Ana SayfaManşetTürkler Anadolu’ya gelirken Kürtler (4)

Türkler Anadolu’ya gelirken Kürtler (4)

Kürt emîri Vehsûdân’nın 1029 yılında 2000 çadırlık Oğuz Türkünün Tebriz kenti ve civarına yerleşmesini kabul etmesi, muhtemelen Türklerin Azerbaycan topraklarını yurt edinmesinin ilk ve en önemli evresini teşkil etti. Yaklaşık on yıl sonra (1040) Selçuklu devletinin kurulması, bölgedeki siyasi iklimi tamamen Türkler lehine çevirdi.

Şeddadilerden sonra kurulan ikinci Kürt emirliği Hasanveyhîlerdir (961-1015). Bu emirlik Cîbal bölgesinde meskûn olan ‘İşanî ve Berzikânî (Berzinî) aşiretlerinin yaklaşık yarım yüzyıllık mücadeleleri sonucu, Dînever ve Şehrezor’da kuruldu. Hasanveyhîler hem Abbâsî halifeleri hem de Büveyhî hükümdarları tarafından kabul görüp tanındı. Kestirdikleri sikkelerin üzerinde hem Sünni Abbâsî halifesinin, hem de Şii Büveyhî melikinin isimleri yer aldı.  979 yılından 1014’e kadar Hasanveyhî emirliğini yürüten ve Hasanveyhîlerin en güçlü, en muktedir hükümdarı olarak ün salan Bedir’e Abbâsî halifesi Kādir-Billâh (991-1031) hilat ve sancak gönderdi, “Nâsirü’d-Din ve’d-Devle” unvanını verdi.

Yönetimde adalet ve hoşgörüyü esas alan Emir Bedir, Abbasiler ile Büveyhîler arasında dengeli bir politika izleyerek, Hasanveyhî emirliğini yaklaşık 36 yıl idare etti (Çetin, 2018:230). Ancak Bedir ile oğlu Hilâl arasındaki iktidar mücadelesi Hasanveyhî emirliğinin sonunu getirdi.  İbnü’l Esir, Bedir’in ülkesinin (Hasanveyhi emirliğinin) şu şehirleri içine aldığını yazar: Sabûr-hast, Dinever, Berûcird, Nîhavend, Esedabad ve Ahvaz’a bağlı bazı yerler ile birlikte diğer bazı vilayet ve kaleler (İbnü’l Esir, cilt 9:188).

Hasanveyhî emirliği henüz tam anlamıyla dağılmamışken, aynı coğrafyada bu kez Annâzi  Kürt emirliğinin yıldızı parlamaya başladı. Ebu Feth Muhammed b. Anâz tarafından H.381/991 yılında kurulan Annâzi emirliğine bağlı önemli şehirler de şunlardı: Hulvân (başkent), Dinever, Karmisin (Kirmanşah), Esedabad, Şehrezor (Kerkük ve civarı), Sumayra, Samğan, Dakuka, Hanicar, Deskera, Kenkûr, Bendenîcîn (Mendelî). Annâzi emirliğinin sınırları dâhilinde yer alan önemli kaleler ise Maydeşt, Berdan, Sîrvân, Hanekîn, Sende, Hûlencan, Huftizkân, Tîrânşah ve Revşenkubâz’dı. Annâzi emirliği, Batı Cibâl’e kadar uzanan geniş toprakları içine alıyordu.

Revvadî Kürt mirliği

961 yılında Tebriz’i başkent ilan eden Revvadîler, Maraga, Erdebil, Marand, Badd, Hoy (Ahar) ve Urmiye gibi kentleri denetim altında tutarken, bölgesel bir güç olarak kâh Ermeni ve Gürcü topraklarına karşı akınlar düzenliyor, kâh Muş ve Van Gölü’nün batısındaki şehirlere saldırarak Bizans İmparatorluğu’nun egemenliğindeki topraklara doğru genişlemek istiyordu. Ermeni tarihçi Sambat Sparapet kroniğinde, 983 civarında İranlıların “dinsiz” emiri Memlan’ın (Revvadî miri Ebü’l-Heycâ Muhammed, hd 961-1001) korkunç bir ordu ile Ermenistan’a karşı sefere çıkıp her bir tarafı ateşe verdiğini, çok sayıda esir alarak ülkeyi ve kiliseleri talan ettiğini yazar. Ermeni prensi (ve Tayk (Tao) eyaletini Bizans’tan aldığı kouropalates ünvanıyla yöneten) David’in Apahunik’teki (Bulanık ile Malazgirt arasındaki bölgedeki) topraklarına gelen Memlan, David’e şöyle bir tehdit mektubu gönderdi: “Bana on yıllık vergi ver, oğullarını bana hizmetkâr olarak kaydet, yoksa senin karşına öyle büyük bir ordu ile çıkarım ki, bakalım Allah seni benim ellerimden kurtaracak mı?” Bu tehditler karşısında David, doğrudan kendine bağlı tüm birlikleri topladığı gibi Gürcistan ve Ermenistan’dan da takviye alarak, “kâfir” diye tanımladığı Revvadîlerin karşısına çıktı (Sparapet:11).

