“Küresel işgale benziyor bu. Yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışıyorlar. Tek bir dünya hükümeti kurmaya çalışıyorlar. Dünyadaki 180 ülkeyi kendilerine bağlı hale getirmek istiyorlar. Bu ülkelerin bütün doğal kaynaklarını, insan gücünü merkezi bankacılık sistemi aracılığıyla tekelleştiriyorlar. Diğer ülkeleri bu merkezi bankacılık sistemi aracılığıyla köleleştirmeye çalışıyorlar. ”
Büyük resmi gören bu dünya analizi, dün çıkan bir köşe yazısından, televizyon tartışmalarının müdavimlerinden bir rektör, profesör ya da araştırmacı/yazarın konuşmasından veya Twitter ya da Facebook’ta binlerce kez paylaşılmış bir mesajdan değil.
Türkiye’de ortalama vatandaşın önemli bir kısmının da duyunca “Aynen öyle” diyeceği bu çok tanıdık, bildik analiz, iki gündür herkesin haline güldüğü, “manyağa bak” dediği, Kongre’yi basan o yarı çıplak, boynuzlu adama ait.
Adamın adı Jake Angeli. 32 yaşında. Kendisine “Q Şamanı” diyor ama Amerikan yerlisi değil, Arizonalı buz gibi bir beyaz.
Eski bir oyuncu ve seslendirmeci.
Tabii sıkı bir Trump taraftarı.
Bu konuşmayı da artık tarihe “Kongre Baskını” olarak geçen olaylar öncesi Avusturya televizyonuna verdiği 10 dakikalık röportajda yapmış.
Yer altında gizli askeri tesislerde geliştirilip insanlığa açıklanmayan ileri teknolojilerden, 5G sinyalleriyle nasıl zehirlendiğimizden, aşıyla bize çip yerleştireceklerinden, dünyayı yöneten güçlerin kirli oyunlarından bahsediyor.
Üzerine bir gömlek giydirilip, boynuzlarını bir kaç saatliğine çıkarmaya ikna edilebilirse, Türkiye’deki televizyon tartışmalarında kanal kanal gezdirilebilir, kimse de bu adam ne diyor demez.
Angeli, evet, bir miktar kafayı yemiş.
Bizzat kendisi, üçüncü gözü açık bir şaman olarak küreselcilerle bambaşka boyutlarda mücadele ettiğini söylüyor.
Bir şaman olduğu için de Ocak ayında Washington’daki gösteriye yarı çıplak gelmiş.
Vücudundaki dövmeler Germen ve İskandinav mitolojisine ait semboller.
Yggdrasil; çam ağacının atası olan Germenlerin kutsal ağacı. Mjölnir; İskandinav mitolojisinin en güçlü tanrısı Thor’un baltası. Valknut; Neo-nazi ve aşırı sağ grupların kullandığı Viking sembollerinden biri.
Bizdeki aşırı sağcılar, milliyetçiler Göktürk alfabesiyle yazılmış Türk kelimesini dövme yaptırıp arabalarının arkasına yapıştırdığı gibi, Batı’daki aşırı sağcılar da tarih boyu Hristiyanlık öncesi hep Germen ve İskandinav mitolojisinin en ari sembollerine sığındılar.
Bir çeşit Selefilik bu.
Ama Angeli bir Beyaz ırkçısı, neo-Nazi değil.
Yüzünü savaşa giden Kızılderililer gibi boyamış, tabii Amerikan bayrağı renklerinde. Kafasına geçirdiği çakal kürkünü açıklarken Kızıldereli kabilesi olan “Navaholara göre çakalların hileci, kötü niyetli bir güç” olduğunu söylüyor; onun üzerine kondurduğu bufalo boynuzlarının amacı da düşmana korku salmak.
Çünkü Arizona’dan Washington’a savaşmaya gelmiş.
“Küreselcilere, komünistlere, pedofillere, tecavüzcülere ve katillere” karşı savaşmaya…
Ülkesi için vatan hainlerine, kötülere karşı savaştığına o kadar inanıyor ki o kılıkta, o boynuzlarla kapıları geçti, Senato’nun içine girdi, başkanın kürsüsüne kadar çıktı.
Elinde taşıdığı pankartıyla.
Pankartın bir yüzünde “WTF Arrowhead? Neden logon pedofillerin kodu?” yazıyor.
