“Saatleri Ayarlama Enstitüsü ilk bakışta bir fantezi, bir alay gibi görülmekle beraber, büyük bir ciddiyetle okunması ve üzerinde derin derin düşünülmesi lazım gelen bir eserdir. Ahmet Hamdi Tanpınar bu romanıyla bizim içtimai hayatımızın gizli noktalarına kuvvetli bir projektör çevirmiştir. Okuyanların birçoklarının gözleri bu ışıktan rahatsız olacaktır.” Böyle der Mehmet Kaplan, 1962 tarihli Çağrı dergisinde kitaba dair yazdığı kısa yazıda.
Bu tavsiyeye uyarak ilk olarak ne zaman okuduğumu dahi unuttuğum bu kitabı büyük bir ciddiyetle yeniden okudum ve üzerine derin derin düşünmeye çalıştım. “Zaman” konulu olduğu sanılan bu zamansız eserin içtimai hayatımızın gizli noktalarına ne gibi bir projektör tutmuş olabileceğini sorguladım. Hâlâ da sorguluyorum.
Rüzgârın önünde savrulup giden bir hayatın kahramanıdır romanın baş kişisi Hayri İrdal. Bu hayat gerçek manasıyla onun değildir. Anlamı bir kere yitirmiş ve daha kötüsü ya da korkuncu, onu yeniden arayıp bulmak gibi bir ümidin peşinden gidemeyecek kadar mefluç bir çaresizliğin içine düşmüştür. Fakirlikle ve mahrumiyetle geçen uzun çocukluğun ardından, zaman zaman tesadüflerle yaşadığı çıkışların peşinden yeniden çöküşler ve fakirlikler gelir. Hayat burada, tesadüfler, şanslar ve tuhaflıklarla örülü miskin bir dünyanın bekleyişidir.
Tutunduğu tek dalı olan eşini, Emine’sini de kaybettikten sonra büsbütün rüzgâra bırakır kendini. Sarhoş bir savrulma hayatın ağır yükünü unutturur gibi olur. Bilmediği uzak diyarların esintisini dinleyen bir kendinden geçmişlikle yaşamaktadır. Giderek her şeye yabancılaşır.
Hayri İrdal, içeriksiz bir hayat yaşamanın acısını hep hissettirir kitap boyunca. Ve ruhsal olarak tam bir çöküş yaşadığında ikinci kahraman olan Halit Ayarcı çıkar karşısına. O, sembolik olarak bitişin başlangıcıdır. Tam bir kurtarıcıdır yani! Bitip tükenen hayatları sermayesi yapmasını bilen kurnaz avcıdır!
Halit Ayarcı için içeriğin neredeyse hiçbir önemi yoktur. Başka bir ifadeyle, hayat içeriksiz ve şekilsiz bir hamurdur. Ona istediğimiz şekli verebileceğimiz gibi, şekil de kendi içeriğini doğurur. Söze anlamını insanlar üzerindeki etkisi verir mesela. Hayat, değil mi ki geçici ve tutarsızlıklarla dolu bir yerdir, o halde, aynı ölçüde tutarsız ve geçici olmak, içi boş sloganlardan asla müesseseleşemeyecek koca bir kurum yaratmak mümkündür. Saçma ya da komik olan insanlar değil hayatın kendisidir. Buna olan güçlü inancı hayata karşı da güçlü bir tutunma sağlar. Her şey ayarlanabilir şu hayatta; saatler, insanlar, işler, ilişkiler, dostluklar…
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Halit Ayarcı’nın sayısız fantezi projesinden biridir. Bozuk saatleri ve bozuk düzeni ayarlamak için kurulmuş, zamanı tutup yakalamak için oluşturulmuş ironik bir müessesedir. Buraya müdür atanan Hayri İrdal’ın, müessesenin tam olarak hangi ihtiyaca cevap vereceğini sorgulaması üzerine Halit Ayarcı şöyle der: “Dostum, işler bizden sonra dünyaya gelmişlerdir. İşleri onları görecek adamlar icat eder. Biz de bunu icat ettik. Bunu bizden evvel kimsenin düşünmemesi veya başka şekilde düşünmüş olması müspet olmasına mani midir, sanıyorsunuz? Biz bir iş yapıyoruz, hem mühim bir iş…Çalışmak, zamanına sahip olmak, onu kullanmasını bilmektir. Biz bunun yolunu açacağız.” (s.250).
