Ana SayfaManşetŞarkılarımız bizden vefalı

Şarkılarımız bizden vefalı

On binlerce Şililinin hep birlikte söylediği o senfonik marşı görünce… O yılların, o şarkıların güftesi bana hayli uzak gelse de nağmesinin, tüyleri diken eden melodisinin yakınımda, içimde bir yerlerde olduğunu yine fark ettim. Ya basta yani; yeter gari, yetti artık!

“Enternasyonal’in güftesini değilse de bestesini akılda tutmak ve ara sıra mırıldanmakta yarar var”. (¹)

Murat Belge’nin bu cümlesi, geçen ay Şili’deki Anayasa Referandumu’yla kulağımda çınladı. Şili’de oylamaya katılanların yüzde 78’inin Diktatör Pinochet’den kalma anayasanın yeniden yazılmasına onay verdiği o günlerde, sosyal medyada yeniden yayılan videoda bir başka “enternasyonal”e rastladım.

Santiago’daki “Haysiyet Meydanı”nda 13 Aralık 2019’da toplanan on (yüz?) binler, Inti Illimani’yle birlikte söylüyordu beni kıpır kıpır eden o senfonik marşı: “El pueblo unido jamas sera vencido (Birleşen halk asla yenilmez).” Faşizme, diktatörlüğe karşı hemen her ülkede dilden dile gezen ezginin bestecisi, 2003 yılında 65 yaşında ölen Sergio Ortega. Yarım asır önce Salvador Allende’nin kampanyasında “Venceremos”u (Kazanacağız) seçim şarkısı olarak düzenleyen de o.

O videoyu izleyince, gençliğimin Victor Jara’lı, Quilapayun’lu, Inti Illimani’li yıllarına gittim. O coşku içime, tenime işleyince… O yılların, o şarkıların güftesi bana hayli uzak gelse de, nağmesinin, tüyleri diken eden melodisinin yakınımda, içimde bir yerlerde olduğunu yine fark ettim. Ya basta yani; yeter gari, yetti artık!

Özellikle on binlerce insanın “Birleşen halk asla yenilmez” nakaratına giderken, ezginin her dizede perde perde yükselen nidası, benim biyolojimde ölüyü mezarından çıkartıyor, ruhu diriltiyor. Ayağa kalktım, dilim döndüğünce söyledim, eşlik ettim elbet. (Dinleyiniz, seyrediniz; videonun 1:50’nci dakikasında Inti Illimani’nin bongo çalan üyesinin yüzündeki bulaşıcı tebessüme, sıcaklığa dikkat: https://www.youtube.com/watch?v=Cuzl_QTBlWI )

Omuzumuza konan güvercin

O marşın nidası henüz kulağımdan gitmeden, Timur Selçuk’un öldüğünü öğrendim. Selçuk çocukluğumun, ilk gençliğimin, erken aşklarımızın, hasretimizin, kavuşmaların, ayrılıkların seslerinden birisi benim için (ilk aşkını ilkokul birde “yaşayanlar” için uzun bir döneme tekabül ediyor). İlk 45’liği “Ayrılanlar İçin” (1964), Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiiriyle ilk plaklarımız arasındaydı: “Her şeyi evet her şeyi, her şeyi unutabilirsin /Hatta bütün yazdıklarımı, satır satır /Kalırsa içinde bir derin sızı kalır.”

Altı yıl bekledikten sonra “Böyledir Akşamları İstanbul’un”; iki yıl sonra, 1972’de de “Bugün Yarın Daima” geldi. Timur Selçuk’un aynı yıl çıkardığı o unutulmaz 45’liği “İspanyol Meyhanesi” hemen her pikapta döndü. Arka yüzünde, mavi göklerden yere doğru süzülüp omuzumuza konan, elimize alıp usul usul okşarken gençliğimizi yeniden yaşadığımız “Beyaz Güvercin”le zirveye çıktı.  Açsak ellerimizi uçacaktı, eğildik kulağına “Dur gitme” dedik, hareli gözlerinden öpmek istedik. Öyle değdi, hayatımıza.

1974’de başucumuzdaki başka bir şarkıyı da bu kez Faruk Nafiz Çamlıbel’in dizeleriyle seslendirdi: “Sen Nerdesin”… “Caddeden sokaklara doğru sesler elendi /Pencereler kapandı kapılar sürmelendi / Bir kömür dumanıyla tütsülendi akşamlar / Gurbete düşmüşlerin başına düştü damlar / (…) Senin için kandiller tutuştu kendisinden / Resmine sürme çektim kandillerin isinden.” Kandilin isinden sevdalına sürme çekmek… Kaç kadının, erkeğin vardır öyle hediyesi?

