Ayasofya Başimamı Mehmet Boynukalın’ın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde attığı, kadınların yerini Kur’an ayetlerine göre tanımlayan tweetle ilgili görüşü sorulan AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin şu cevabı vermişti:
“Kadın-erkek meselesine dair dine de referans yaparak katı, sert açıklamalar yapmayı problemli görüyorum ve bize fayda vermiyor. Tam tersine incitiyor, kadınları da incitiyor, bu alanda çalışanların yükünü arttırıyor. Ve daha önemli bu açıklamalar siyasetin yükünü arttırıyor. Siyaset çok ağır bir iş. O yüzden bence herkes kendi işini yapmalı diye düşünüyorum.”
Sonrası Özlem Zengin için iyi gelmedi; öyle bir linç yedi ki muhafazakâr dünyadan, Boynukalın kendisine cevap yazıp daha sertini söylemesine rağmen bir daha dönmedi konuya.
Fakat Boynukalın da sevmişti pozisyonunu, durmadı; yeni hedefi faizdi. Yine Kur’an hükümlerine dayanarak iktidarı faizi ilga etmeye çağırdı:
“Faizin azaltılması ve sonunda tamamen kaldırılması hem İslam’ın hem de aklın gereğidir. Güçlü ekonomilerde faiz % 0-1 arasında. O sebeple faizcilerle mücadele etmek de İslam’ın bir emridir. Önceki tivitim biraz da bununla ilgilidir.”
Buna da cevap bir başka grup başkanvekilinden, Bülent Turan’dan geldi.
Turan, Boynukalın’ı etiketlediği paylaşımında “Ayasofya’nın açılışı gibi tarihi bir meydan okumayı gölgede bırakacak bir tavırla sürekli polemiklerin içinde olmanız Ayasofya için bedel ödeyen herkesi üzmekte! Bir siyasi değil, kardeşiniz olarak bu mecrada/usulle olmanızın kimseye faydası olmadığı kanaatindeyim” dedi.
AK Parti’yi yakından izleyen gazeteciler, televizyon tartışmalarında Bülent Turan’ın Erdoğan’a yakınlığından bahisle, hele ki Özlem Zengin’e gösterilen tepkiden sonra, Turan’ın bu işi “tek başına” yapmadığını hatırlatarak başlıyorlar söze.
Ben sadece, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da durumdan rahatsız olduğu varsayımından hareketle bu tahminlerin gerçekçi olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim. Şayet Bülent Turan denildiği kadar yakınsa Erdoğan’a ve Boynukalın da bunu biliyorsa, mesaj doğrudan ve yukarıdan verilmiş demektir.
Ben bu tartışmada iki sorunun cevabının peşindeyim; biri güncel tartışmaya, öbürü daha genel olarak “siyasetin üzerine bindirilen din yükü”nün oluşma sürecine ve bunda siyasetin sorumluluğuna dair…
Birinci soru / güncel: Uyarıların kadınlar ve faiz çıkışlarından sonra gelmesi tesadüf mü?
Güncel tartışmadan başlayalım… Ulemadan siyasete yöneltilen dini telkin ve davetlerle ilgili olarak siyasetçilerin itirazı neden bu kadar gecikti? İki siyasetçiden gelen iki uyarının, iktidarın zaten zorlandığı iki alandaki (kadınlar ve ekonomi-faiz) telkinleri izlemesi tesadüf mü?
Konunun tartışıldığı televizyon programlarından birinde Habertürk yazarı Nagehan Alçı, Bülent Turan’ın tepkisinin tam Boynukalın’ın sıfır faizi âyete dayandırmasını izlediğini hatırlattı ve “acaba” diye sordu, “Mehmet Boynukalın faiz konusuna girmeseydi ve Kur’an ayetlerini sadece kadınlar, eşcinseller vb için hatırlatsaydı, Bülent Turan yine tepki verir miydi?”
Programın ilerleyen bölümlerinde Nagehan Alçı, kendisine Bülent Turan’dan gelen mesajı okudu ve stüdyodaki herkes rahatladı. “Ben” diyordu Turan, “faiz meselesi için atmadım o tweeti, hepsini kapsayan bir uyarıydı o…”
Stüdyodakiler rahatlamıştı ama kendim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çünkü bu işler yeni başlamamıştı, daha bir yıl önce Diyanet İşleri Başkanı’nın yine Kur’an ayetlerine dayanarak eşcinselleri lanetlemesi haftalar boyunca tartışılmış ve fakat iktidar kanadından, Bülent Turan ve Özlem Zengin dahil hiçbir itiraz gelmemişti. Belli ki onlar da iktidar medyasının “Ne var canım, karşımızda bir din adamı var, dinin hükümlerini hatırlatmayacak da ne yapacak” diyen savunma çizgisini doğru bulmuştu; yegâne farkları tartışmaya girmemek, hadiseyi sessizce geçiştirmek olmuştu.
