa düşmesine engel olamamıştı. Özellikle Yunanistan, Suriye ve Irak Türkiye’ye karşı silâhlanmada öne geçmişlerdi. Türkiye’nin o farkı kapatabilmesi 1980’li yılların sonunu, hattâ 1990’lı yılları bulmuştu. Dolayısıyla yaptırımlar uzarsa, bir yıla, iki yıla uzarsa veya dallanıp budaklanırsa, o zaman Türkiye için ciddi sorunlara neden olacaktır. Ben o yüzden bunun ciddiye alınması ve hafifsenmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Kararları imzalayan her ne kadar Trump olsa da, sizin de belirttiğiniz gibi bu kararları ABD’nin yeni başkanı Joe Biden uygulayacak. Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasının ardından ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımında nasıl bir değişim bekliyorsunuz?

Benim beklentim, ilk etapta Türkiye’yi de içine alacak bir istişare süreci başlatacakları yönünde. Çünkü yönetim iktidara geldiğinde beraberinde kendi ekibini getirecek. Bu ekibin görev yapmaya başlaması belli bir süre alır, ama şimdiden çalışmaya başladıklarını biliyoruz. Özellikle olası Savunma ve Dışişleri Bakanları şimdiden açıklandı. Onların altlarında çalışacak ekipleri de hızla belirliyorlar. Türkiye ile ilgili, daha önce Obama yönetiminde çalışmış olan ve Türkiye’yi yakından tanıyan insanların da göreve gelmesi bekleniyor. O nedenle göreve gelecek olan ekip, Türkiye’yi hiç bilmeyen bir ekip değil. Diğer ülkeler için de benzer bir süreç işleyecektir, fakat Türkiye ile ilişkileri çok sorunlu olduğu için, yeni yönetim hızlı bir değerlendirme çalışması yapacaktır. Ardından Türkiye hükümeti ile görüşmeler yapılacaktır. Zaten bunun başladığını duyuyoruz, biliyoruz. Basındaki açıklamalardan, Türkiye’den giden bir heyetin Biden’ın ekibi ile görüştüğünü biliyoruz. Türkiye’den de zaten en üst düzeyden, Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı nezdinden mesajlar geliyor. Kamuoyuna açık mesajlarında yeni yönetimle çalışmaya devam edebileceklerini ifade ediyorlar. 20 Ocak’ta görevi devraldıktan sonra Biden iktidarı ile hükümetin oturup görüşeceğini, o arada 2-3 aylık bir süre geçeceğini tahmin ediyorum.

O görüşmelerde tek konu S-400 alımı olmayacaktır. ABD’nin Türkiye’den şikâyetleri var ama Türkiye’nin de Amerika’dan ciddi bazı şikâyetleri ve rahatsızlıkları var. Bunların başında da Suriye’de YPG ile Amerika’nın ilişkisi geliyor. Bütün bunları masaya yatıran, pazarlık demeyeyim ama görüşme trafiği olacaktır. Türk-Amerikan ilişkilerini yeni bir çerçeveye oturtmaya çalışacaklardır. Bu sağlanırsa eğer ve gelecekle ilgili ortak bir vizyon oluşturulabilirse, yaptırımların kaldırılması da gündeme gelebilir.

Burada ABD’nin esas itirazı, Türkiye’nin S-400 alımı ile ilgili. Biliyoruz ki, bu konunun nasıl çözülebileceği konusunda Türkiye’nin daha önce ABD’ye birtakım önerileri oldu. Farklı yöntemler gündeme getirildi. Fakat Amerikalılar bugüne kadar bunların hiçbirini kabul etmediler. Yine de diplomasiye fırsat verilirse, muhtemelen daha farklı alternatif çözümler de bulunur. Burada bir tehlike, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun giderayak yaptığı açıklamada gizli. Pompeo, bundan sonra ilişkilerin düzeltilmesi için doğrudan “füzelerin sahipliği” üzerinden müzakere yapılması gerektiğini söyledi. Bu, şu ana kadar ABD yönetiminin savunmadığı bir konuydu. ABD şimdiye kadar füzelerin aktive edilmemesini istiyordu. Dolayısıyla bu tehlikeli bir nokta, ama bunun Pompeo’nun kendi pozisyonunu ifade ettiği de söylenebilir. Bunların yeni yönetimle en baştan konuşulması gerekecektir.

Prof. Dr. Mustafa Aydın Uluslararası İlişkiler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı ve Kadir Has Üniversitesi Öğretim üyesidir. Halen Euro-Mediterranean University (Slovenya) Senato Üyeliği ve World Council for Middle Eastern Studies Yönetim Kurulu üyeliği görevlerini sürdüren Prof Aydın, European Academy of Sciences and Art, European Leadership Network, Global Relations Forum, Turkish Atlantic Council, International Political Science Association ve International Studies Association üyesidir. Bugüne kadar yurt içi ve dışında çok sayıda üniversite ve araştırma merkezinde çalışmalar yürütmüş olan Aydın’ın Türk dış ve güvenlik politikaları, uluslararası güvenlik, uluslararası ilişkiler teorileri ile Karadeniz, Kafkaslar ve Orta Asya bölgeleri jeopolitik ve güvenliği üzerine yayınlanmış çok sayıda çalışması bulunmaktadır.

- Advertisment -