Millet İttifakı ve muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kaybetmesi ve Parlamentoda çoğunluğu sağlamaması bir başarısızlık mıdır? Muhalefetin başarısızlığında hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? Seçim sonrası muhalefetin nasıl şekilleneceğini ya da dizayn olacağını öngörüyorsunuz?
Ali Bulaç: Kılıçdaroğlu bir oyun kurmuştu: Bu oyuna göre muhalefet partileri tek bir çatı altında toplanıp iktidar mücadelesine katılacaklardı; irili ufaklı beş partiyi bir masa etrafında topladı. Genelde iktidar için koalisyon olurdu, bu sefer muhalefet koalisyon oluşturacaktı. Bunu başardı da. Siyaset biliminin bilinen kriterlerine göre AK Parti’nin seçimi kaybetmesi gerekirdi: Ekonomi, tek adam yönetimi, yolsuzluklar, yargının tarafsızlığını kaybetmiş olması, skandal açıklamalar, deprem vd.
Söz konusu başlıklar altında toplanan sorunların iktidara seçimi kaybettirmesi beklenirdi, nitekim birçok araştırma şirketi parlamentonun çoğunluğunu Millet İttifakı’nın alacağını, Tayyib Bey’in şansı olmakla beraber Kılıçdaroğlu’nun belki de ilk turda ipi göğüsleyebileceğini söylüyorlardı. Öyle olmadı.
Kılıçdaroğlu yeni bir siyasi dil ve üslup geliştirmişti. Bu hem genel siyaset geleneği hem de CHP için yeni bir denemeydi. Kılıçdaroğlu;
a. “Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıracağı”nı söyledi; bu aslında kemalizmden ve kemalizmin 6 umdesi 6 oktan uzaklaşmaktı, çünkü 6 ok arasında demokrasi yok ve eğer sahiden demokratik bir yönetime geçilirse geleneksel 6 ok etkinliklerini kaybedeceklerdi;
b. CHP’nin geçmişte dindar kesimlere haksızlık yaptığını kabul ediyor, hatta kendisini de hak ihlallerine sebep olanların içine katıp “helallik” talep ediyordu; bunun somut göstergelerinden biri başörtüsü konusunu gündemden çıkarmasıydı.
c. İktidarı başka partilerle paylaşabileceğini söyleyip beş partiyle bir masa oluşturuyordu.
Teorik olarak bu üç adım önemliydi ve siyaset için de yeniydi. Bugüne kadar dokuz seçim kaybetmişti ama tam bir siyasi deha olan Tayyip Bey’in at koşturduğu sahada Kılıçdaroğlu başarısız değildi. 14 Mayıs seçimlerinde 6’lı Masa’nın, HDP’nin ve diğer küçük partilerin desteğini alarak oylarını yüzde 45,5’a çıkardı; tabii ki geleneksel CHP’nin yüzde 25’lik oyuna eklenen yüzde 20’nin içinde masanın diğer beş partisi, HDP ve diğer bileşenlerin oyları vardı, bu doğru ama aday kendisiydi ve CHP’ye ilave yüzde 20 oy alması onun başarısıdır.
İlk turda Millet İttifakı’nın Meclis çoğunluğunu kazanamaması ve Kılıçdaroğlu’nun yüzde 50’yi aşamamasının kanımca iki sebebi vardı: Biri SP, Deva ve Gelecek Partisi’nin tek logo altında seçime girmemeleri. Gelecek Partisi ısrarcı değildi, ama Deva ve SP bir türlü anlaşamadılar: Temel Bey SP logosu, Babacan ise Deva logosu altında seçime girmekte ısrar edince, üç parti CHP logosu altında seçime girdiler. Eğer üç parti içlerinden bir logo altında seçime girselerdi, 70-80 vekil çıkaracaklardı ancak CHP’ye bir türlü eli varmayan muhafazakar seçmen önemli ölçüde Yeniden Refah’a yöneldi. Millet İttifakı’nın daha çok vekil çıkarması, Kılıçdaroğlu’nun ikinci turdaki şansını arttıracaktı.
