Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISen Ben Lenin: Hatıra ve metafor yağmuru…

Sen Ben Lenin: Hatıra ve metafor yağmuru…

1993 yılında Düzce’nin Akçakoca sahilinde bir balıkçı ahşap bir Lenin heykeli bulmuştu. Tahminen Ukrayna’dan Karadeniz’e atılan veya düşürülen, bir heykel için uzunca bir süreden beri denizde olduğu anlaşılan, ağırlaşmış ve burnu kopmuş kocaman bir Lenin heykeli… Başka bir deyişle, herkesin denize falan girdiği sıradan bir yaz gününde, Akçakoca’da birden denizden bir “ulu önder” Lenin çıkıvermişti.

Sovyet iktidarı yıllarında SSCB topraklarında kaç tane Lenin heykeli olduğunu biliyor musunuz?

Lenin.tilda.ws ile leninstatues.ru, bu sayıyı hesaplamak ve takip etmek için kurulmuş web sayfaları. Buralardan öğrendiğimiz kadarıyla Sovyetlerin dağılmaya başladığı 1991 yılı itibarıyla yaklaşık 7.000 tanesi Rusya’da ve 5.500 tanesi Ukrayna’da olmak üzere toplam 14.300 civarında Lenin heykeli varmış. Bugün bunların 7.200 tanesinin ayakta olduğu biliniyormuş. Yani yaklaşık yarısı kaldırılmış, yıkılmış, kimi zamanlarda törenlerle parçalanmış, un ufak edilmiş, hatta bazıları da denize atılmış.

Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır, bunlardan bir tanesinin hikâyesi Akçakoca ile kesişmişti.

1993 yılında Düzce’nin Akçakoca sahilinde bir balıkçı ahşap bir Lenin heykeli bulmuştu. Tahminen Ukrayna’dan Karadeniz’e atılan veya düşürülen, bir heykel için uzunca bir süreden beri denizde olduğu anlaşılan, ağırlaşmış ve burnu kopmuş kocaman bir Lenin heykeli…

Başka bir deyişle, herkesin denize falan girdiği sıradan bir yaz gününde, Akçakoca’da birden denizden bir “ulu önder” Lenin çıkıvermişti.

Kendiliğinden metaforlarla dolu bir hikâye… O kadar ki, gerçek bir olay olmasa bu metaforlar fazla bayağı görünürdü.

Şimdi dönüp bakınca, olayın nefis detaylarını yeniden görüyoruz. 1990’lı yılların politik atmosferini de hatırlayınca, konunun nasıl evrilip çevrilebileceğini siz düşünün artık.

Akçakocalı bir marangoz kopan burnunu yeniden yapmış, Lenin’i şöyle bir toparlamış. Ama Akçakoca Belediyesi, bu toparlanmış Lenin heykeli ile ne yapacağını bilememiş. Olayın basında ne kadar çok dikkat çektiği görülünce, girişimcilik ruhu ortaya çıkmış, heykelin meydana dikilmesi ve turistik bir değere dönüştürülmesi tartışılmış. Sonunda anti-Sovyet hissiyat galip çıktığından olsa gerek, Lenin, Belediyenin deposuna kaldırılmış. O gün bu gündür orada çürümeye terk edilmiş…

Bu “sağlam” hikâyenin bir kenarda kalması beklenmez tabii.

2016 yılında Begüm Özden Fırat, Emre Yeksan, Ahmet M. Öğüt, Aylin Kuryel ve Fırat Yücel Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği ile bu olayın 20 dakikalık güzel bir belgeselini yapmışlar. Adını da o müthiş “Elveda Lenin” filmine gönderme olsun diye sanıyorum, “Hoşgeldin Lenin” koymuşlar. (https://vimeo.com/192674990)

Konu hakkında, aslında bu belgeselden önce başlayan bir başka proje daha var. Sokak tiyatrocusu, performans sanatçısı ve yönetmen Tufan Taştan anlatıyor:

“Bir gün Barış’ı arayıp bu gerçek olayı konuştuktan sonra “Lenin heykeli kasabanın meydanına dikilseydi ne olurdu?” sorusunu sordum. Barış’ın “Film olurdu” dediği 2015 yılından sonra bu hikâye ve Barış’la yolculuğumuz başladı.”

Konuşmada geçen “Barış”, yazar Barış Bıçakçı. Sıradan insanların naif ama içimize işleyen hikâyelerinin yazarı ya da “Sinek Isırıklarının Müellifi”, benim de günümüz edebiyatçıları arasında ayrı bir yere koyup sevdiğim Barış Bıçakçı.