Bir başka sefere Hayri İrdal yine benzer git-geller yaşamaktadır. İşe alınan onca kişinin tam olarak ne yapacağını anlayamadığını söylediğinde bu kez de şöyle karşılık verir Halit Ayarcı: “Çaresini bulacağız…Herkes kendisine, tayin olunduğu vazifenin adından bir iş çıkaracak. Zaten kurulur kurulmaz bir tamimle bütün arkadaşlardan rica edeceğim bunu…Ve tabii onlar da yapacaklar. Boş durmayacaklar ya…” (s.275).
Halit Ayarcı, hemen herkesi bu gibi yollarla ikna ettikten sonra, zamanın ve realitenin dışında ne kadar insan varsa hepsini işe alır ve sonra bu olmayan işi gerçekte “olmayan” insanlarla yapmak için sayısız kadro ve tahsisat uydurur. Bu müessesede herkese iş vardır kısacası. Esas olan, verilen hizmet değil kurumun kendisidir. Bu yönüyle, kitap sert bir bürokrasi eleştirisidir. Şarkın bitmeyen liyakat meselesi de tam bir alaycılıkla çözüme kavuşturulur.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Belediye Reisi ikna edilerek bir şekilde kurulduktan sonra sıra kimlerin alınacağına gelir. Öncelikle ecnebi alınmamasına karar verilir. Halit Ayarcı, ecnebiye karşıdır; “Bütün kirimiz, pasımız burada. Buraya ecnebi alamayız. Bozar, mahveder. Anlamaz” (s.242). Buna karşılık Belediye Reisi de aynı fikirdedir: “Doğrusu ecnebiyi ben de istemiyorum. Hem laf anlatması güç oluyor, hem yadırgamalarına tahammül edilmiyor. En tabii şeylere bile intibak edemiyorlar.” (s.242).
Halit Ayarcı bunun üzerine tam bir “milli” duruşla, “Biz mütehassıslarımızı kendi aramızdan yetiştireceğiz” der (s.242). Sonrasında sıra, bu “kendi aramızdan” dediği kişilerin nasıl alınacağına gelir. Belediye reisi, liyakat-dışı atamaların halkta dedikoduya ve eleştirilere sebep olacağından endişe edince, Halit Ayarcı her zamanki iş bitiriciliğiyle şöyle söyler:
“Biz bu meseleyi hallettik. Müessesemize tam referansı olmayan, iyi tanımadığımız kimse giremez. Bunun için de prensibimiz gayet sağlam. Memurlarımızın yarısı, kendi akraba ve yakınlarımız olacak. Yarısı da dışardan güvendiğimiz yüksek insanların tavsiyelileri. Böylelikle her nevi dedikoduyu önlemiş olacağız…”
Belediye Reisi: “Demek imtihan yapmayacaksınız?”
“Hayır, asla…”
“Şehadetname, filan?”
“Hayır efendim, hayır…Onlar alelade memuriyetler için lazım gelen şeylerdir. Halbuki bu, hayatın bizatihi kendisi olan bir iş. Memur değil, mütehassıs ister…Hem böylece barem müşkülatından kurtuluruz.” (s.244).
Halit Ayarcı, yalanı yalan olmaktan çıkaran insanlardandır. Kaplan’ın değerlendirmesiyle, “Hiçbir içtimai, ahlaki ve de dini kıymete inanmayan korkunç bir şarlatandır.” Oysa Hayri İrdal, tam aksine, hayatı boyunca yalan bir hayattan kaçmıştır. Hep bilmediği bir şeylere inanarak ve şarkın hastalıklarından muzdarip olarak yaşamıştır. Yalandan yapamadığı için yapamamıştır biraz da. Buna karşılık Halit Ayarcı onu düştüğü yerden tutup zirvelere taşıyacaktır ama bir şartla: yalanı yalan gibi görmekten kurtulmalıdır. Yalanın yalan olmadığına inanmalıdır. Bu durum karşısında şöyle der Hayri İrdal: “Hayatım denen bu kalp akçeyi başka türlü sürdüremezdim. İnsanlar benim böyle olmamı istemişlerdi. Yalancı idim.” (s.190).
Roman, baştan sona bu iki zıt karakterin şahsında eski ile yeninin, doğu ile batının, şimdiyle geçmişin, kişiyle toplumun karşılaşması ve hesaplaşmasıdır. Romandaki herkes, yaşayamadığı ve öfke duyduğu bu hayattan intikam alma, hesap sorma halindedir içten içe. Bir toplum, yalanı ortaya çıkaramadığı için giderek batmaktadır.
