Winston Churchill, demokrasinin ne denli zor bir rejim olduğunu anlatmak için bir keresinde “Demokrasinin kolay bir rejim olduğunu düşünenler, bir gün Londra metrosuna inip bir konuda vatandaşları ikna etmenin güçlüğünü tecrübe etmeliler” mealinde bir lâf etmişti. Gerçekten demokrasi zor bir yönetim şekli; çünkü varlığının zorunlu kıldığı unsurların (ifade özgürlüğü, oy verme hakkı, örgütlenme özgürlüğü, serbest ve adil seçimler vb) yanı sıra, kendisini muhafaza, tahkim ve teşvik edecek bazı kolaylaştırıcı unsurlara da ihtiyaç duyar.
Siyasi liderlerin demokrasiyi içselleştirmiş kişiler olmaları, demokrasinin konsolidasyonunu sağlayan bu kolaylaştırıcı unsurlardan biri. Bir ülkede demokratik değer ve ilkeleri savunan, bunların gerekliliğini ve meşruluğunu siyasetlerinin merkezine yerleştiren liderlerin varlığı, demokrasinin başarılı ve istikrarlı olma ihtimalini güçlendirir. Demokrasiyi benimsememiş ya da kerhen kabullenmiş liderler ise demokrasi için ciddi bir tehdit oluşturur.
Popülistler, bu bağlamda, demokrasinin kısa ve uzun vâdede baş etmesi gereken önemli bir problemdir. Öncelikle demokrasilerde iktidar seçim sandığından çıkar ve çoğunluğa dayanır. Dolayısıyla her siyasetçi az ya da çok popülist söylemlere müracaat eder. Halkın hoşuna giden sözler söyler, büyük vaatlerde bulunur ve duyguları harekete geçirmek ister. Hülâsa, demokrasilerde bütün siyasetçiler, popülizmden şöyle ya da böyle nasiplenir.
Turpun büyüğü
Lâkin bugün “popülist siyasetçi” veya “popülist lider” derken kastedilen bundan daha fazlası, daha komplike olanıdır. Anlatılmak istenen, “biz” ve “onlar” ayrımını keskinleştiren; “biz”i “gerçek halk” olarak görüp “onlar” dediklerini gayrimeşru ilan eden; halkın tek temsilcisi olduğu iddiasını taşıyan; seçimi tanıyan ama seçim sonuçlarına ancak kendi istediği sonuçlar çıkması kaydıyla saygı gösteren bir siyaset anlayışıdır.
Trump, bu anlayışın en tipik ve ABD’nin başında bulunması hasebiyle de en etkili örneğiydi. Başkanlık yaptığı dört yıl, ABD için çok ilginç bir dönem oldu. Her hareketi ve her mesajı tuhaftı ama turpun büyüğünü en sona saklamıştı. Zira Biden’in seçimleri kazandığının resmen tescil edileceği Kongre’yi taraftarlarına bastırması, herkesi hayrete düşürdü. Trump’ın kışkırttığı destekçilerinin, kaybettikleri bir seçimin ardından iktidarın demokratik değişimini engellemek için kaba güç kullanmaları, işi bu dereceye vardırmaları, hem Amerika hem de dünya için şoke ediciydi.
“Ayak takımı”
Aslında Perşembenin gelişi Çarşambadan belliydi. Zira Trump, geride bıraktığımız yıl boyunca seçimlerin üzerine gölge düşürmek için çalıştı durdu. Seçimin yapılmasını engellemek, engelleyemiyorsa seçmeni manipüle etmek ve kaybederse de seçimin meşruiyetini tanımamak için elinden geleni ardına koymadı. Seçim görevlilerini, Cumhuriyetçi valileri, yerel ve federal yargı mensuplarını, nihayetinde Başkan Yardımcısını baskı altına almaya ve sandıkta kaybettiği iktidarı hileli yollara saparak elinde tutmaya uğraştı.
Fakat çaldığı tüm kapılar yüzüne kapandı. O da son bir hamle olarak, destekçilerini Kongre’ye saldırttı. Amerikan demokrasisini ve yaşam tarzını simgeleyen Kongre’ye yapılan bu saldırı, hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından bir “kalkışma” olarak nitelendi. Kalkışma “ayak takımı” ile sınırlı kaldı ve kısa sürede bastırıldı. Pabucun pahalı olduğunu anlayan Trump ânında çark etti ve öncesinde “vatanseverler” diye selâmladığı saldırganları daha sonra “demokrasi düşmanı” ilan etti.
Demokratların ve Cumhuriyetçilerin imtihanı
Elbette bu hengâmenin çok önemli siyasi sonuçları olacak, hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar için. Evvelâ, yaşananlar Cumhuriyetçiler üzerinde ağır bir tahribat yarattı, parti büyük bir sarsıntı geçirdi. Başta Pence olmak üzere Cumhuriyetçilerin bütün ağır toplarının Trump’la aralarına uzun ve geniş bir mesafe koymalarından anlaşılıyor ki, Trump’ın ve ailesinden herhangi birinin artık bu partide önemli bir pozisyon işgal etmesinin imkânı kalmadı. 20 Ocak’tan sonra muhtemelen büyük çaplı bir onarım süreci başlayacak ve Cumhuriyetçi Parti, Trump zehrinden arınıp kimliğini yeniden inşa etmek için yoğun bir mesai sarfedecek.
Demokratların da işi kolay değil. Trump gibi birinin söylemlerinin toplumun önemli kesiminde yankı bulması, merkez siyasetin insanların beklentilerini ve taleplerini karşılamada yeterli bir performansa sahip olmadığının bir göstergesi. Evet, Trump yenildi ama gerçek bir zafer ancak keskin kutuplaşmayı aşabilecek bir siyasetin üretilebilmesiyle mümkün. Eğer aşırı söylemlerin üzerine oturabileceği zemin ortadan kaldırılmazsa, bugün Trump gider ama yarın onun yerini bir başka aşırı alır. Dolayısıyla Demokratları, aşırılığa prim tanımayan bir toplumsal atmosfer yaratmak gibi ağır bir sorumluluk bekliyor.
Alarm zilleri
Merkeze talip olan siyasetçiler için Trump tecrübesi, popülizme karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğine dair önemli dersler içeriyor. Bir popülist dalgaya karşı başka bir popülist dalgaya yaslanmak -sağ popülizme karşı sol, sol popülizme karşı da sağ popülizm- çare değil. Aynı şekilde, akıl almaz vaatlerde bulundukları ve saçma sapan tezler ileri sürdükleri için popülistleri ciddiye almamak da çare değil. Aksine, hafifsemek, küçümsemek ve alay etmek, zaten elitlere karşı halkın yanında durduklarını iddia eden popülistleri güçlendirebilir. Trump’ın 74 milyon oy alması, bu meyanda, demokrasiyi savunanlar için alarm zillerini çaldırtmalıdır.
ABD güçlü kurumları, anayasal sınırlar içinde hareket eden kamu görevlileri, bağımsız yargısı ve gerektiğinde kendi liderine sırt çeviren basiretli politikacıları ile bu musibeti atlattı. Ancak Trump hadisesi, gözünü iktidar hırsı bürümüş bir popülistin yerleşik bir demokrasi için bile ölümcül olabileceğini açık bir şekilde gözler önüne serdi. Tehlike şimdilik atlatıldı ama tamamen ortadan kaldırılmadı. Asıl mücadele ve sınav, Trump’tan sonra başlayacak.
(*) Kürdistan 24, 13.01.2021