Seçim kampanyası sonrasında vize sorunu gündemde yerini koruyor, hatta vahameti de artıyor denebilir. Kampanya sırasında Sayın Kılıçdaroğlu seçildiği takdirde vizelerin Temmuz ayına kadar kalkmasını sağlayacağını vaat etmişti. Bu vaadin gerçekçi olmadığını, yapılması gereken reformların vakit alacağını, bir yazımda (17 Nisan 2023) belirtmiştim. Ancak seçim sonrasında durumun vahameti daha da artınca ve Şengen vizesi almanın gittikçe aşılmaz engellerle karşılaştığı anlaşılmaya başlayınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan da vize konusuna el atma zorunluluğun hissetti ve hatta Batı ülkelerini vize konusunu “şantaj” olarak kullanmakla suçladı.
Ne yazık ki vize derdinin arkasında yatan ilticacı sorununun kısa dönemde çözümlenmesini beklemek yanlış olur. Türkiye ile Şengen ülkeleri arasında vize diyaloğunun başladığı 2015 yılında ülkemiz çıkışlı mülteci sayısı yılda 5000’in altında idi. İltica talebinde bulunanların büyük çoğunluğu da geri çevrilebiliyordu zira Türkiye’deki insan hakları durumu çok kötü olmayıp, ilticacıların gerçekten ülkemizde eziyet ve takibata uğradıklarını ispatlamaları o kadar kolay değildi. AB ile ülkemiz arasında mülteci sorunu diye bir şey kalmadığı görüşünden hareketle vize diyalogu başlayabilmişti. AB Komisyonu vizelerin kalkması için birçok alanda mevzuatımızın AB’nınki ile uyumlaştırılmasını istiyordu. Bunların arasında en çok baş ağrıtanı şüphesiz terörle ilgili mevzuattı. Terörle Mücadele Kanunumuzun AB ve kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi standartlarının çok gerisinde olması nedeniyle, bunun bu standartlarla uyumlaştırılması yönünde AB’den talep gelmiş ve bu talep o zaman iktidar tarafından kabul edilmişti. Hatta bu yönde AB Komisyonu, Avrupa Konseyi Sekretaryası ve ilgili makamlarımız arasında yeni bir kanun üzerinde çalışmalar başlamıştı bile. Bu kanun reformu yapılmış olabilseydi, terör suçunun tanımı Avrupa standartlarına uymuş ve dolayısıyla kapsamı şimdiki kanuna göre büyük ölçüde daraltılmış olacaktı. Terörist olmakla suçlanmak daha zor olacağı için de iltica talepleri azalacaktı. Çalışmaların ilerlemiş olduğu bir noktada 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin de etkisiyle bunlara son verilmişti. Diğer taraftan darbe girişiminden sonra ülkemizde uygulanmaya başlayan tedbirlerin etkisiyle ilticacı sayısı gittikçe artmaya başlamıştır. 2022 yılı sonu itibariyle yıllık 50.000’i geçmiştir. Ülkemiz Suriye, Afganistan ve Venezuela’dan sonra Avrupa ülkelerine ilticacı gönderen ülkeler sıralamasında dördüncülüğe ulaşmıştır. Bu rejimlerin hiç birinin demokratik sayılamayacağı gerçeğini de göz ardı etmemek lazım. Bu tür rejimler tarafından yönetilen ülkelerden gelip iltica talebinde bulunan kişilerin vatandaşı oldukları ülkelere geri gönderilmeleri de zor olduğu için mülteci statüsü tanınmakta ve iltica talebinde bulundukları ülkede kalmalarına izin verilmektedir.
Bu durumun neticesinde Türkiye dahil ilgili ülkelerden vize müracaatında bulunan herkese potansiyel mülteci gözüyle bakmasına şaşmamak lazım. Nitekim basın haberlerine bakılırsa vize talepleri reddedilen tanınmış sanatçılara gerekçe olarak Türkiye’ye geri dönmeyecekleri ihtimali gösterilmektedir. Batı ülkelerinde bir hayli eleştiriye uğrayan son seçimlerden sonra ilticacı sayısının artacağı endişesi bu ülkeleri vize verirken daha seçici olmaya yönlendirdiğini tahmin etmek mümkündür.
Tabii kolaycılığa gitmeye meraklı olan ülkemizde bu durumu, hemen ırkçılık, ayırımcılık, hatta İslam düşmanlığına bağlayanların sayısı az olmadı. Oysa benim neslimden olanlar, 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar vatandaşlarımızın ellerinde sade bir pasaportla herhangi bir vizeye tabii olmadan Avrupa ülkelerinde serbest bir şekilde dolaştıklarını hatırlarlar. Bu tecrübeyi İngiltere’de öğrenci olduğum yıllarda bizzat ben de yaşadım. Avrupa o zaman ırkçı değildi de sonradan mı oldu? Böyle bir şey söz konusu olamayacağına göre sorunun kökenini hiç de hoşumuza gitmese de kendimizde aramak gerekmez mi? 1980 darbesinden sonra yüzbinlerce vatandaşımızın başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine sığınmasından sonra kapılar teker teker fakat hızla kapanır oldu. Askeri vesayet yıllarının sona ermesinden ve özellikle AB’ne katılma müzakerelerinin başlamasından sonra ülkemizin hukuka dayalı demokratik bir yapıya kavuşacağı beklentisiyle vize uygulamasının tedricen de olsa kalkabileceği beklentisi oluşmuştu. Ancak 15 Temmuz 2016 sonrası olup bitenler bu beklentileri de boşa çıkarmıştır.