Toplumun kayıtsızlığına karşın insanlardan bazıları, kendi kendilerinden öç almaktadırlar. Ancak böyle yaptıklarında yalanı yalan olmaktan çıkarabilmekte ve acılarını az da olsa dindirebilmektedirler çünkü. Hayri İrdal, ümitsizliğin en karanlık ve çaresiz diplerinden çıkmaya, kurtulmaya çalışmayarak kendisini en ağır şekilde cezalandırmaktadır. Onun farkı, dış dünyasıyla iç dünyası arasındaki kapatılamaz açığı karanlıkta bırakması, zamanın ve realitenin dışına çıkarak var oluşun acılarından kurtulmaya çalışmasıdır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Kaplan’ın da belirttiği gibi, alaycı bir eserdir. Zamanın ve realitenin dışında yaşayan, gerçeklik kaybıyla malûl insanların hayatla dalga geçen boş vermişliklerinin anlatıldığı, alay ve istihzanın, bir noktadan sonra insanı çürüten abesliğinin romanıdır. Ne iş olsa yapabilen ama gerçekte hiçbir şey yapamayan karakterlerin içine düştükleri buhrandan çıkış ümidi kalmadığında nereye savrulabileceklerinin hikâyesidir.
Bu insanlar, “hayat kuklaları”dır Hayri İrdal’a göre; “Hayat, kendi şeklini yaratmazsa böyle olur…çoğunu tanıdığım bu insanları hep bir çeşit aralıkta yaşıyorlarmış gibi düşündüm. İsterseniz onlara kapının dışında kalanlar da diyebiliriz. Muasır zamana girememiş olmanın şaşkınlığı içinde yarı ciddi, yarı şaka, tembel bir hayat! Öyle bir mazi falanla pek alakası olmasa gerek!” (s.135).
Tanpınar’ın bu romanı neden yazdığı, yani, kitapta üstesinden gelmeye çalıştığı meselesinin tam olarak ne olduğu belli değildir. Kimilerine göre onun için her zaman önemli bir konu olan “zaman” meselesini bir kez daha ele almıştır. Kimilerine göre, eski usul yaşantımızın bilinç-dışında sürdürülen yansımasıdır. Ya da Cumhuriyet bürokrasisinin içine düştüğü garipliklerin sembolik bir anlatımı diyenler de vardır. Nereden bakılırsa bakılsın, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, irrasyonelliklerin romanıdır. Akla hükmeden ve tam da bu nedenle zamanı kaybeden duyguların çelişkili dünyasıdır. Geleneğin baş kaldırısı karşısında aklın çaresiz kalışını, modern olanla baş edemeyen bir dünyanın karşı koymasındaki gariplikleri anlatır.
Kitap, Şark’ın amaçsızlığı, zamanı tutup kontrol edememe, realitenin efendisi olamama, yalanlardan sıyrılamama, kendi ahlakıyla yaşayamama, bir “şark fatalizmi” halinde iradenin yok oluşu ve insan ilişkilerinin anlamsızlığıyla yaşanan uyduruk hayatların macerasıdır. Bu bir tutarsızlıklar ve çelişkiler romanıdır belki de. “Yaşadıkları çağın vazıh şuuruna ulaşamayanların” tefrikasıdır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, olanca kafa karışıklığımızın romanıdır: “Hiçbir şeyin birbirini tutmadığı ve her şeyin en şaşırtıcı şekilde birbirine bağlı olduğu bir dünyada, bilmediğimiz bir yerde kopan bir fırtınanın getirdiği enkazdan yapılmış bir panayırda imişim gibi yaşamaya başladım. Bu fırtına nerede kopmuştu? Hangi tuhaf ve zıtlarla dolu alemleri yapma etmiş yahut nasıl karmakarışık bir armadayı böyle didik didik savurmuş ki bize kadar getirip önümüze yığdığı şeylerin hiçbirini asıl kendi çehrelerinde tanımamıza imkan yoktu. Her şey bir hokkabaz şapkasından çıkar gibi birbirinin peşinden birbirine takılı geliyordu. Bu yaşanırken çok rahat, sonradan üzerinde düşünülünce bir kabus gibi sıkıcı bir şeydim.” (s.143).
Tanpınar’ın bu kitabı yazarken kafasından geçenler tam olarak neydi, neden yazmıştı bilinmez ama bana öyle geliyor ki bu bir teselli kitabıydı. Bu sayede zamanın dışına düştüğümüzde teselli olunsun diye yazılmıştı.