Arrowhead Arizona’daki büyük bir AVM. Her yerde karşımıza çıkabilecek türden logoları, FBI’ın pedofillerin kullandığını düşündüğü bir sembole benziyor.
Pankartın diğer tarafında “Beni Q gönderdi” yazıyor.
Peki “Q” ne demek? “Q Şaman” ne demek?
Neden sürekli küreselcilerden ve pedofillerden bahsediyor?
Aslında bunun cevabı için dört yıl önce Washington’daki bir pizzacıya gitmeliyiz.
4 Aralık 2016 günü Kuzey Karolina’dan kalkıp Washington’a gelen 28 yaşındaki Edgar M. Welch adında bir adam, askeri tüfeğiyle Washington’daki bir pizzacıya girip havaya ateş açtı ve pizzacının gizli odalarını aramak istedi.
Genç adam binlerce kilometre uzaktan Washington’a insanlık namına gelmişti: Comet pizzacısının gizli bodrum katında pedofil çetesi tarafından köle olarak tutulan çocukları kurtarmak için.
Ama polis gelene kadar silahıyla arama yaptığı lokantada gördü ki, pizzacının çocukların tutulduğu bir bodrum katı yoktu. Cesetlerin saklandığı içi boş, dev bir soğutucu odası da…
Fotoğraflarda pedofil çarkındaki Obama’nın ping pong oynadığı görünen geniş sütunlu koridor ve orada bir ping pong masası da bulamadı.
Hiçbir şey 4Chan ya da Reddit sitesinde okuduğu Pizzagate skandalındaki gibi görünmüyordu.
Türkiye’de Ekşi Sözlük, Onedio siteleri tarafından çevrilen; Sabah gazetesi, Takvim, Yenişafak ve OdaTv’nin haberlerini yaptığı; Clintonlar, Obamalar, Oprah Winfrey, Tom Hanks gibi isimlerin içinde olduğu iddia edilen bir pedofil ağı hakkındaki Pizzagate skandalını herhalde herkes hatırlayacaktır.
Nasıl unutulabilir ki?
Dünyanın bu komplo teorisinin merkez medyaya kadar çıkabildiği, üzerine köşe yazılarının yazıldığı bir kaç ülkesinden biriydi Türkiye. Anti-Amerikancılık için her şey mübah olduğundan, bu komplo teorisi de çarşaf çarşaf yayınlanmıştı.
Komplo teorisi, Wikileaks tarafından mailleri hacklenen Demokratların lobicilerinden, Hillary Clinton’ın kampanya şefi John Podesta’nın e-postalarında geçen bazı kavram ve ifadelerin aslında pedofil şifreleri olduğu üzerine kurulmuştu.
Yemeğe düşkün bir İtalyan olan Podesta’nın müdavimi olduğu Washington’daki Comet Pizzacısı da içinde başkanların, işadamlarının olduğu pedofil çetesinin merkezine yerleştirilmiş.
“Commet Pizza” adı ya da oradan “Cheese Pizza” istemek baş harfleriyle “Child Porn”a bağlanmış.
Pizzacının tabelasındaki ay yıldız sembolleri ise Şeytanın sembolleriymiş.
(Bu komplo teorisini Türkçeye çevirenler, teorinin bu ay-yıldızlı kısmını herhalde Türk okurların kafası karışmasın diye nedense atlamışlar.)
Teoriye göre, pizzacının sahibi olan James Alefantis, Rotschild ailesinin bir mensubuymuş ya da onların soyundan gelen biri. Yani kötülüğü genetik.
Soyadı bile Fransızca “L’enfant” yani “çocuk” anlamında bir şifreye tekabül edecek kadar kumpas için doğmuş biriymiş.
Komplo teorisinin en ikna edici fotoğraflarından birinde, pizzacının sahibi olan Alefantis, Fransızca “J’adore (kalp işaretiyle) L’Enfant” (Çocukları seviyorum) yazan bir t-shirt giymiş olarak, iki yarı çıplak adamın arasında görülüyor.
Komploya göre, çok gizli pedofil çetesine ev sahipliği yapan adam, boş bulunup olayın t-shirtini giyip ortalıklarda dolaşmış, bir de bu fotoyu Instagram hesabında paylaşmış.
Halbuki o t-shirt’ü giymiş adam pizzacı değil. Washington’daki L’Enfant adlı başka, eski bir restoranın sahibi.