Gelecek ve Deva’nın baba ocağı AK Parti’dir, ayrılıp parti kurmuşlar ama neden ayrıldıklarını net, somut ve belgeler eşliğinde kamuoyunu bilgilendirmemişler. Muhakkak bazı bilgilere ve olaylara tanıktırlar ama somut açıklamalar olmadığından, insanlar “Erdoğan bunları partiden uzaklaştırdığı için muhalefet ediyorlar” diye düşündü.
Diğer sebep ise İYİ Parti seçmeninin önemli bölümünün Kılıçdaroğlu’na değil, Ata İttifakı adayı Sinan Oğan’a oy vermesi oldu. Buna rağmen Kılıçdaroğlu’nun ikinci turda şansı vardı. İlk turda Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında 2 milyon 330 bin fark vardı; Kılıçdaroğlunun ihtiyacı 1 milyon 170 bin oydu. Bunu ilk turda kendisine oy verenleri koruyarak ikinci turda sandığa gitmeyen seçmenden temin edebilirdi. 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu’nun ihtiyacı olan 1 milyon 170 bin oy niçin gelmedi? Sebepleri ana başlıklar halinde şöyle sıralayabilirim:
“Ümit Özdağ’la hayli kötü 7 maddelik protokol imzalanması, Kürt seçmen ile muhafazakâr-dindar seçmeni fazlasıyla kızdırdı”
1. Ata İttifakına veya MHP’ye giden oylardan bir miktar gelir diye Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’la hayli kötü 7 maddelik bir protokol imzalanması. Bu protokol Kürt seçmen ile muhafazakâr-dindar seçmeni fazlasıyla kızdırdı; seçmenin önemli bir bölümü ya sandığa gitmedi veya Tayyib Bey’e yöneldi.
2. Muhafazakâr seçmenin ikinci turda Tayyib Bey’e yönelmesinin önemli bir sebebi de Kılıçdaroğlu’nun yabancılar ve Suriyeli mülteciler konusunda takındığı sert, ayrımcı ve bir ucu kuşkusuz ırkçılığa, yabancı düşmanlığına varan demeçleri oldu. Öncesinden “Suriye yönetimiyle görüşeceğiz ve davul zurna eşliğinde mültecileri BM ve diğer uluslar arası kurumlarla işbirliği yaparak göndereceğiz” derken şaşırtıcı biçimde Kılıçdaroğlu “bir sene içinde ülkeyi teröristlerden ve mültecilerden temizleyeceğiz” demeye başladı ki, bu “etnik arındırma” demek olan tehdit muhafazakâr dindar seçmende büyük bir hoşnutsuzluğa yol açtı. Kılıçdaroğlu, bununla da yetinmedi, 28 Mayıs seçim akşamı yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Milyonlarca göçmenin gelip de sizin ikinci sınıf vatandaş olmasına göz yumamazdım, yummadım” Gerçekten bu haksızca bir cümleydi.
3. Bence bölgede Kürt seçmende görülen seçime katılma oranındaki düşüş de tamamen bununla ilgilidir. Anayasa’nın 66. Maddesi ve HDP’li belediyelere kayyumun atanması Özdağ’la imzalanan protokolda yer aldı ki, bunun tabii olarak sadece Kürt seçmende değil, HDP’li belediyelere haksızlık yaptığını düşünen her kesimdeki seçmende tepki doğuracağı hesaplanmalıydı.
Kılıçdaroğlu’nu yanıltan husus, MHP’de toplanan ve Orta Anadolu havzasında yoğunluk kazanan Anadolu milliyetçiliğini Kafkas karakterdeki Karadeniz sahil milliyetçiliği ve Balkan tandanslı Atatürk milliyetçiliğiyle karıştırması oldu. Mutedil olanı hariç, Kafkas milliyetçiliği Kürt temel haklarına aşırı tepki gösterir, agresiftir ve elinden gelse mültecileri etnik arındırmaya, hatta soykırıma dahi maruz bırakabilir; bu versiyonuyla milliyetçiliğin sembol ismi Ümit Özdağ’dır.
