Röportajın tamamını izlemek için:
Son haftalarda ilaç ve tıbbi malzemelere ulaşmada çok ciddi problemler yaşandığını duyuyoruz. Öyle ki, vatandaşlar gündelik hayatta kullanılan birçok ilaca eczanelerde erişemez durumda. Aynı şekilde hastanelerin de hem ilaç hem de tıbbi malzeme sorunu yaşadığı iddia ediyor. Bu iddiaların gerçeklik payı nedir?
Hem ilaç sektöründeki hem de medikal firmaların bizlere tıbbi malzeme vermesindeki sorunlar birbiri ile çok ilintili. İkisi de aynı sorundan kaynaklanıyor ve bu sorunlar uzun zamandır var olan, ekonomik krizle birlikte derinleşen sorunlar yumağı. Bu sorunların temeli, özellikle 1980 yılından sonra neo-liberal politikaların sağlık alanını da etkilemesine dayanıyor. O yıllardan itibaren sağlık alanı ticarileşmeye doğru gitti ve devlet eliyle metalaştırıldı. 2002 yılından itibaren ise Sağlıkta Dönüşüm Projesi ile sorun daha da büyüdü. Hastaneler ticarethane, hastalar müşteri zihniyeti ile bir sağlık yönetimi uygulandı. Bu, bizzat o dönemin bakanı Recep Akdağ tarafından dillendirilmiş bir durum.
Siz sağlıkta bu şekilde özelleştirmeci, kapitalist bir sistem uyguluyorsanız onun koşullarına göre durumu yönetmek zorundasınız. Ama bir taraftan öyle yaparken, bir taraftan da vatandaşın oyunu almak için tribünlere oynarsanız bir süre sonra bu birbiri ile çakışıyor ve günümüzdeki gibi bir krize neden oluyor.
“FİRMALAR DÖVİZDEKİ SON SEVİYEYE ARTIK DAYANAMAYACAKLARINI SÖYLÜYORLAR”
Aslında kriz önce ilaçta başladı ve bildiğiniz gibi 2011 yılından beri SUT’ta (Sağlık Uygulama Tebligatı) fiyatlar değişmiyor. O dönemden beri döviz kurları sabitlenmiş durumda. Hatırladığım kadarıyla Dolar 4 liraya, Euro ise 5 liraya sabitlenmiş durumda. İlaç firmaları ya da medikal firmalar belirli bir süre buna dayanabildi ama bir süre sonra, özellikle bu son krizle birlikte, artık dayanamayacaklarını belirtiyorlar.
Özellikle tıbbi malzemelerin çok büyük bir kısmı ya da ham maddelerin çok büyük bir kısmı yurtdışından ithal ediliyor. İthal edildikleri için bunlar dövize endeksli. İlaçların da büyük bir kısmı aslında dövize endeksli durumda. Bu durumda firmalar, bir süre sonra bu şartlarda bu ilaçları ya da malzemeleri getiremeyeceklerini söylüyorlar. Bundan da öte, bu ilaçları üreten firmalar yani yurtdışı firmalar “Biz artık bu koşullarda size malzeme veremeyiz, kendi başınızın çaresine bakın” diyorlar. Böylece sorun, son yıllarda ekonomik krizin derinleşmesiyle arttı.
Doları siz 4 lira üzerine sabitlediniz fakat şu anda dolar 14 lira oldu. Üretici firma ya da ithal edici firma buna dayanamıyor doğal olarak.
Bir diğer sorun da, bu ilaçların ya da tıbbi malzemelerin geri ödemesinin SGK ya da hastanelerden firmalara en erken 18 ila 24 ay arasında yapılması.
Tüm bunları birleştirdiğimiz zaman hem ilaç getiren firmalar hem de tıbbi malzeme getiren firmalar, “Artık biz bundan sonra bu ilaçları ya da malzemeleri veremeyeceğiz” dediler.
“GEÇEN HAFTADAN BERİ ELİMİZDE YETERİNCE MALZEME OLMADIĞI İÇİN BAZI AMELİYATLARI YAPAMIYORUZ”
Biz, geçen haftadan beri elimizde yeterince tıbbi malzeme olmadığı için bazı ameliyatları yapamıyoruz. Özellikle beyin cerrahisi ve ortopedi bu konuda en fazla sıkıntı çeken branşlar. Bu kriz giderek derinleşiyor. Kardiyolojide ciddi bir soruna yol açabilir kısa süre içerisinde. Yurtdışından gelecek diğer klinik malzemeleri bir süre sonra alınamayacak. Bu hastalarımız mağdur olacak. Şu anda da mağdur oluyorlar ama bu gidişle zamanla derinleşecek.