Ben şunu güvenle öne sürebileceğimizi düşünüyorum: Memur-imamlar âyet hatırlatmalarını eşcinsellik gibi ne tabanı ne iktidarı rahatsız edecek konularla sınırlı tutsalardı, AK Partili siyasetçiler onlara “susun” demeyecekti. Ne zaman ki AK Parti tabanındaki kadınları da rahatsız eden çıkışlar ya da iktidarı zora sokacak faiz çıkışları geldi, işte o zaman alarm zilleri çalmaya başladı.
İkinci soru / genel: ‘Siyasetin üzerine bindirilen din yükü’ nasıl oluştu?
Özlem Zengin’in çok şey söyleyen veciz ifadesi üzerinde, hitap ettiği memur-imamlardan çok iktidarın kendisinin düşünmesi gerekiyor. Düşünme süreci şu sorudan başlayabilir: “Dine de referans vererek yapılan ve siyasetin yükünü artıran açıklamalar” neden şu son yıllarda çıktı ortaya? Neden daha önce yoktu?
Bu zor bir soru, çünkü sorar sormaz iktidarı kendi sorumluluğu üzerinde düşünmeye sevk ediyor.
AK Parti iktidarı, iktidarının ilk 10 yılı boyunca dini siyasetin bir aracı olarak kullanmadı, enerjisini büyük ve kutsal davalar yerine toplumsal talepleri karşılama ve halkın refahını artırma yolunda harcadı. Bu süreç, doğal bir biçimde dinin selefi-harici yorumlarının altındaki zemini zayıflattı, bu akımları marjinalleştirdi.
AK Parti’nin bu yılları Tunuslu Müslüman siyasetçi Gannuşi’nin “biz AK Parti’yi kendimize örnek alıyoruz” dediği yıllardı.
Toplumsal talepleri karşılamaya ve refaha yönelik siyasetin yürütücüsü konumundaki siyasi liderliğin çok güçlü ve karizmatik bir liderlik olması, bu akımların marjinalleşmesi sürecini daha da hızlandırdı.
Fakat ne zaman ki “büyük davalar, büyük hedefler, icabında yayılmacılık” siyasetine dönüldü ve bunun sonucu olarak iktidar zamanla yorulup sıkışmaya başladı, işte o zaman din yardıma çağrılmaya başladı. Ondan sonrası bir “imam şey yaparsa Cemaat bir tık ötesini yapar” hikâyesi…
Fakat AK Partili siyasetçileri harekete geçiren şeyin sadece Mehmet Boynukalın’ın yöneticileri âyetlerle yönetmeye davet eden ısrarlı tweetleri olduğu sanılmasın… Asıl müşkül, Özlem Zengin ve Bülent Turan’ın Boynukalın’a itiraz tweetlerinin altına yazılan yorumlar… Boynukalın taraftarlığı o kadar barizdi ki o tweetlerde, iktidarın onlara bakıp da ürkmemesi kolay değil.
Fakat suç ne Boynukalın ve benzerlerinde ne de Özlem Zengin’i ve Bülent Turan’ı linçe tâbi tutan Twitter ahalisinde… İktidar siyasetçileri başlangıç vuruşunu kendilerinin yaptığını kabul etmedikleri ve ülkeyi âyetlerle değilse de dini istismar ederek yönetmekten vazgeçmedikleri sürece imamlar susmaz; hatta sesleri çok daha gür çıkar.
Gannuşi, bir zamanlar örnek almak istediği -eski- AK Parti’yi örnek aldı ve yürüttüğü önderlikle sonuca da ulaştı: Mayıs 2016’da Le Monde’a verdiği söyleşide, Tunus’un artık bir demokrasi olduğunu, o nedenle bundan böyle Tunus’ta siyasal İslam’a yer olmayacağını belirtti, partisinin de bundan böyle dini ve siyasi faaliyetleri biribirinden ayıracağını vurguladı. Gannuşi’ye göre bu hem “çıkarları için dini manipüle etmekle suçlanmayacak” olan siyasetçiler için, hem de “artık siyasetin esiri olmayacak” din için iyi olacaktı.
Türkiye’de şu anda yaşananlar; din için de siyaset için de neyin iyi olduğunu bir kez daha göstermiyor mu?