Taronlu [Muşlu] Stefan’a göre (Stephen of Taron; Ermeniler Muş’a Taron derdi), 997 yılında Revvadî miri Memlan büyük bir orduyla tekrar Tayk (Tao) hükümdarı David Kouropalates üzerine yürüdü.[1] Ermeni lider David, Müslümanların Malazgirt’teki sınır kalesine saldırıp, bölgenin Müslüman sakinleri yerlerinden çıkartarak topraklarına Ermeni ve Gürcü nüfusu yerleştirince, Revvadîleri karşısında buldu.  Ermeni liderin, Malazgirt’teki camiyi yıkması ve Müslümanların topraklarına geri dönmesine izin vermemesi üzerine, iki ordu Eleşkirt’te karşı karşıya geldi. Ancak David yalnız değildi; Ermenistan kralı Gagik, Kars kralı Abas ve Gürcistan kralı III.  Bagrat (bazı kaynaklarda “Gürgen” diye geçer) onun yanında savaşa katıldı. Revvadîler bu çarpışmada David ve müttefikleri karşısında geri çekilmek zorunda kalsa da, 998 ve 999’da Memlan tekrar David’e sefer açtı. Taronlu Stefan’a göre Memlan’ın amacı Ermenistan ve Gürcistan’ın işgaliydi. Hem Malazgirt’te yıktırılan caminin intikamı için Tayk’ı talandan geçirmek, hem de Erzurum’u yeniden inşa etmek istiyordu (Encylopaedia Iranica).

Urfalı Mateos, Memlan bin Muhammed’in 998’deki Ermenistan seferi üzerine şöyle yazar: “İran’ın zalim ve menfur müstebidi ve Müslümanların baş emiri olan Memlan, asker toplayıp kana susamış bir ejder gibi merhametsizce Hristiyanlara karşı yürüdü ve her yeri mahvetmeye niyet etti. O birçok yerleri kılıç ve ateşle esaret altına aldı, kiliseleri yaktı. Bu merhametsiz canavarın korkusuna kapılan Hıristiyanların düçar oldukları katliamı tasvir etmek imkânsızdır. Çünkü onun zehirle dolu öfkesi acı bir gazap gibi Hristiyanların üzerine döküldü” (Mateos 1987:37).

Urfalı Mateos’un Revvadî miri Memlan’dan “Müslümanların baş emiri” şeklinde söz etmesi, Revvadîlerin dönem en güçlü İslam beyliği veya devletlerinden biri olduğuna işaret eder. İbn’ül Esir (11:341) de Revvadîler için “en soylu Kürtler” tabirini kullanmaktadır.

Türklerin Revvadî topraklarındaki ilk toplu yerleşimi

Kuşkusuz Türkler hep asker ve komutan kalmayacaktı. Başlangıçta halifelerin ve İslam devletindeki yönetici tabakanın memlukları (askerî köleleri) olarak ön plana çıkan Türklerin sayıları zamanla arttı; bölgenin kadim halkları olan Kürtler, Farslar ve Araplar gibi farklı bir etnik topluluk olarak varlıkları hissedilmeye başladı. İçine girdikleri şartlar, onları da daha yerleşik bir hayata geçmeye zorlamaktaydı. Halifelik ordusunda asker ve komutan olmanın yanısıra, aile hayatları da bir düzen içinde olmalıydı. Bunun da yolu, tarım ve hayvancılık üretimiyle desteklenen yerleşik bir hayat düzeniydi. Ancak gerek Farslar — ki henüz İslamiyet öncesinden beri Türklerle savaş halindeydiler — gerekse Araplar, Türklerin kendi toprakları üzerinde yerleşmesine gönüllü değildi.

1028 yılında Bağdat’ta ayaklanan Türkler, emîrü’l-ümerâ Celâlüddevle’nin dinar ve dirhem bastırmak için çıkardığı altın ve gümüşleri de yağma etti. Türkler Celâlüddevle’nin sarayını da basınca, bu kez Celâlüddevle kölelerine silâh dağıtarak karşı durmaya çalıştı. Ardından halifeye başvurup komutanlarını uyarmasını isteyince, el-Kâdir Billâh (991-1031) Türk komutanlarına haber gönderip Celâlüddevle ile aralarını düzeltmeye çalıştı; onlara yemin ettirerek sözlerinde durmaya ikna etti. Ancak birkaç gün sonra yeniden kargaşa çıkınca, bu kez Celâlüddevle ev eşyasını, elbiselerini ve çadırını satıp parasını Türklere dağıttı ve kargaşa bu şekilde son buldu (İbn’ül Esir, 9:283).

