“Trump dönemi” diye bir dönem yaşadık. “Trumpçılık” diye tanımlanan bir yaklaşım, siyasi literatüre girdi: Devletler arasındaki ilişkiyi kurallara önem vermeden yönetmek… Kurumları yok saymak… Diplomatik gelenekleri bir yana itip, saygısız, ölçüsüz bir ilişkiler biçimi oluşturmak… Demokrasi, insan hakları gibi evrensel hukuk ve etik prensiplerini fazla önemsememek… Hak ihlallerini canının istediği gibi yorumlayıp, bir ilkesizlik oluşturmak… Trump’ın kendine özgü “tavır”larından biz de payımızı aldık: Bir gün kardeş oldu, ertesi gün, ekonomimizi batırmakla tehdit etti.
Rahip Brunson’un serbest bırakılması konusu ve birkaç açıklama dışında, insan haklarına dair pek bir tepkisini göremedik. Sonuç olarak, bu popülist ve popüler politikacının dönemi kapanıyor. Radikal sağ, tüm dünyada yetim kalıyor. Trump seçimi kaybetse de “Trumpçılık” yaşıyor: Dünyanın birçok yerinde (tabii Türkiye’de de) hâlâ Trump fanatikleri var. Bu fanatikler arasında kadınlar, Meksikalılar, siyahlar da bulunuyor.
Biden-Türkiye ilişkisi
Biden, yakın geçmişteki bazı çıkışları nedeniyle Türkiye’de iktidar çevrelerince ihtiyatla karşılanıyor. Bu anlaşılabilir bir durum. Güçlü kurumları olan, devlet geleneği sağlam olan bir devletin başına şimdi Biden geçiyor. ABD çıkarlarını Trump tarzında savunmasa da o da genel ABD siyasetinin bir parçası olacaktır. Tabii öngörülemez, ne zaman ne diyeceği bilinemez bir siyasetçinin, hele de ABD gibi bir devletin başında olması yerine daha kurallara bağlı görüşleri netleşmiş, öngörülebilir bir siyasetçinin gelmesi önemli.