O restoran adı da Amerikan bağımsızlık savaşında İngilizlere karşı George Washington’ın emrinde hizmet eden Fransız kolonist Pierre-Charles L’Enfant’dan geliyor.
Daha fazlasını merak edenler, New York Times’in Pizzagate komplosundaki bütün iddiaları tek tek çürüttüğü haberine bakabilir.
https://www.nytimes.com/interactive/2016/12/10/business/media/pizzagate.html?searchResultPosition=1
Tabii bu iddiaya inananlar için New York Times da bu küreselci çetenin sözcüsü.
Onun yerine, 4Chan sitesinde Pizzagate skandalını deşifre eden “Q” adlı gizli hesabın yazdıklarına inanıyorlar.
Takipçilerine göre “Q” devletin en gizli bilgilerine ulaşma izni olan ve bunu vatanseverlik gereği halkla paylaşan üst düzey bir devlet yetkilisi.
Ya üst düzey bir asker ya da bir istihbaratçı.
Tek bir kişi de değil.
ABD’yi ele geçiren bu küreselci çeteden, pedofillerden ülkeyi geri almaya çalışan vatansever asker, siyasetçi ve istihbaratçıların sözcüsü.
Bizdeki karşılığı biraz Fuat Avni, biraz Polat Alemdar, biraz aksaçlılar, biraz sosyal medyada İttihatçı fedailerini kendilerine profil fotoğrafı yapmış gizli hesaplar.
Takipçileri de kendilerine “anonim” kelimesinin İngilizcesinden hareketle “anon” adını veriyor.
“QAnon” kelimesi de gruba işaret ediyor.
“Q” harfini seçmesi de boşuna değil. Çünkü “Q” (qualified) çok gizli devlet belgelerine giriş iznine referans eden bir harf.
Bundan sonraki kısmı iki sene önce QAnon üzerine bu köşede çıkan yazıdan okuyalım bir kere daha:
Q’nun verdiği şifreli bilgiler şöyle özetlenebilir: Bütün dünyayı ve tabii ABD ‘yi yöneten derin devlet ve gizli cemiyet Trump’ı devirmeye çalışıyor. Çünkü Trump, bu derin devletin ve gizli cemiyetin izni olmadan uzun süredir iktidara gelmiş ilk ABD başkanı. Devletin içindeki Q gibi iyi insanlar ve vatanseverler de bu oyunları bozuyor ve Başkan’ı koruyor.
Başkan korunmalı çünkü daha önce bu gizli cemiyetin hedefinde olan başkanlardan Kennedy bir suikastla öldürüldü, Ronald Reagan da suikast girişiminden kurtuldu.
Şimdiki hedef de Trump.
“Gizli cemiyet”ten ne kastettikleri bize çok tanıdık gelebilir.
İçinde CIA’in, Rothschild Ailesi’nin, Soros’un, Papa’nın, Avrupa Birliği’nin, Kraliçe’nin de olduğu dünyayı yöneten güçler bunlar. Yani bir nevi üst akıl.
Bütün savaşları bunlar çıkarmakta, insanlığı fakirleştirmekte, ırk ve din ayrıştırmaları yaratmakta, besinleri zehirlemekte, insanları ilaçlara mahkum etmekteler.
Tabii ki 11 Eylül saldırısından, IŞİD’e kadar aklınıza gelecek her şey de bunların komplosu (“false flag” operasyonları).
Tabii ki bu gizli cemiyet yıllardır Beyaz Saray’a da kendi adamlarını yerleştirdi. Bush ailesi, Clintonlar ve “Hüseyin” diye bahsedilen Obama bu gizli cemiyetin kuklaları. Son olarak Hillary Clinton’u sokmaya çalıştılar ama başaramadılar.
İşte Trump bu gizli cemiyetin, ABD derin devletinin hesaplarını bozdu. Onu başkan adaylığına bu gizli cemiyete karşı savaş veren generaller ikna ettiler. Şimdi de Trump ve müttefiki generallerle, bu gizli cemiyet arasında bir savaş var.
Savaş aslında iyilerle kötüler arasındaki bir savaş. İddialar çok ağır.