“Kılıçdaroğlu doğru bir stratejiye yanlış taktikler uyguladı ve az farkla kaybetti”
Daha öncesinde mültecilerden suyu dahi esirgeyen Bolu Belediye Başkanı hakkında da kayda değer bir işlem yapılmadı. En iyi kendini İzmir havzasında kendini ifade eden Atatürk milliyetçiliği ise devletin kurucu ideolojisi ve unsuru olarak kendini takdim eder; resmi ideoloji tarafından çizilmiş çerçevenin dışında herhangi bir demokratik hakka hoşgörüyle bakmaz. MHP’ye teveccüh gösteren Anadolu milliyetçiliği ise ontolojik olarak ırkçı değildir, doktriner olarak Türklüğü/Türkçülüğü savunur, temel kaygısı Türkiye’nin bölüneceği ve Türklerin batı tarafından Asya’ya sürülebileceği korkusundan beslenir.
Sinen Oğan’ın Cumhur İttifakını tercih etmesi gayet anlaşılır bir tutumdur; çünkü Azerbaycan ve İlhami Aliyev ile Erdoğan arasında sıkı ilişkiler bulunmaktadır. Nitekim Cumhur ittifakından yana tercihini yaptıktan sonra Oğan ne anayasanın ilk dört maddesinde ne mülteciler konusunda ısrarcı olmadı, hatta dile dahi getirmedi. MHP ise başından beri mülteciler konusunda agresif değildir.
CHP’nin mülteci politikası yaşanan somut gerçeklerden hayli uzaktır. İlkin mültecileri muhacir kabul edip kendilerini ensar gören geniş bir kitle ve çok sayıda vakıf, dernek var. R. Tayyib Erdoğan hiçbir söyleminde yabancı düşmanlığını veya ırkçılığı çağrıştıracak bir cümle kurmadı, hatta Süleyman Soylu defalarca “Nereye gönderiyorsunuz, onlar bizim kardeşlerimiz” dedi. Şimdi bir iki puan peşinde koşan Kılıçdaroğlu’nun “ülkeyi mültecilerden temizleyeceğiz” demesi makul muydu?
Diğeri, mülteci veya yabancıların beslediği sektörler var: Sanayici, çiftçi, tekstilci, emlakçı, ev sahibi, iş takipçisi vs. Bunlar mültecilerden gayet memnundurlar, düşük ücretle veya büyük komisyon ve kiralarla zengin oluyorlar. Türkiye’deki yabancıların çok az bir kısmı yoksul, ezici çoğunluğu zengin, iş kurabilen, eğitimli insanlar, piyasaya muazzam bir canlılık katıyorlar, yatırımlar yapıyorlar. CHP ve ırkçıların seçimin kaderiyle ilgili yaptıkları propaganda tamamen gerçek dışıdır. Yabancılar seçimin sonucunu etkileyebilecek düzeyde değildirler: Oy kullanma hakkına sahip toplam yabancı seçmen sayısı 242 bin olup, bunun 130.914’ü Suriyelidir.
Kısaca Kılıçdaroğlu’nu kim Ümit Özdağ’la ittifak kurmaya ikna ettiyse, onu feci şekilde yanıltmış oldu.
4. Kılıçdaroğlu’nun diğer kayıp sebepleri LGBT ve İstanbul Sözleşmesi dolayısıyla büyük zulümlere yol açan “beyana bağlı şiddet suç duyurusu” ve “boşanma halinde takdir edilen nafaka”dır. Belki İstanbul Sözleşmesi doğrudan bunlarla ilgili değildir ama Kılıçdaroğlu, hiç değilse bu iki uygulamanın büyük haksızlıklara yol açtığını, esasında beyana dayalı şikâyetin hukuki ve ahlaki hiçbir meşruiyetinin olmadığını söylemeliydi. Marjinal kesimlere olan aşırı iltifat muhtaç olduğu iki-üç puanın kaçmasında etkili oldu.