Henüz Bağdat’taki kargaşa tam anlamıyla soğumamışken bu kez Basra’da Türkler ile Deylemliler arasında çatışma başladı. Zira Basra’da bayağı güçlenmiş olan Türkler, Deylemlileri şehirden uzaklaştırmak istiyordu. Basra’daki olayları duyan Kirman hâkimi Ebû Kâlîcar el-Merzubân (hd 1028-1048), Basra üzerine bir ordu gönderip şehre hâkim oldu. Bu sırada Deylemliler bütün çarşıyı yağmalarken, Celâlüddevle’ye bağlı insanların mallarına da el koydu (İbn’ül Esir, 9:284). 1028 yılında Ebû’l Fevâris’ın ölümü ürerine Kirman’a hâkim olan yeğeni Ebû Kâlîcar, Bağdat Büveyhîlerinden amcası Celâlüddevle ile iktidar mücadelesi içindeydi (Merçil, 1970:39). 1029 yılında amcasının valiliğini yaptığı Basra’yı, ertesi yıl Vasıt’ı ele geçirse de, daha sonra Celâlüddevle’ye yenilerek Ahvaz’a çekildi ve Vasıt’ı tekrar amcasına bırakmak zorunda kaldı. Buna karşılık Celâlüddevle, 1030 yılında Batîha, Mezâr ve Basra’da hâkimiyet sağlasa da, Vasıt ve Kirman yeğeni Ebû Kâlîcâr’da kaldı. Böylece H.421/1030 yılından itibaren Irak ve güney İran’daki Büveyhî toprakları Celâlüddevle ile yeğeni Ebû Kâlîcâr arasında paylaşıldı. 11. yüzyılın ilk çeyreğinde, İran’da Cibal, Fars, Huzistan ve Kirman’ı, Irak’taki Arap bölgesini ve hatta Umman’ı denetim altında tutan Büveyhîler, ailenin birkaç üyesi arasından bölünüverdi (Bosworth,1968:36).

Ardından, bir başka hassa ordusu ve saray darbesi zemininde kurulan yeni bir pretoryen devlet ile, yönettiği topraklarda aşiret düzeni içinde yaşayan göçebe Türkler (Oğuzlar) arasında yeni bir çatışmalar dalgası sökün etti. Bu, yeni kurulan Gazneli hanedanı ile Selçuklu savaş şefliği arasındaki büyük mücadele demekti. Yemînüddevle Mahmûd b. Sebtüktekin (Gazneli Mahmûd) 1029 yılında, göçüp kondukları yerlerde düzeni bozmasından şikâyetçi olduğu Oğuzlara saldırarak onları kendi ülkesinden başka yerlere dağıtmaya girişti. Rey, Kazvin, Âbe ve Yaft şehirlerini ele geçirdikten sonra, Oğuzların başbuğlarının (savaş şeflerinin) bulunduğu Buhara sarayına yürüdü. Gazneli orduları yaklaşınca Buhara emiri Ali Tekin kaçar. Yemînüddevle Mahmut, Selçuklu soyunun o zamanki lideri Arslan b. Selçuk’u yakaladı ve Hindistan’da hapsetti. Ardından Arslan b. Selçuk’un obaları üzerine asker sevkederek pek çok kişiyi öldürttü. Ancak büyük bir kısmı sağ salim kurtularak Horasan’a kaçtı. Oğuzlar Horasan’da da yağmacılık yapınca Yemînüddevle oraya da asker gönderip bir kısmını esir aldı ve Horasan’dan sürdü.