Örneğin “Q”nun teorilerine göre Trump’ın görevden aldığı CIA başkanı Brennan, 11 Eylül saldırısını yapanlara pasaport veren, IŞİD’e silah veren, Müslümanlıktan dönme bir Müslüman Kardeşler üyesi. “No Name” diye bahsedilen, Trump karşıtı cumhuriyetçi senatör John McCain de IŞİD’i kuran hainlerden biri. Suriye’de McCain’in IŞİD’çilerle buluştuğunu iddia eden fotoğraf (ki ÖSO askerleriyle buluşmuştu), Papa’yı Rothschild ailesinden bir yaşlı adamın elini öperken gösteren fotoğraf (ki aslında Auschwitz’den kurtulmuş yaşlı bir adamın elini öpmüştü) gibi, Türkiye’ye kadar ulaşmış komplo malzemeleri de bu ağın eserleri.
Trump ve Q aynı dava için mücadele ediyorlar. Trump, bazı işaretler vererek bu bağlantıyı zaman zaman belli ediyor.
Örneğin Trump’ın Asya ziyareti sırasında “Q” uçaktan çekilmiş okyanustaki adaları gösteren bir fotoğraf paylaşmıştı.
Trump’un oğlu Eric Trump’ın “Q”yu referans gösteren bir tweeti like’laması da Q’nün ‘içeriden’ olduğunun delilleri.
Ama “Q”nun Trump’ın adamı olduğu ve onun bilgisi dahilinde bu mesajları attığının esas kanıtlarını Trump’ın kendisinin verdiğine inanıyorlar.
Trump’ın Kongre konuşmasında eliyle Q harfi çizmesinin, bir konuşmasında 17’ye vurgu yaparak alfabedeki 17. harf olan Q’ye işaret etmesinin, bir beyzbol kulübünü kabulünde ona 17 no’lu formanın verilmesinin şifreli mesaj olduğuna inanıyorlar.
Ama Trump esas gizli mesajlarını tweetlerinde veriyor.
Özellikle de sık sık yaptığı kelime hatalarıyla. Aslında Trump bu tashihleri şifreli mesajlar vermek için bilerek yapıyor.
Örneğin Trump’ın bir tweetinde “consequential” yazacağına “consensual” yazmasının sebebi “Q” ye işaret etmek.
Bir keresinde karısının adını Melania yerine Melanie yazması da boşuna değil. Aynı adlı eski bir hain Adalet Bakanlığı çalışanına işaret ediyordu orda da.
Tweetlerindeki kelimeler arasındaki boşluk sayıları ve tweet saatleri bile aslında mesaj yüklü. Bazen derin devletin New York’a düzenleyeceği bir saldırıyı deşifre ediyor, bazen Davos’ta kendisine yönelik içinde İngiliz devletinin de olduğu bir suikast planını.
Grubun forumlarında, Trump’ın tweetlerinde ve konuşmalarındaki yanlış kelimelerle aslında ne demek ve ne mesaj vermek istediği üzerine, okuyunca en azından verilen emeğe saygı uyandıran teoriler havada uçuşuyor.
“Q”nun şifreli mesajlarında da derin devletin Trump’a karşı komploları ve suikast planları deşifre ediliyor.
Bu derin devlet veya gizli cemiyet, Trump karşıtı ayaklanmalar çıkarmaya, kaos planları devreye sokmaya çalışıyor. Bunun için medyayı ve Hollywood’u kullanıyor. Hatta bazen bu gizli cemiyetin kuklası olan Kuzey Kore liderinin tehditleri bile hedef aslında Trump.
Q’nün bir kaç mesajına bakalım, yine tanıdık gelebilir:
“Artık gerçeği öğrenme zamanı. Onlar sizi kontrol etmek istiyor. Onlar sizi köle yapmak istiyor. Onlar sizi dinlerinize, ırklarınıza göre bölmek istiyor. Sınıf savaşları çıkarmak istiyorlar. Din savaşları çıkarmak istiyorlar. Medyayı kullanıyorlar. Hollywood’u kullanıyorlar. Siyasi liderleri kullanıyorlar. Artık geniş düşünün. Büyük uyanış zamanı.”
QAnon grubu derken Roseanne Bar gibi oyuncular, Curt Schilling gibi ünlü sporcular, yüksek takipçili sosyal medya trolleri, meşhur Youtuberlar ve yüz bine yakın insandan bahsediyoruz.
İşte ABD Kongresi’ni basanların çoğu da bu grubun üyeleri ya da bu teorilere inanan insanlardı.
