2016/2017 sezonunda Ankaragücü protokolunun Amedsporlu yöneticileri, misafir filan demeden haysiyetsizce linç etmesi, bütün Amedspor camiasının kalbini çok kırmıştı. Herkesin bakışlarında, yıllardır biriken acıya yeni ve hazmı çok güç bir keder eklemişti. Ankaragücü’yle ilgili her çağrışım sadece bu sefil hadiseyi yeniden canlandırmıyordu; hafızayı âdetâ öfkeyle yeni baştan üretiyordu. Şimdi, maç günü yaklaştıkça, şehirdeki tansiyon çok arttı. Amedspor yönetimi, öfkeli duyguları kontrol etmek için neredeyse kendi taraftarını tehdit edecek noktalara kadar sürüklendi. Kısmen tansiyonu düşürme hamlesi eski Ankaragücü başkanı Faruk Koca’dan geldi. Amedspor Yüksek İştişare Kurulu üyelerini ziyaret eden Koca, “Ankaragücü adına özür’’ diledi. Bu adım çok kıymetliydi ama Ankaragücü kurumsal olarak bu özürün arkasında durmazsa, korkarım ki Koca’nın özürü, öfkeli hafıza için teskin edici ilaç olma hüviyetini kazanamaz.
Maç başladı ve ilk yarım saatin sonunda Amedspor’un Ankaragücü’nden çok daha iyi bir takım olduğu ortaya çıktı. Sadece sol kanatta Gradel ve Ömer Bayram’ın geliştirdiği ataklar, Ankaragücü defansını zorlamakla kalmadı, aynı zamanda her atak girişimi defansın dengesini net olarak bozdu. Üstelik bu proaktif gösteriyi, Ömer Bayram neredeyse tek başına yaptı. Sol koridorun defans derinliğinde Uğur Adem ve Cassubie olmasına rağmen, Ömer Bayram, kendi topunu kullandıktan sonra defans arkasına koşuyu yalnız başına yapıyordu. Onun alan yaratan ya da defans aldatan koşullarına paralel koşuları yapmak ya diğer oyuncuların aklına gelmiyordu, ya da bu özgürlük sadece Ömer Bayram’a tanınmıştı.
Ama ne olursa olsun tam bu bağlamda bir tuhaflık vardı; çünkü Ömer Bayram her delici koşusuyla sonuç alıyordu ve Servet Çetin de bunu görüyordu. Ömer Bayram’dan başka hiç kimseyi o bölgeye göndermemesi bir teknik adam eksikliğiydi. Aynı şey, sağ kanatta pasif bir şekilde ama tam tersine gerçekleşiyordu. Yılmaz, rakip arasına ya da arkasına koşu yapmak yerine ikinci bölgenin merkezine gelip sırtı dönük top almaya çalışıyordu. Bir önceki maçta da aynı hareketleri yapmıştı. Üstelik çevre kontrolü yapmadan ve zamanın büyük bir bölümünü topları kontrol etmek için harcarken, dikkatsizliği bir dizi güzelim pozisyonun heba olmasına neden oluyordu. Artık Yılmaz’ın bu dikkatsiz ve disiplinsiz davranışları görmezlikten gelinemezdi ve nitekim Servet Çetin buna müdahale ederek, ikinci yarıya onun yerine oyuna Lovriç’i alarak başladı.
Doğrusu, Lovriç tercihinin hangi saiklerle yapıldığını anlamak benim için mümkün olmadı. Lovriç’i ikinci bölgenin kenar çizgisinde konumlandırmak, nasıl bir oyun üstünlüğüne yol açacaktı? Aynı mahkûmiyeti Lovriç’ten daha güçlü ve hazır olan Yılmaz yaşamışken, pozisyon oyunu gereği Lovriç’den başka bir şeyler beklemek inanılmaz bir buluş olabilir miydi? Lovriç güçsüz; dolayısıyla temposunun bir işe yaraması isteniyorsa, onun koşu yollarına atılacak toplardan verim alınabilir ancak.