Heeey, at kendini denize…

Aynı yıl çıkardığı “Karantinalı Despina” da bizi yine İspanyol Meyhanesi’ni andıran kararmış tahta masalara, o masadaki bir şişe şaraba, o sarhoşluğa, çığlık çığlığa şarkı söyleyen incecik elli, kalın dudaklı, yıkılmış, hayli geçkin, ağlamaklı kadınlara götürdü. Bu kez Attila İlhan’dan gelmişti şiiri: “Bir gül takıp da sevdalı her gece saçlarına / Çıktı mı deprem sanırdın kara kız kantosuna…” O şarkının sessiz bir çığlık gibi kara dizesi; “Olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması,” kim bilir kaç kuşağa kaldı yadigâr.  

Karantinalı Despina 45’liğinin ön yüzünde ise başka bir ipucu, müzikte yeni döneminin habercisi vardı. 1970’lerin sert rüzgârı, Orhan Veli’nin o insanı yaşatan şiiriyle esti Selçuk’ta. “Hürriyete Doğru”, askeri darbeden üç yıl sonra ilaç gibi gelmişti birçok insana. “Birden, / Bir kıyamettir kopacak ufuklarda. / Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin; / Bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi? / Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?” diye başlayıp… Sonra ayağa kalkıp, iki elini de öne uzatarak, “Heeeey! / Ne duruyorsun be, at kendini denize; / Geride bekleyenin varmış, aldırma; / Görmüyor musun, her yanda hürriyet; / Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; / Git gidebildiğin yere” nidasıyla deniz gibi köpüren o dönem. “Sağ yanımda yarem var /Sol yana dönder beni…”

Bir yıl sonra, 1975’de yine Orhan Veli’den “Pireli Şarkı” katıldı repertuarına; “Bu düzen böyle mi gidecek / Pireler filleri yutacak / Yedi nüfuslu haneye / Üç buçuk tayın yetecek.” 45’liğin arka yüzünde ise Nâzım Hikmet’in Varna’dan karşı yalıya, oğluna seslendiği “Memet, Memet…” vardı.

Eurovision’un Çoban Yıldızı

Aynı yıl bir başka sürpriz Eurovision’da yaşanacaktı. Solcu Selçuk’un öğrencisi Melih Kibar’ın bestelediği “Çoban Yıldızı”, Eurovision’un Türkiye elemelerinin “sinyal müziği” oldu. Selçuk’un düzenlemesini yaptığı ve orkestrayı yönettiği şarkı 1975 Türkiye elemelerinde yarışma dışı olsa da halktan en çok oy alan parçalar arasında, Ali Rıza Binboğa’yla (Yarınlar) başa baş yer aldı. Selçuk’un yönettiği orkestrayla, aynı yıl kurayla seçilen ve jürinin de daha “Avrupai” bulduğu Semiha Yankı sonuncu oldu.

Hemen ardından Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) perdesi, müziğini Timur Selçuk’un yaptığı “Nereye Payidar”la açıldı: “Gönlün yoksa ezilmeye / Sen de katıl direnişe.” Selçuk on yıl boyunca AST’ın oyunlarının müziğini yaptı. “Bıktım dünyayı sırtımda taşımaktan”la, “Ekonomi tıkırında”yla dillerde gezdi. Onun sesi, ezgisiyle bana yumuşacık dokunan şarkılarından birisi de, Çiğdem Talu’nun sözleri, Melih Kibar’ın bestesi ve Selçuk’un düzenlemesiyle “Özgürlük” (1978) oldu: “Özgürlük vazgeçilmez bir sevda, yüreklerimizde…”

O dönem Selçuk’un ODTÜ’de, Emek Mahallesi 8. Cadde’deki Yıldız Düğün Salonu’nda Nâzım’ın “Türkiye işçi sınıfına selam, selam yaratana! / Tohumların tohumuna, serpilip gelişine selam”ıyla başlayan, “Hürriyet Kavgası”yla süren konserleri, onun piyanosuyla seslendirdiği  “1 Mayıs Marşı”yla hep bir ağızdan noktalandı. Piyanosunda bazen notaları sektirse, marşın yükselen yerlerinde epey detone olsa da o döneme damga vurdu.

Nâzım’ın “Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü”sü, onun tarzıyla “Dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız / Doldurun çocuklar, doldur içelim / Başları göklere atalım / Serden geçelim”i kaç masada yanımıza, nağmemize oturdu, kim bilir…

Sloganları aralarda atın

O dönemdeki konserleri sloganlarla başladı, finalini sloganlarla yaptı. Öyle ki, o dönemin konserlerine katılan Ruhi Su, türkülerini söylerken araya giren slogancıları defalarca uyarmasına rağmen susturamayınca, “Sloganlarınızı bari türkülerin aralarında, bitince atın gençler” demek durumunda kaldı.

 “Devrimci müzik”in yelpazesinde, Ruhi Su’ların, Rahmi Saltuk’ların, marşların yanında onu “sonradan” görenler, dudak bükenler de oldu… O dönemdeki aksayan konser performansı, detone marşlarıyla onu dinleme listelerinden çıkaranlar da. Hepsini anlamak mümkün.

