Alper Görmüş “Seküler kadınların şaşırmış” olabileceğini seküler bir erkek olarak nasıl saptadı acaba? Peki seküler kadınlar şaşırdı diyelim, seküler erkekler şaşırmadı mı?
Seküler kadınlarla, muhafazakar kadınların ve değişik eğilimdeki kadın örgütlerinin beraber oluşturdukları bir platform var: EŞİK (Eşitlik İçin Kadın Platformu). 350 kadın örgütü bileşeni ve 150 destekçi örgütten oluşan EŞİK’te kadınlar İstanbul Sözleşmesini birlikte savundular. Ortak bildiriler hazırladılar, sokak gösterilerini birlikte örgütlediler. “Seküler erkek”lerden ve muhafazakar erkeklerden farklı olarak, Sözleşmenin kaldırılmasının önüne geçilmesi için birlikte bir mücadele yürüttüler.
Örneğin Serbestiyet’in erkek yazarları, muhafazakar kadınların böylesine etkili bir çıkış yapabileceğini bekliyorlar mıydı?
Alper’in yazısının başlığındaki, “seküler kadınlar şaşırdı” ifadesi, doğrusu, kadınlar adına bir hüküm vermedir. “Dindar kadınlar” (Bu ifade de seküler dünyaya ait bir değerlendirme. Onlar kendilerini böyle tanımlamıyorlar) adına da, seküler kadınlar adına da hüküm vermek biz erkeklere düşmez.
Ayrıca, adlarına hüküm verdiğimiz “seküler kadınlar” kimlerdir? O kadar geniş bir kesimden söz ediyoruz ki. Onların içinde hala örtülü kadınları aşağılayan da var, o kadınlarla dayanışma gösteren ve uzun yıllardır birlikte hareket edenler de.
Seküler erkeklerin de, muhafazakar erkeklerin ve de seküler kadınların da muhafazakar kadınları anlamaları kolay değil. Örneğin Nilüfer Göle’nin “Modern Mahrem” kitabı bizim çok ilgimizi çekmişti. O dünyayı anlamamızın yolunu açmıştı. Bu herşeye rağmen dışarından bir bakıştı O konuda Bilgi Üniversitesi Yayınlarından çıkan Didem Arvas Balta’nın yüksek lisans tezi “Örtünme” kitabında örtünen kadınlara ilişkin Nilüfer Göle’nin de kendilerini anlayamadığı, “dışarıdan” baktığı düşüncesindedir. Şöyle diyor Balta: “ Nilüfer Göle, Kemalist feminizmden farklı olarak….örtünen kadınların kamusal yaşama katıldıkça , yalnızca laikliğin örtük uzlaşımlarını değil, İslami gelenekselliği de delmekte, mahrem alandaki kadın erkek ilişkilerini alt üst etmekte olduklarını belirtir. Ancak bunun gibi tespitler, genelde, Müslüman kadın bireylerin inançlarının bir tezahürü olan tesettüre girme yönündeki hareketliliklerini, İslami feminizm, bu kadınları da “türbanlı feministler” olarak adlandırmak ile sonuçlanmaktadır. Bunun kötü bir yanı olmayabilir, ancak bana kalırsa burada öncelikle sorgulanması gereken bu kadınların feminist düşünceyi paylaşıp paylaşmadıkları değil, eylemlerini üstlenmek için yalnızca birey olmalarının yeterli olup olmadığıdır.” (Örtünme, s. 90-91)
Ne yazık ki feminist ya başka yakıştırmaların altını deştiğimizde şu gerçekle karşılaşırız. Örtünen kadınların eylemlerini üstlenebilmeleri için ya laik, ya erkek, ya da feminist olmaları gerekiyordur.(s.91)
Alper’in saptaması ise şöyle devam ediyor: “(Seküler) kadın hareketi dindar kadınların başörtüleriyle okuma hakkını savunsaydı, o ittifak yaşayıp gördüğümüz türden bir ittifak olur muydu?”
Neden asıl ve yalnızca seküler kadınlar? Seküler erkekler neden sorgulanmıyor? Beyefendiliğiyle bilinen Bülent Ecevit, başörtüsüyle Meclis’e gelen Merve Kavakçı’ya saldırıp dışarı attırmadı mı? Bu en ağır ve yaralayıcı saldırıyı yapan “seküler bir erkek”, o ülkenin Başbakanı değil miydi? O salonda Kavakçı’yı sahiplenen, bu yüzden milletvekilliği düşürülen Nazlı Ilıcak “seküler kadın” kategorisine girmiyor mu?
Başörtüsü yasağını erkek egemen laik yönetimler yaratmadı mı? Bu yasağın yaratıcılarını bir kelimeyle bile vurgulamadan seküler kadınları hedef almak…Bence yanlış bir seküler erkek tutumudur.