5. Kılıçdaroğlu’na kaybettiren diğer önemli bir sebep güya onu canhıraş destekleyen bazı tv kanallarının gerçekten insanı ürküten yayınları oldu. O ne kadar güvercin ise destekçi medya o kadar şahin! Sosyal medya, Halk Tv. Tele 1 ve Fox Tv, sanki Kılıçdaroğlu’nun helalleşme, demokratikleşme söylemlerini berhava edercesine yine eski-geleneksel pozitivist, üsttenci, ırkçı, yabancı düşmanlığı yapan yayınlar yaptılar. Gece gündüz “siyasal İslam, gericiler, cemaat ve tarikatlar” deyip durdular. Öyle ki Fox Tv, “Bu ülkenin kaymağını yabancılar yiyor, turist olarak geliyorlar diledikleri gibi yaşıyorlar” diye cümle kuruyor, arkasından bu ülkeyi sokakta bulmadığımızı hatırlatarak kamerayı Araplara ve Körfez ülkelerine çeviriyor. Bu yayınlar, Kılıçdaroğlu’na rağmen CHP’nin temelde değişmeye niyetli olmadığı, iktidarı ele geçirmesi durumunda eski cumhuriyetçi ruhunun hortlayacağı korkusunu uyandırdı. Ali Nesin’in şu tespiti dikkat çekicidir: “Biz bu insanlara ne yaptık ki bizi 80 senedir iktidar yapmıyorlar!”
Neticede Kılıçdaroğlu doğru bir stratejiye yanlış taktikler uyguladı ve az farkla kaybetti. CHP oy oranını sabitlerken o, desteğini yüzde 48’e çıkardı, bu elbette bir başarıdır. Türkiye’nin Kılıçdaroğlu gibi kibar, üslubu yumuşak, mütevazı, özel/ev hayatı ortalama bir vatandaşınkiyle aynı olan, çatışmacı/kutuplaştırıcı dil kullanmayan bir siyasetçiye ihtiyacı vardır. Kampanya boyunca iktidar tarafının ona yönelttiği ağır hakaretleri, küçümsemeleri, tezviratı, iftiraları hak etmediği kanaatindeyim, o yine de mümkün oranda sükûnetini muhafaza edebildi
Gözden kaçmaması gereken bir husus var: 2018 belediye seçimleri ile son iki seçimde (14 ve 28 Mayıs) CHP, İstanbul’da öne geçmiş bulunuyor; R. Tayyip Erdoğan’ın siyasi dehasına kimsenin diyeceği yok ama Canan Kaftancıoğlu da İstanbul’da başarı üzerine başarı kazanmaktadır. Bunun da gözden kaçırılmaması lazım.
Cumhur İttifakı ve İktidarın, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerindeki söylemi, performansı, açmazları, hataları ve güçlü yönleri nelerdi? Cumhurbaşkanlığını kazanması ve Parlamento çoğunluğu sağlaması bir başarı mıdır? Bu başarıda hangi ittifak içi ve dışı dinamikler etkili oldu? İktidarın seçim sonrasında Türkiye’nin kronik sorunlarına ve dış politik konseptine dair nasıl bir yol haritası çizeceğini öngörüyorsunuz?
Ali Bulaç: Siyasi gözlemciler, araştırma şirketleri 14 Mayıs 2023 seçimlerini Cumhur İttifakı’nın kaybedeceğini düşünüyordu. Belli başlı şikâyet konuları önemliydi: Ekonomi, tek adam yönetimi, yolsuzluklar, yargıda yaşanan problemler, skandal açıklamalar, deprem vd.
Ekonomide üç temel sorun vardı, hayat pahalılığı, yüksek enflasyon, istihdam sorunu ve elbette gelir bölüşümündeki adaletsizlikler. İhracata karşılık ithalatta yaşanan patlama, tarım ve hayvancılığın gerilemesi ile Tl. nin döviz karşısında değer kaybetmesi, piyasada fiyat istikrarının kalmamış olması da önemli konulardır. Muhalefetin dilinden düşürmediği “tek adam yönetimi”nde kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine geçilmiş, özerk kurumlar bağımsız karar alma yetilerini kaybetmiş.
Yolsuzluklar, rüşvet; belli bir zümrenin şımarık, ani zenginleşmesiyle vurdumduymaz hale gelmesi, muhafazakârların insanları kıskandıracak sonradan görme yeni hayat biçimleri; dahası Sedat Peker, Muhammed Yakut ve Ali Yeşildağ’ın yayınladıkları videolarla gündeme getirdikleri her biri skandal mahiyetindeki açıklamalar. Ayrıca hapishanelerde yüzbinlerce insanın yatıyor olması. Ocak 2023 sonu itibariyle cezaevlerinde 341 bin 497 kişi bulunuyor. Adalet Bakanlığı verilerine göre, bu kişilerin 298 bin 975’i hükümlü, 42 bin 522’si tutuklu bulunuyor; işinden gücünden olan KHK’lılar da ayrı konu: Haklarında tedbir işlemi yapılanların sayısı 131 922.