Orta göbek organizasyonundan söz etmek lüks, çünkü orta göbek pek düşünülmüyor. Oysa gol oradan geldi. Traore’nin harika vuruşu ve arkasından gelen o büyük sevinç seli, orta göbeğin oyun organizasyonunda nasıl belirleyici bir rol oynadığını herkese gösterdi.
Amedspor oyununun “oyun boyu” çok uzun. Bu uzunluk bir dizi hatanın da nedeni. Oyun boyu uzun olduğu için takım ön alan baskısı yapamıyor. Nasıl yapsın ki? Bloklar ve oyuncular arası mesafeler hangar gibi. Bu anlayış ile kompakt bir takım olabilmek mümkün değil. Bu anlayış ile çoklu alan presi yapmak hayal. Çünkü hiçbir oyuncu, bu kadar uzun boylu bir oyunda mevkisini terk etme riskini göze alamaz. Bu riski göze alacak tek kişi teknik direktördür. Boyu uzun oyunun sebep olduğu olumsuzluklardan biri de, sürekli olarak yan ve geriye pas oynamayı teşvik ediyor olmasıdır. Daha kısa boylu oyunda hiçbir futbolcu bu kadar yan ve geri pas yapmaz. Çünkü hatlar ve bloklar yakın durur ve bu yakınlık, yanlış atılan bir topun kısa sürede geri alınacağına dair, herkese daha çok güven verir.
Uzun boylu oyunun tahribat yaptığı esas mesele, pas bağlantılarının felçli halidir. Pas – iade pas ilişkisinde uzun mesafe öldürücüdür. Oyuncular mesafe uzun olduğu için kolay seçenek olamıyor; yine mesafe uzun olduğu için, aynı pozisyon içindeki konumunu devam ettiremiyor ve gözü mevkisinin savunmasında kalıyor.
Meseleyi daha iyi anlayabilmek için, bu maç özelinde basit bir soru sorarak mevzuyu kapatayım istiyorum. Amedspor bütün maç boyunca ve özellikle de ikinci yarıda Ankaragücü defansının açılış paslarına hiç baskı yapmadı. Dakika 80’de bile, Ankaragücü hiçbir baskı görmeden topu rahatlıkla oyuna sokabiliyordu. Peki ama neden? Ankaragücü, Amedspor’dan yetenekli ve daha kaliteli bir takım mı? Hayır değil. Ankaragücü Amedspor’dan daha pahalı bir takım mı? Hayır değil. Ankaragücü, Amedspor’dan tecrübeli bir takım mı? Hayır değil. Kısacası Ankaragücü hiçbir niteliğiyle Amedspor’dan üstün değil. Peki o zaman görüp şaşkınlık yaşadığımız o rahatlık nereden geliyordu? Servet Çetin’in oyun algı ve yaklaşımlarından. Sezonun ilk on haftasında, ısrarla bu takım güçsüz kuvvetsiz diyen bendim. Ama aradan 9 hafta daha geçti. Bu mazeret artık para pul etmez.
Amedspor birinci bölgede pas ve seçenek yapılarını acilen yapılandırmalı; birinci bölge ve ikinci bölge ilişkilerinde bağlantı yapı ve örüntüler mutlaka inşa edilmeli. Hücum ederken kanatlar kadar göbek de kullanılmalı ve özellikle de ikinci topları kazanma planı mutlaka yapılandırılmalıdır. Duran top çalışmasında hiçbir yaratıcı versiyon görünmüyor. Bu maçta bile, kırk korner kullanıldı; hepsi karpuz atar gibi ceza sahasına fişeklendi.
Hiç kimse kusura bakmasın, artık top Servet Çetin’de; ev ödevini iyi çalışmalı ve bu takıma bir teknik adamın eli değiyor hissini uyandırmalıdır. Ankaragücü’nü yenmek harika bir duyguydu; üç puanı haneye yazıp beşinci sıraya yükselmek de öyle, ama sorunlarımızı da görmezlikten gelemeyiz. Biz gelsek bile haftaya Karagümrük kesinlikle gelmez ve cezayı keser.