[26 Ağustos 2020] Yukarıda, “Artemision Bronzu” veya “Denizden Gelen Tanrı” diye bilinen heykeli görüyorsunuz. İçi boş dökme tunç. Yaklaşık iki metre boyunda. Ya Zeus ya Poseidon. Sağ elinde ne tuttuğunu bilemiyoruz. Poseidon olsa, üçlü zıpkınını; Zeus olsa şimşek ve yıldırımını fırlatacak. Günümüzde bilim camiasındaki eğilim, Zeus olduğu yönünde. 1926-28 yıllarında, Eğriboz adasının kuzeyindeki Artemision Burnu açıklarında bir batıktan çıkarılmış. Batığın tarihi İÖ 2. yüzyıl. Heykelin yapılış tarihi muhtemelen İÖ 5. yüzyıl. İlk, üniversite birinci sınıfta Sanat Tarihi aldığımda karşılaşmıştım (HART 12a olmalı). Helen Gardner’ın temel ders kitabı olarak kullandığımız Art Through the Ages’ında mı? Vincent Scully’nin The Earth, the Temple, and the Gods’ında mı? Sonradan çok gittim Atina’ya. Ulusal Arkeoloji Müzesi’ndeki yerinde, etrafında dolanıp durdum.
Taraf gazetesinin ilk zamanlarıydı. Fırtınalar kopuyordu etrafında. Olumlu bir iş yapıyor ya. Suçlamadan geçilmiyordu. Ultra solcu bir sitede, genç bir çocuk çok yaşamış, çok görmüş, çok çok yukarıdan havalarda şöyle bir şeyler yazmıştı: Bir yol arkadaşı gibi görmek lâzım. Bir platform sunuyor. Kullanabildiğimiz kadar kullanırız. Sonra kendi işimize bakarız… Çok heyecanlanmıştım, böyle dürüst devrimcilerce kullanılabilir görülmekten. Aman efem. Ne demek. İltifatınız olur. Teveccühünüz olur diye yazmıştım.
Herhalde bu nedenle, şimdi bir déjà vu hissi geldi içime. Şahsen görmemiştim ama birkaç gün önce Ruşen Çakır Medyascope’tan hayli uzun (38 dakikalık) bir videoyla halkına seslenmiş anlaşılan. Geniş kitlelere tebliğde bulunmuş. “Yetmez Ama Evet” tartışmaları hakkındaymış. İçinde bir yerde, bana ve Etyen Mahcupyan’a da çatıyormuş. Bizden nefret ettiğini, bizi asla affetmeyeceğini söylüyormuş. Ama, diyormuş, Türkiye’de kalıp siyaset yapabilirler, özgürce konuşabilirler, fikirlerini söyleyebilirler. Kendi payıma, müteşekkirim. Bu ülkeden, bu zamanda, böyle bir demokratlık çıkmasını ummazdım doğrusu. Zeus hem yıldırımlar yağdırdı, hem de son anda nasılsa merhamet gösterdi. İçim rahatladı. Bu âlicenaplığa karşılık vermek ihtiyacını duyuyorum.
Doğrusu ben nefret etmiyorum, Ruşen Çakır’dan. Tersine, hemen ve kolayca affediyorum. Öyle derin ve gizemli filân değil; sığ ve kolay anlaşılır bir tip. Bir arkadaşımın deyimiyle, “kategorik temiz solcu.” Entellektüel dostluklarından bulaşan yaldızlarla birlikte, solculuğu bir kimlik, bir paye, bir madalya, bir apolet, bir hatıra gibi taşıyor ve satıyor. Bütün diğer özellikleri bu temel duruşundan çözülüp geliyor. Fakat bunlar çok insanî kusurlar. Dolayısıyla son tahlilde, hümaniter bir yardım projesi çerçevesinde hâlâ kurtarılabilir görüyorum. Biraz zor da olsa, Olimpos’tan inip düşünmeyi öğrenebilir belki. Şu birkaç yazıyı, onun ve onun gibi daha nice vülger solcunun gecikmiş öğrenimlerine gene bir katkıda bulunurum zannıyla yazıyorum.