[12-13 Aralık 2020] Alper Görmüş’ün sinirlendiği kadar var (dün, yani 12 Aralık: Büyüklerimizin büyük (fakat görünmez kılınmış) sorumsuzlukları). Bu salgın sürecinde maruz bırakıldığımız ahlâksızlıkların şu anda herhalde sadece küçük bir kısmını görebiliyoruz. Ama bu kadarını dahi uzun süre yazıp konuşacağımız anlaşılıyor.
Şu 12 Aralık Cumartesi akşamı öyle bir örnekle karşılaştım ki, ilk reaksiyonum ama bu çok komik diye gülmeye başlamak oldu. Konu “iyileşen” rakamları. Belki biliyorsunuz; Sağlık Bakanlığı’nın her akşam yayınladığı “yeşil tablo”larının bir köşesinde, o günün “iyileşen sayısı” ve karşısında “toplam iyileşen sayısı” da yer alıyor.
Bu noktada kritik soru şu: iyileşme neyin karşılığı? Yani, hangi durum, konum veya statüdeyken ya ölür ya da iyileşirsiniz? Daha açık söylersek, “vaka”dan mı iyileşilir, “hasta”dan mı? Buna hem aklı selim icabı, hem Sağlık Bakanlığı’nın kendi tanımları gereği, tabii “hasta”dan diye cevap vermemiz gerektiğini herkes kabul eder sanıyorum. Öyle ya; Bakanlık testi pozitif çıkan ama klinik semptom göstermeyenleri “hasta” saymadığına göre, “iyileşme”leri de söz konusu olmamalı…
Mı acaba? Dün hâlâ öyleydi de, bugün itibariyle işler hafif karışmış bulunuyor. Şimdiye kadar hep az buçuk tutarlıydı, günlük hasta sayıları ile günlük iyileşen sayıları. Haziran-Kasım aylarının bir bölümü, ilk başları boyunca, yeni hasta sayıları daha düşük, iyileşen sayıları daha yüksek gözüküyor ve bu, toplam aktif hasta sayısının giderek azaldığı (toplam hasta sayısı ile toplam iyileşen sayısı arasındaki farkın giderek küçüldüğü) izlenimini doğuruyordu.
Buna karşılık Eylül-Ekim ve nihayet Kasım boyunca ilişki tersine döndü; tırmanan günlük hasta sayıları günlük iyileşen sayılarının hayli üzerinde seyretmeye başladı. (Bu arada unutmayalım; Eylül sonundan itibaren, günlük hasta sayılarının çok üzerinde bir günlük vaka sayısının söz konusu olduğunu da biliyorduk artık.) Şöyle üstünkörü baktığımızda, iki seri arasında ortalama 1000 fark oluştu. Yani günlük hasta sayısı 5-6000 deniyorsa, günlük iyileşen sayısı 4-5000 olabiliyordu örneğin. Dolayısıyla iki toplam arasındaki fark tekrar açıldı. 10 Aralık Cuma günü itibariyle, toplam iyileşen sayısı 458,109, buna karşılık toplam hasta sayısı 564,435 olarak bildirildi. Aynı gün toplam ölümler de 15,977 olarak açıklandığından, [564,435 – (458,109 + 15,977)] hesabıyla, aktif hasta sayısının 90,349’u bulduğu, yani aramızda 90,000 küsur covid’linin dolaşmakta olduğu kesinlik kazandı.
Daha doğrusu, Sağlık Bakanlığı’nın resmî rakamlarına göre kesinlik kazandı. İyi de, bunun böyle olmayabileceğine dair ilginç bazı sinyaller yok muydu acaba? Dünkü yazımda da hatırlattığım gibi (12 Aralık: Bir bilimsel haysiyet sorunu), Sağlık Bakanlığı 25 Kasım’dan itibaren günlük “vaka” sayılarını da (nihayet) açıklamaya başlamıştı ve bunlar 30,000 dolayında seyrediyordu. Nitekim bu temelde WHO (Dünya Sağlık Örgütü) ve Worldometer web sitesi, Türkiye’nin toplam vaka sayısını 564,435 değil 955,766 olarak vermekteydi. Üstelik 11 Aralık’ta gerçek toplam vaka sayısının 955,000’in de çok üzerinde, 1,780,673 olduğu da resmen açıklandı ve bugün, 12 Aralık’ta bu rakam 1,809,809’u buldu. Oysa resmî “iyileşen” verileri hep o eski, günlük “hasta” sayılarını biraz geriden izleyen 4-5000 seviyesinde gitmeye devam ediyordu ve “toplam iyileşen” grafiğinde de hiçbir değişiklik olmamıştı. Buna göre, Türkiye’de şu anda 1,335,501 aktif covid’li olması lâzımdı.