Horasan’dan kaçanlardan 2000 çadırı İsfahan’a gitti. Yemînüddevle, İsfahan hâkimi Alâuddevle’ye bir mektup göndererek ya Oğuzları ülkesinden uzaklaştırmasını, ya da kafalarını keserek kendisine yollamasını istedi.  Bunun üzerine Alâuddevle naibine bir ziyafet hazırlatarak Oğuz şeflerini davet edip tuzağa düşürerek öldürtmesini emretti. Oğuzlardan pek çoğunun davete gelecek gibi olduğu bir sırada, Alâuddevle’nin bir Türk kölesi kendilerine karşı kurulan tezgâhı haber verdi. İki taraf arasında çatışma çıkınca, Oğuzlar çadırlarını söküp oradan ayrıldı. Azerbaycan hâkimi Vehsûdân’ın yanına varıncaya kadar yol üzerindeki köyleri yağmaladılar. Revvâdî Kürt emîri Vehsûdân, kendisine sığınan Oğuz Türklerini iyi karşıladı ve ihtiyaçlarını giderdi (İbn’ül Esîr, 9:292). Irak’taki Oğuz beylerinden Dana’nın akrabası bir kızla evlenen Vehsûdân, bu evlilik karşılığında Urmiye kentini Dana’ya dirlik olarak verdi.  Ancak Urmiye şehrinin dirlik olarak Oğuzlara verilmesi, Vehsûdân ile rekabet halinde olan Hezâbanî Kürtlerini tedirgin etti.

Kürt emîri Vehsûdân’nın 1029 yılında 2000 çadırlık Oğuz Türkünün Tebriz kenti ve civarına yerleşmesini kabul etmesi, muhtemelen Türklerin Azerbaycan topraklarını yurt edinmesinin ilk ve en önemli evresini teşkil etti.Yaklaşık on yıl sonra (1040) Selçuklu devletinin kurulması, bölgedeki siyasi iklimi tamamen Türkler lehine çevirdi.

Van gölü civarı ve Muş bölgesini denetim altına almaya çalışan Vehsûdan, zaman zaman Revvadî soyunun diğer üyeleriyle de karşı karşıya geliyordu. Yeğeni (kız kardeşinin oğlu) Abu’l-Hayja b. Rabib-al-Dewle ile araları bozulunca, Vehsûdan 1033 yılında Bizans’ı yeğenin denetimi altında bulunan Van ve Muradiye dolaylarını almaya teşvik etti. Vehsûdan’ın tarafsız kalması sayesinde Bizanslılar Muradiye’yi alırken, Bağdat’taki Abbasi halifesi Kaim Billâh (1031-1075) Revvadîlere çağrıda bulunarak, güçlerini birleştirip Muradiye gibi önemli bir kaleyi Bizans’a bırakmamalarını öğütledi (Encylopaedia Iranica).

11. yüzyılın İranlı gezgin ve edebiyatçılarından Nasır-ı Hüsrev, Seyahatname adlı eserinde,  Revvadî mîri Vehsûdan’dan “Azerbaycan vilâyeti padişahı” diye söz ediyor; Tebriz’den, Hoy’a, oradan Van’a ve Mervanilerin başkenti Meyyafarıkin’e yolculuğu sırasında, Emîr Vehsûdan’ın askeri eşliğinde Hoy’a vardığını kaydediyor; Revvadî hükümdarının hutbelerde şöyle anıldığını yazıyordu: “El-emîr-ül eceli Seyf-üd devleti ve Şeref-ül mille Ebû-Mansur Vehsudan İbn-i Muhammed mevlâ Emîr-ül mü’minin” (Nasır-ı Hüsrev, 1967:39).

Gaznelilere dönersek; Sultan Mahmud’un ölümünden sonra (H.421/1030) yerine geçen oğlu Mesud, bir ara Oğuzlarla iyi geçinmeye çalıştı. Ancak Ahmed Yinaltekin’in isyanını bastırmak için Hindistan’a hareket edince, Oğuzlar tekrar karışıklık çıkardı. Gazneliler bu sırada Rey şehrini Alâüddevle’nin elinden almak için Taş-Ferrâş komutasında büyük bir ordu hazırlamıştı. Taş-Ferrâş, Nişabur’da Oğuzların reislerini bir bahaneyle yanına çağırarak elli küsurunu öldürttü. Bunun üzerine kalan Oğuzların önemli bir kesimi, Azerbaycan’a varıp daha önce buraya gelmiş olan soydaşlarına katıldı (İbn’ül Esîr, 9:293-4).

Daha sonraki yıllarda Oğuzlar Hamedân’ı ele geçirdi; Hakkâri ve Diyarbakır bölgesine doğru yağma amaçlı saldırılarda bulunup, bir süreliğine Musul şehrini de aldı. Ancak bir müddet sonra bu toprakları terkedip, Azerbaycan civarında, ilk Vehsûdan’ın kendilerine açtığı alanda meskûn kaldılar.


[1] Ermeni prensi David, Tayk eyaletinin küropalatı olup, Bizans İmparatorluğu’nun taşrasında önemli bir rol oynuyordu. David, Apahunik bölgesinin emiri Bad’ın (Mervani devletinin kurucusu Bad) ölüm haberini alınca bu bölgeyi ve Malazgirt şehrini etmişti. Bkz. Urfalı Mateos, s. 38, dipnot 105.

- Advertisment -