Tufan Taştan ve Barış Bıçakçı, 2015 yılında başlayan bu yolculukta zaman zaman başka yollara sapmışlar, fakat sonunda, senaryosunu birlikte yazdıkları “Sen Ben Lenin” filminde karar kılmışlar.

Film, Tufan Taştan’ın yönetmenliğinde, çok düşük bütçesine rağmen çoğunlukla arkadaşlık kontenjanından filme dahil olan ünlüler geçidi oyuncu kadrosuyla 2019 yılında tamamlanmış. Araya giren pandemi nedeniyle vizyon tarihi 2021 Kasım ayına kalmış. Sinemalardaki kısa gösterim süresini kaçıranlar olarak biz de Netflix’teki gösterim tarihi olan 17 Mayıs 2022’yi bekledik.

“Sen Ben Lenin”, gerçek hikâyeden yola çıkıyor ama hemen başında hikâyeyi dönüştürüyor. Filmde, Akçakoca’da Lenin heykeli meydana dikiliyor ancak tam da ertesi gün başbakanın katılacağı bir açılış töreni varken, meydandan çalınıyor. Bunun üzerine Ankara’dan iki komiser görevlendiriliyor, tahkikat başlıyor, çünkü programın aksatılmaması için Lenin’in acilen bulunması gerek.

Sonrasında neredeyse tek bir mekânda kasabanın “olağan şüphelileri” ile yapılan konuşmaları izliyoruz. Bu konuşmaların bir kısmı belgeselle de örtüşüyor. Tabii ki, hepsinde Barış Bıçakçı’nın hikâye kahramanlarından aşina olduğumuz sözlerle karşılaşıyoruz:

“Bence heykeller tek başlarına çok anlamsız şeyler. Yani gereksiz bir kutsallık, zorlama bir maneviyat… Altını bir sözle doldurmazsan, Lenin’i bir cümle içinde kullanmazsan, Lenin ne işe yarar ki? Neyi değiştirir? Ben heykelleri değil, cümleleri ve hikâyeleri tercih ederim.”

Kasabaya yeni tayin olmuş “ilerici” solcu İdil öğretmen mesela, bunları söyleyiveriyor bir sahnede.

Film boyunca, Ankara’dan gelen komiserlerin tahkikatı esnasında bütün kasaba ince detaylarla ters yüz edilmiş klişelerle konuşuyor. Bu detaylar, kasabalı karakterlerin gizemli hâlleri ve sürekli gönderme yapılan olağan dışı imgeler, denizdeki kocaman kağıttan gemi, kasabanın ortasındaki çok büyük kapı, bayrak direğine asılmış devasa gelinlik, tavandan gelen tıkırtılar, gıcırtılar vs birleşince, Latin Amerika’nın büyülü gerçeklik hikâyelerinden birinin içine girmiş gibi hissediyoruz kendimizi. Sorgulamalar esnasında kaset kayıt cihazı, polaroid fotograf makinası vs ile akıllı telefonların birlikte kullanılması da zamanı belirsizleştirip bu gerçek üstü duruma katkıda bulunuyor.

Lenin’in burnunu tamir eden marangoz, filmin başlarında sorgulama sırasında selası okunan fakir fukara dostu berber ama eli çok hafif olup diş de çeken “Ahmet Abi”yi anlatıyor:

“Kasabanın en güzel abisiydi. Ah benim güzel Ahmet Abim…”

Tabii ki, hemen aklımıza Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirindeki “Ahmet Abi” geliyor. Filmin sonunda Barış Diri’nin bestelediği Seyyal Taner’in çok güzel söylediği “Mendilimde Kan Sesleri” şarkısını duyunca, isabetli bir “akla gelme” olduğunu anlıyoruz bunun.

Barış Bıçakçı’nın sakin dünyasına meftun olanların “Sen Ben Lenin”i mutlaka izlemeleri gerekiyor. Bence “Sen Ben Lenin” şimdiden, kendi türünün ilk örneği olarak alçakgönüllü ama sağlam bir yer edindi sinema dünyamızda.

Ya da sürprizli sona eklenen bu sürpriz Seyyal Taner şarkısını dinlemek ve benim kuşağımın bu klişe ama ince şiirini hatırlamak için bile izleyebilirsiniz 85 dakikalık “Sen Ben Lenin”i.

“Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar…”

- Advertisment -