Muhtemelen bu rakamın korkunçluğu ve katlanılmazlığıdır ki Sağlık Bakanlığı’nı “iyileşen” rakamları konusunda da bir adım atmaya sevketti ve 12 Aralık akşamının “yeşil tablo”sunda “toplam iyileşen” sayısı, sıkı durun, 1,581,565; şimdi daha da sıkı durun, günlük “iyileşen” sayısı 20,191 olarak açıklandı. Böylece iki seri biraz daha tutarlı kılınmış; [1,809,809 – (1,581,565 + 16,199)] hesabıyla aktif koronavirüs hastalarının sayısı 212,045’e çekilmiş oldu.
İyi de, büyük bir çelişki çarpmıyor mu gözünüze – günlük “hasta” sayıları ile günlük “iyileşen” sayıları arasında? Formel açıdan, Bakanlık kendi icat ettiği vaka-hasta ayırımından vazgeçmiş değil. Sadece, “hasta” sayılarının yanı sıra “vaka” rakamlarını da açıklıyor. Nitekim “yeşil tablo”nun bir satırında (WHO’nun mutlaka istediği) günlük “vaka” sayısı, bir başka satırında da Bakanlığın tanımına uygun “hasta” sayısı yer alıyor. Nitekim bugün (12 Aralık) itibariyle “vaka” sayısı 29,136, bunun içindeki “hasta” sayısı ise 5203 olarak veriliyor. Altını çizeyim: aradaki 23,933 farkı Bakanlık “hasta” saymıyor. Sadece “vaka” kabul ediyor.
Ama o zaman günlük “iyileşen” sayısı nasıl 20,191 olabiliyor? Aşikâr ki bu “iyileşen” rakamı, 5000 küsurluk “hasta” sayısıyla kıyaslandığında değil, ancak 29,000 küsurluk “vaka” sayısıyla kıyaslandığında anlamlı. Başka bir deyişle, Bakanlık günlük “iyileşen” sayılarını 20,000 dolaylarına zıplattığı anda, 30,000 dolayındaki o “vaka”ların da aslında bal gibi “hasta” olduğunu kabul etmiş oluyor.
Şark kurnazlığının sonu. Fakat dahası var. Anlaşılıyor ki Sağlık Bakanlığı bütün istatistikleri gayet düzgün tutmuş. Tutmuş ama açıklamamış. Bazı şeyleri biz bilelim ama halk bilmesin demiş. Yoksa, Bakanlık kayıtlarında hem gerçek vaka/hasta rakamları eksiksiz mevcut, hem gerçek iyileşen rakamları (ve Allah bilir, “bulaşıcı hastalık” diye geçiştirilenler dahil, gerçek korona ölüm rakamları da). Ayrıca, günlük “hasta” rakamlarını da doğru açıkladığını kabul etmeye yatkınım. Çünkü bununla çok dar bir kategoriyi, hem testi pozitif çıkan hem klinik semptomları gösteren ve bu temelde hastanelere kabul edilenleri kastediyor. Buna bağlı olarak, 10 Aralık’ta toplam 458,109’a ulaşan “iyileşen” rakamları da sanırım sadece hastanelerde iyileşip taburcu edilenleri yansıtıyor.
Buna karşılık, ancak şimdi açıklanan şu 20,191 günlük “iyileşen” ve 1,581,565 “toplam iyileşen” rakamlarından da anlaşılıyor ki, Bakanlık hastanelere kabul edilmeyen o “vaka”lara da pekâlâ “hasta” muamelesi yapmış aslında. Test sonuçları pozitif çıktıktan sonra onları da izlemiş ve dosyalarını ya “vefat”la, ya da “iyileşme”yle sonuçlandırmış.
Başka bir deyişle, kendi vaka-hasta ayırımına pratikte kulak asmamış. İşin bu tarafı doğru ve güzel kuşkusuz. Öyle yapmaları gerekirdi, ettikleri Hipokrat Yemini gereği. Ayın karanlık yüzü şu ki, bu bilgiyi esirgemiş bizlerden. Kendi iç halkasının uzmanlarıyla sınırlamış (ki orada Bilim Kurulu dahi yok). Vaka-hasta ayırımını sırf gerçek hasta rakamlarını milletten saklamak için icat etmiş ve kullanmış. Vatandaşın gerçeği öğrenme hakkını bir de böyle tanımamış.
Bize üniversitede How to Lie with Statistics diye bir kitap okutmuşlardı (Darrell Huff, 1954). Artık Türkçesi de varmış: İstatistik ile Nasıl Yalan Söylenir? Nedense şimdi onu hatırladım.