Önce kabul etmek lazım ki, üst üste 17 seçim kazanan R. Tayyip Erdoğan muazzam bir başarının altına imza atmış bulunuyor. İdeal politik veya reel politik yöntem ve araçlar arasında tercih bir yana, sonuç itibariyle bu büyük bir başarıdır, siyaset bilimcileri tarafından bir fenomen olarak araştırılmayı hak eder. Ben Allah izin verirse siyaset sosyolojisi, fıkıh ve kelamdan istifade ederek sosyo-politik çerçevede bu olayı araştırmayı düşünüyorum.
“Eski islamcı aydınlar, devletten bakarak siyaseti ve toplumu analiz ediyorlar”
Güncel verilerden ve gündemden hareketle Erdoğan’a seçim kaybettirmesi beklenen faktörlerin neden seçim kazandırdığına kısaca bakalım.
1. Ekonomi: Yakın çevrem bilir ki, ben ekonominin mevcut durumda seçimi belirlemeye yetmeyeceğini söylüyorum. Toplumu gelir bölüşümü açısından beş ana dilime ayırırsak, ilk yüzde 20’lik dilim yani 17 milyon milli gelirin yüzde 48’ini alıyor ki, bu 17 milyon süper zengin, zaten bir ekonomiyi aksak topal da olsa çevirmeye yeter. Milli gelirin yüzde 6’sını alan son yüzde 20’lik dilimden 17 milyonu sosyal yardımla yetiniyor. AK Parti onlara her akşam bir balık götürüp aç yatırmıyor. Üçüncü ve dördüncü yüzde 20’lik dilimdekilerin (34 milyon) de ortalama hane geliri 15-30 bin TL arasında, çok sıkıntı içinde değiller. Ciyak ciyak bağıran beşinci dilim ise sıkıntı içinde ama seçim sonucunu değiştirme gücüne sahip değil. Aslında refah içinde yaşayan nüfusun yüzde 20’sidir; bankalardaki dolar mevduatının yüzde 85’i bu dilime ait ve yüzde 85’in yüzde 90’ı da Kemalist iktidar seçkinidir. AK Parti iktidarının orta ve alt sınıflara sermaye aktardığı doğru değil, AK Parti iktidarından sayıları 15-20 bini geçmeyen küçük bir zümre alabildiğine yararlanmakta; bu zümre cemaat ve tarikatları, çeşitli dernek ve vakıflarda, stk’larda toplanmış bulunan dindar muhafazakâr kitleleri yönetmektedir. Dindar-muhafazakâr kitlelerin hayatlarında gözlenen görece refah seviyesi diğer kitlelerle paralel aynı düzeyde seyretmektedir. Diğerleri gibi söz konusu muhafazakâr kesimler de daha iyi bir ekonomi istiyorlar ama onları daha iyisinden vazgeçiren şey ekonomi değil.
Aslında dört dilimin insanları, ekonomik sıkıntıları tercih sebebi alsa, kolayca iktidarı değiştirirler. Ama bu kitleleri motive eden başka faktör var: Beka ve milli güvenlik meselesi. Seçimden sonra gittiğim berberim sürekli ekonomiden şikâyet ediyordu, öyle ki kirası ağır geldiğinden bir koltuğu başka berbere devretmiş, iki berber aynı mekânda kendi müşterilerini traş etmeye başlamışlardı. Kime oy verdiğini sorduğumda “Cumhurbaşkanlığı’nda Tayyip Bey’e parlamentoda MHP’ye verdim” dedi. “Ekonomiden bu kadar şikâyet ediyorsun, neden öyle yaptın?” diye sorduğumda “Hocam tehdit altındayız, etrafımız düşmanlarla çevrili, aç kalırım ülkemi tehlikeye sokmam” dedi.