Siz TTB olarak bu soruna uzun zamandır dikkat çeken açıklamalar yaptınız, yapıyorsunuz. Aslında göz göre göre gelen bir krizden söz ediyoruz. Fakat eğer bir milat almak gerekirse, ilaç ve tıbbi malzemelerdeki krizin başlangıcını nereye götürebiliriz?
Bu krizin varlığı ilaçlarda daha eskiye, en az 5 yıllık geçmişe dayanıyor. Tıbbi malzemeler açısından da daha önce buna benzer bir sorun olmuştu. Sağlık Bakanlığı medikal firmaları ile bir toplantı yaparak bir şekilde uzlaşma yoluyla sorunu o zaman çözmüştü. Ama bu sistem böyle devam ettiği sürece günümüzdekine benzer krizlerin ortaya çıkması kaçınılmaz. Çünkü burada sistemle ilgili bir sorun var. Biz eğer koruyucu sağlık hizmetlerini öncelemeyip, üstelik pandemide bunun olumsuzluklarını yaşamışken sadece tedavi edici hizmetleri ön plana çıkartırsak, ülkemizde yeterince kendi ilacımızı üretemezsek, ham madde açısından dışa bağımlı olmaya devam edersek bu sorun karşımıza çıkmaya devam edecektir. Bu, krizlerin derinleştiği süreçte bizi çok daha ciddi bir şekilde olumsuz olarak etkileyecektir.
Peki sizin yöneticilere bu sorundan çıkış için çözüm önerileriniz nelerdir? Neler yapılabilir, bu aşamadan sonra nasıl bir yol izlenebilir?
Bu olay bahsettiğim gibi 2002 yılında uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nin bir sonucu. O dönemdeki proje ‘Sağlık ticarileşsin, artık kamuda kimsenin cebinden beş kuruş para çıkmasın” düşüncesine dayanıyordu. Ama şimdi baktığımızda çok ciddi para çıkıyor. Özel hastaneler yüzde 200’den fazla bir ek para alınıyor hastalardan. O dönemin sağlık bakanı, “Hekimlerin elini vatandaşın cebinden çekeceğiz” demişti. Ama o cebe devlet kendi elini çok daha fazla soktu. Özellerdeki yüzde 200 artışla, kendisi bıçak parasını resmileştirdi.
Bu durumda, böyle bir tabloda bunu çok fazla devam ettiremezsiniz. Vatandaşın cebinden sağlık için bu kadar paranın çıktığı bir ortamda, bu kriz daha da artacaktır. Zaten kimse şu an geçinemiyor. Ülkenin birçok kesimi asgari ücrete mahkûm durumda. Bu kadar geniş kesimin geçinemediği bir ortamda vatandaşın zaten sağlıklı beslenemediği bir ortamda sağlıklı bir toplum da olmayacaktır.
“HASTA VE HASTALIK SAYISININ ARTMASIYLA ÖVÜNEN BİR SAĞLIK BAKANIMIZ VAR”
Ayrıca uygulanan sağlık politikaları yine kışkırtılmış sağlık politikalarıdır. Her geçen gün hasta ve hastalık sayımız artıyor ve ne yazık ki bununla övünen bir sağlık bakanımız var.
Biz bu durumdan ancak sağlıklı bir toplum yaratarak çıkabiliriz. Onun da önceliği; kamucu, toplumsal ve birinci basamağı güçlendiren bir sağlık sistemine geçmekle olur. Bunu yapmadığımız sürece her geçen gün sağlıktaki harcamalar artacak, bu harcamalar arttıkça iktidar tarafından vatandaşa yansıtılacaktır. Ve biz şu an bunun sonuçlarını yaşıyoruz.
Tedavi edici destekler tüm dünyada bütçenin yüzde 35’ini kapsar, bizim ülkemizde yüzde 65 oranındadır. Bu durumu tersine çevirmediğimiz sürece, bu sorunlar derinleşerek artar. Bizim önerimiz bir an önce birinci basamağı güçlendiren, koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen bir sağlık sistemine geçilmesidir.