Ben onu o dönemlere de uzanan müzikal külliyatımın içinde görüyorum, öyle yâd ediyorum. O külliyatın sol yanında bazı türküleriyle Ruhi Su da var, Inti Illimani de, Pete Seeger’ın 1968’li bançosuyla, İngilizce açıklamalı-izahlı L’Internationale de, “bir kısım” Ahmet Kaya da, “Ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek / Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken”le Zülfü Livaneli de, bize “Ege Denizi kararınca” aranjmanıyla gelen Theodorakis&Farantouri’den “O Antonis” de, Mamak Türküsü de, Hasta Siempre de, o sevimsiz, bence “V for Vendetta” serumlu “La Casa De Papel” dizisindeki harika versiyonuyla Belle Ciao da, “Hey, teacher, leave them kids alone” da… Kimi tek şarkısıyla, çoğu güftesiyle değil ezgisiyle de olsa, onlar benim müzikal soyağacım. İsyan soyağacım; bazen Müslüm Gürses’in de katkıda bulunduğu…

Gençliğini ihbar etmek

Bir dönemi tümüyle, körü körüne, tüm hücrelerinle savunmak kadar beter olamaz ama, onu külliyen reddetmek, yaşanmamış, yok saymak da sanki adil değil. Zor olanı, duygularını körleştirmeden, o fikrinden ibaret olmayan gençliğine tekme-tokat girişmeden, düşüncelerini değiştirmek, yargılarını yıkmak olmalı belki. Yoksa her sorguda gençliğini ihbar eder insan.  

Belge’nin “Enternasyonal’in güftesini değilse de bestesini akılda tutmak ve ara sıra mırıldanmakta yarar var” sözleri, o duyguyla da bana akraba. Benim — dalını kırıp toprağa bıraksan öyle de büyüyen — kırmızı sardunyalı penceremden bakınca, bizde “solcu”luğun pek tartışılamayacak yanı, müzikal hissiyatının, onun notalara dökülen tahayyülünün “sağcı”lığı, milliyetçiliği, muhafazakârlığı yaya bırakmasıdır sanıyorum. Direnişin, mücadelenin, muhalefetin de her zaman müziğe ihtiyacı var. Notalara…  Ama birçok insanın müziği, gençliğinde kendi fikrince “her şeye yenildiği”, her şeyi(ni) reddettiği dönemle sabıkalı.

Ölüm ilanları yazı konusu

“Timur Selçuk öldü” denince bunlar geçti aklımdan. Ve babasından yadigâr, bir evlat kifayetsizliğiyle, yüküyle olsa da o sevgiyle, hisle söylediği “Beni kör kuyularda”sı… “Beni bensiz bıraktın”ı…

Bir bakıma, onlarla büyüdüğümüz insanlar gidiyor birer birer. Haftalık yazılarımızın konusunu artık ölüm ilanlarında buluyor gibiyiz. Sean Connery’ydi önceki yazım. Sonraki yazım, masaya artık kuşağımızın da oturduğu bir rulet, Rus Ruleti.

Timur Selçuk’un Attila İlhan’dan pek bilinmeyen bir bestesi çalıyor dijital müzik platformunda, “İhtiyarlar Balladı.” “Onlara ün mü gelir bazı bir ses mi duyarlar / yumuşak bir kedere ufalır bakışları / (…) yaşayıp durmaktan gizlice utanırlar / (…) kaç kere hesabını çıkarırlar bir ömrün / bırakılan her resim bütün bir ömrü saklar / birazdan yalıda sanki buluşacaklar / bir yerde saat çalsa o sevgili görünür / (…) bir pencere açılsa unutulmuş şarkılar / kalkan her vapurda giden bir yolcu var.”

Müziksiz, melodisiz bir mücadele, eleştirilen dönemlerin farklı uygun adımına ruhen sürükleyebilir insanı. Ritmini tutturamazsa yorulur, usanabilir. Zilin bile 24 melodisi var.

Helal olsun, aşk olsun müziğim var diyene!

(¹) Murat Belge’nin yazımın girişine aldığım ve duygu olarak üstlendiğim cümlesini hangi vesileyle yazdığını vurgulamam gerekir düşünüyorum:  “Popülist politikalar ve politikacılara girmedik. Bir kısmı Soğuk Savaş döneminden, bir kısmı ise onu izleyen “Kapitalizmin Zaferi” döneminden biriktirerek getirdiğimiz bir yığın soruna girmedik. Bence en büyük sorun olan “Paylaşma Kültürü” eksikliğine (ya da “yokluğuna”) hiç girmedik. “Temsili demokrasinin krizi” dediğim ve bambaşka etkenlerden kaynaklanan sorunlar yumağını da sollayıp geçtik. Bunlar hepsi aslında “eski” sorunlar, ama eski sorunlara çözüm bulmadan “yeni” bir dünyanın şarkısını bestelemek ya da söylemek mümkün değil. Onun için, “Enternasyonal”in güftesini değilse de bestesini akılda tutmak ve ara sıra mırıldanmakta yarar var, derim.” Murat Belge, “Korona Çağı”, Birikim, 20 Nisan 2020.

- Advertisment -