Diğer konular şunlar: a) Ekonomik sıkıntı en çok büyük şehirlerde yaşanıyor, Anadolu’da ne evler bu kadar fırlamış ne de enflasyon bu derecede can yakıyor. b) Ayrıca Tayyip Bey, seçim öncesinde birtakım iyileştirmeler yaptı: Asgari ücreti arttırdı, emeklilerin maaşına zam yaptı, EYT’lilerin sorununu çözdü. c) Enflasyon varsa da, esnaf da kafasına göre sattığı ürünlere zam yapıp açığı kapatıyor
2. Tek adam yönetimi veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi: Bu muhafazakâr milliyetçi seçmen nezdinde büyük sorun teşkil etmediği anlaşılmış bulunuyor. Tarihsel geleneğimizde hükümferma olmuş halife, sultan, şah, padişah tek adam yönetimine dayanır. Tek adamlı model zaten olması gerekendir. Sorun baştakinin iyi, adil olup olmamasıdır. Siyasetnamelerin neredeyse tamamı padişaha nasihat ve öğütleri ihtiva eder. Hem halk, karizması güçlü, dediği dedik, dış güçlere meydan okuyan lideri sever. Saray güç, iktidar, servet ve itibardır. Kılıçdaroğlu’nun mutfağı onlara fukaralıklarını hatırlatıyor, bundan da kurtulmak istiyorlar. Tek adamın karizması ve otoritesi kuvvetler ayrılığı ilkesini, üst hukuka riayeti önemsizleştirir. Muhafazakâr milliyetçilere göre yasalar ve anayasaların üstünde ilahi veya ahlaki değerler değil, zaruretler vardır. Aslolan devlet ebed müddet olup, gerektiğinde hikmet-i hükümet yapılır, yani hukukun, Demirel’in deyimiyle rutin dışına çıkılabilir. Yasaların ve anayasaların kutsiyeti yoktur. Hatırlayın, Bir keresinde Turgut Özal “Anayasayı bir kere delmekten bir şey olmaz” demişti. Yönetim bir tür mülktür, lider mülkü dilediği ve bildiği gibi dağıtır, yine hatırlayın Demirel ne demişti: “Verdimse, ben verdim!”
3. Bu aynı zamanda yolsuzluk, rüşvet, ahlaki çöküntü, skandallar vb. olayların neden seçim sonucunu etkilemediğini gösterir. Özal “Benim memurum işini bilir” demişti ki, bu rüşvet ve yolsuzluğun kamu söz konusu olduğunda dini bir suç ve günah olmayıp siyasi, idari tasarruf olduğu anlamına gelir. Kaldı ki seçmenin önemli bir bölümü a) Liderin etrafındakilerin ahlaksız olduğunu b) Bir ülkeyi idare etmenin kolay olmayıp bazen bu türden ahlaki kazaların vuku bulduğunu düşünüyor.
4. Her ne olursa olsun, bu iktidarın gitmesi, yerine daha kötüsünün geleceği anlamına geleceğine ilişkin kanaatin varlığını muhafaza etmesi. Öyleyse “hayr-ı kesir için şerr-i kalil’e göz yumulur” fehvasınca en ideali ve iyisi gelinceye kadar daha az ideal ve daha az iyisine katlanmak mümkün, kurtlu bulgur yemek caizdir. İster ehven-i şer ister kerhen, sonuçta muhafazakâr milliyetçi iktidar desteklenmelidir. Mesela tam da bu çerçevede sağcı muhafazakâr, milliyetçi seçmen, kampanya boyunca devlet kurumlarının kısmen de olsa seferber edilmesini, bazı videoların montaj olduğunun ortaya çıkmasını, devlet medyasının eşitsiz kullanılmasını bir adaletsizlik görmemektedir.
“Erdoğan, hem istisnai zaman yaratma gücüne sahiptir hem de çelişkileri yönetebilme sanatını iyi bilmektedir”
Eski İslamcı aydınlar, verili durumu artık referans alıp bunda herhangi bir gariplik görmüyorlar. Artık onların zihinlerinde ideal politik yerini tamamen verili olana yani reel politiğe terketmiş bulunuyor. Bu aydınlar devletten bakarak siyaseti ve toplumu analiz ediyorlar. Halen köşe yazarlığı yapan bir dostum bana şöyle demişti: “Muaviye’den beri bu böyle gelmiş böyle gidecek, gücü elinde bulunduran bir daha elinden bırakmak istemez ve bunca kişi kadın-erkek hapishanelerde tutuluyorsa, rejim düşmanları toplumun kılcal damarlarına öylesine sızmış ki ev hanımlarını da hapishanede tutmak zaruri.”