Tabii aralarında İsrail bayrağı, Şah dönemi İran bayrağı taşıyanlar; Hintliler, hatta Suudi kökenli Müslümanlar gibi Trump’ı dış politikası için bağrına basmış olanlar; Beyaz Saray’dan ve Washington’dan tarihsel olarak nefret eden, İç Savaş’ın yenilmiş konfederasyon güçlerinin bayrağını taşıyanlar; Amerika’yı Yahudilerin yönettiğine inanan, protestoya “Auschwitz Kampı”, “6MWE” (6 million weren’t enough – 6 milyon yeterli değildi) yazan t-shirt’lerle gelmiş Proud Boys gibi anti-semitik beyaz ırkçılar ve Biden’ı Stalin’e dahi benzeten anti-komünistler ve tabii Trump’ın İsa’nın adamı olduğuna inanan evanjelikler de vardı.
JFK’nin 99’da uçak kazasında ölen oğlunun aslında yaşadığına, derin devletin hedefinde olduğu için yüz değiştirme ameliyatı olup 20 yıldır saklandığına, Twitter’da 169 bin takipçisi olan Vincent Fusca adlı bir adamın aslında o olduğuna inanan insanlardan bahsediyoruz.
Eylem sırasında pek çoğu ellerinde “Epstein intihar etmedi” yazan pankartlar taşıyorlardı. Bir underage seks çetesini yönettiği ortaya çıkan işadamı Jeffrey Epstein, mahkemeye çıkmadan hapishanede asılı olarak bulunmuştu.
Bizdeki sağcıların tersine, Amerikan sağcıları devletin işlediği suçlarla övünmüyorlar.
11 Eylül’den JFK suikastına kadar pek çok büyük suçu bu küreselci çetenin işlediğine inanıyorlar.
Yani ABD’ye bakışları bizdeki solcular, ulusalcılar ya da İslamcılarınkinden farklı değil.
Ama onlara göre bunları yapanlar vatan hainleri. Bütün baskın boyunca sürekli “USA” diye bağıran, ülkelerini bu çeteden geri almaya çalışan gerçek vatanseverler olduklarını düşünüyorlar.
Yani gayet ulvi, iyi bir amaç için oradaydılar.
Kendilerine sürekli yalan söylediklerini düşünen medyaya, Hollywood’a yani bütün elitlere öfkeli, uzun süredir bilgileri ve haberleri sosyal medyadaki alternatif mecralardan alan, ülkelerini ele geçirmiş vatan hainlerine, komünistlere, küreselcilere karşı mücadele ettiklerini düşünen bu gerçek vatanseverler, on yıllar sonra ilk defa Beyaz Saray’a girebilmiş tek yerli, gerçek Amerikalı başkan Trump için Amerikan siyasetinin kalbi olan Kongre’yi basmakta bir beis görmedi.
Her ne kadar Türkiye’den bakınca bu olan biten rezalet gibi görünse de, mizah malzemesi yapılsa da, aslında Türkiye’deki pek çok kesim Kongre’yi basan Trumpçılarla benzer görüşleri ve çok benzer bir dünya algısını paylaşıyor.
Bütün içerik aynı olmasa da çerçeve ve temalar aynı.
Küreselcilere karşıtlık, komplo teorileriyle dünyayı açıklamaya yatkınlık, mutlak doğruyu, iyiliği temsil ettiğine iman, karşı taraftaki herkesi şeytani güçlerin adamları, kötü, ahlaksız, katil, sapık, dejenere görmek, ülkeyi vatanseverler ve vatan hainleri olarak bölmek, bilgi ve haber alma kanallarını tek tipleştirmek…
Bu anlamda Türkiye, “Küçük Amerika” oldu bile.
Küçük Amerika’ya benzemediğimiz kısım ise, iktidardaki Cumhuriyetçi siyasetçilerin ve ana akım Cumhuriyetçi medyanın, başta Başkan Yardımcısı olmak üzere bu popülist dalgaya geç de kalsalar bir noktada karşı çıkmaları; Başkana değil, hukuka, demokrasiye, anayasaya sadakat göstermeyi tercih etmeleri oldu.
Bu kısımda da Küçük Amerika olabilirsek sorun yok.
Ama artık kurumsal medya, akademi ve siyasetin yol göstericilik edemediği, sosyal medya çağının yarattığı bu kesin inançlı, öfkeli ve güvensiz insan kitleleri üzerine uzun uzun düşünmek gerekir.