5. Deprem: Deprem bölgesinde Cumhur İttifakının oy kaybedeceği bekleniyordu, kaybetmedi. Muhtemelen seçmen, yıkılan evlerin yine Erdoğan’ın becerisiyle kısa zamanda yapılıp depremzedelere dağıtılacağına kani oldu, bu konuda CHP pek inandırıcı olmadı.
6. Skandal niteliğindeki videolar, açıklamalar bence üzerinde uzun uzadıya durulması gereken bir konu. AK Partili analizcilere göre seçmen Sedat Peker’e, Muhammed Yakut’a ve Ali Yeşildağ’a inanmadı, ifşaatların doğruluğundan emin olamadı.
6. Erdoğan, hem istisani zaman yaratma gücüne sahiptir hem de çelişkileri yönetebilme sanatını iyi bilmektedir. Birbirleriyle tamamen zıt aktörlerle iş tutabilmektedir. Fethullah Gülen, Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek vd. Bu bir yönüyle pragmatizmdir, bir yönüyle realizmdir. Kitlesini çelişkili, aykırı, hatta hiç olmayacak tercih ve kararlarında kolayca ikna edebilmektedir. Radikalinden geleneksel muhafazakârına kadar seçmenin “Hz. Muhammed gelse Tayyip Erdoğan kadar oy alamaz” diyen tam ulusalcı Hulki Cevizoğlu’na oy verebilmesi üzerinde gerçekten durulması gereken bir husustur. Erdoğan, usta manevralarla AK Parti’den kaçan oyları Cumhur İttifakı içinde tutabilme başarısını gösterirken, Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’na gelebilmiş oyları kaçırttı.
HDP/YSP’nin seçimler boyunca izlediği, seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi? Doğu ve Güneydoğu’da Cumhurbaşkanlığı 2.Tur seçimlerinde yüzde 5-9 arasında olduğu söylenen katılım düşüklüğünü nasıl okumak gerekir? HDP/YSP’yi seçim sonrasında neler bekliyor? Nasıl bir yapı ve söylem ile hareket edeceğini öngörüyorsunuz?
Ali Bulaç: HDP’nin bu seçimin anahtar partisi olacağı düşünülüyordu, lakin HDP değil, aslında marjinal Milliyetçi/Türkçü Ata İttifakı anahtar oldu. Ayrıca MHP’nin araştırma şirketleri dâhil olmak üzere birçok kişiyi ters köşe yatırdığını belirtelim.
HDP Türkiye siyasetinin en önemli partilerinden biridir, çünkü 1984’ten beri süren silah merkezli Kürt siyasetinde temel bir değişikliğe doğru gidiliyor. Selahaddin Demirtaş’ın kişiliğinde sembolleşen bu yeni eğilim, silahlı mücadelenin terk edilip sorunun TBMM çatısı altında ele alınmasından yana. 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde Abdullah Öcalan ve Barzani Cumhur İttifakını destekledi. Kürt siyasetini yakından takip eden bazı analistlere göre Kandil’in Millet İttifakı’ndan yana tercih belirtmesi açık ki, Cumhur İttifakı’na destek anlamına gelir; bunun ne kadar etkili olduğuna dair benim bir fikrim yok. Bu da bize gösteriyor ki, HDP ile Öcalan/Kandil arasında henüz açıkça ismi konulmamış bir mücadele, en azından bir ayrışma söz konusu.
İkinci turda Kürt seçmende gözlenen düşüşün sebebi tabii ki Ümit Özdağ’la yapılan protokol oldu. Kürt seçmeni en çok rahatsız eden 66. Madde ve kayyum konusu iken, bu iki madde de protokolde yer aldı; bu da yeni seçmen getirmek bir yana 14 Mayıs’ta sandığa giden seçmenin bir bölümünü kaçırttı. Belki şu hususun da altını çizmek lazım: Kürt seçmenin blok halde davrandığı iddia ediliyordu, bugüne kadar da bu yönde resim verdi ama bu seçimde en azından seçmenin neredeyse 1/10’u parti yönetimini de tanımadığını göstermiş oldu.