İktidarın değişmemesi AB makamlarının vizelerin serbestleşmesi için Türkiye’nin yerine getirmesi gereken ve genellikle demokrasi ile insan haklarının korunmasıyla ilgili kriterler istikametinde ilerleme beklemek maalesef abesle iştigaldir. Hatta iktidarın söyleminin işaret ettiği gibi uygulamada bir sertleşmeye gidildiği takdirde vize almak zamanla gitgide daha zorlaşacak, kişinin iltica etme niyetinde olmadığını ispatlaması için gereken belgelerin sayısının daha da artacağını beklemek yanlış olmaz. Gazeteler konudan sıkılıncaya veya farklı bir direktif alıncaya kadar talepleri reddedilen kişilerle ilgili haberlerle gittikçe artan sayıda karşılaşacağız. Vatandaşlarımızın en elzem ve acil durumlar hariç yurt dışına çıkışları gittikçe zorlaşacaktır. Özellikle turistik seyahatlerde sert bir düşüşün başladığı şimdiden görülmektedir.
Yukarıda değindiğim her zamanki kolaycılık tercihlerimiz uyarınca son dönemlerde vize sıkıntısının önüne geçmek için vize gerektirmeyen hizmet, hususi ve diplomatik pasaport verilen kişilerin sayısında büyük bir artışa gidildiği görülmektedir. Örneğin muayyen miktarda ihracat yapan şirketlerin birkaç yöneticisine hususi pasaport, eski milletvekilleri ve ailelerine diplomatik pasaport verilmesi uygulamasına geçilmiştir. Bazı belediyelerin herhangi bir elemeden geçirmeden spor müsabakaları veya kültürel etkinliklere katılacak gruplara sadece diplomatik statüsü olmayan yurt dışında görevli memurlara verilmesi gereken hizmet pasaportu verdirdiği, bu pasaport hamillerinin önemli bir bölümünün de gittikleri ülkelerden iltica talebinde bulunduğu veya kayıplara karıştığı bilinmektedir. Bu tür olaylar artarsa ve özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra görüldüğü gibi resmi pasaportla seyahat eden veya yurt dışında görevli olan kişilerin iltica taleplerinde bir artış meydana geldiği takdirde, vize istisnalarının kalkması ihtimali kuvvetlidir.
Önümüzdeki dönemde bu problemin gittikçe artan ölçüde sıkıntı kaynağı olacağı açıktır. Ülkemizde demokratikleşme istikametinde adımlar atılmasını ve hukuk devletine dönüşmemizi beklemek boş bir beklenti olacağı gerçeği karşısında neler yapılabileceği konusuna eğilmekte belki fayda var. Kanaatimce vizelerin tamamen kalkması artık gündemde olmamakla beraber bazı kolaylaştırıcı düzenlemeler yapılması imkan dışı değildir. AB Komisyonu bunu zaten yıllar önce teklif etmiş ancak o zamanki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yanlış yönlendirilmlesinin de etkisiyle “ya hep, ya hiç” yaklaşımı çerçevesinde kolaylaştırma yoluna gidilmemiş, şartları çok daha daha ağır olan tamamen serbestleştirme üzerinde ısrar edilmişti.
Şimdi yapılabilecek tek şey, başa dönerek vizelerin tamamen kalkması hülyasını kenara bırakarak kolaylaştırma yoluna gidilmesi imkanlarını araştırmak olmalıdır. Tabii iltica sorununun bu kadar hızla büyüdüğü bir ortamda vize için gerekli belgelerin azaltılması yolunda bir diyalogu zorlamak o kadar kolay olmayabilir. Şüphesiz, AB Komisyonunun ve üye ülkelerin iktidara bakış açısı eskiye nazaran çok daha olumsuzlaşmıştır. Yine de iktidara karşı duydukları soğukluğun bedelini halka ödetmek istemeyebilirler.
Yeni kurulan kabineden dış politikanın temel yönelimlerinde bir değişiklik beklemek doğru olmayacaktır. Zira dış politika hedeflerini bakanlar değil, saray tespit etmektedir. Ancak İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarına yapılan atamalar en azından üslubun değişeceğinin, her fırsatta Batıya hakaret ve çatışmayla bakılmayacağının işareti sayılabilir.
Bu itibarla, yeni Dışişleri Bakanının saatleri geri çevirerek bundan 12 yıl önce AB Komisyonunun önerdiği ancak o zamanki selefinin elinin tersiyle ittiği “yol haritasını” gündeme getirmesi ve ilk aşamada iş adamları ve öğrencilerin karşılaştıkları vize engellerinin hafifletilmesi için gereken belgelerin azaltılması için bir müzakereye oturması şüphesiz çok iyi olur. Bu süreçten hızlı sonuçlar beklemek çok isabetli olmaz. Her aşamada, AB Komisyonu ve üye devletler kolaylaştırma yolunda atılacak adımların yeni bir göç dalgasına yol açmayacağından emin olmak isteyeceklerdir. Dolayısıyla her adımdan sonra bir süre bekleyecekleri, müteakip adıma geçmeden önce attıkları adımların sonuçlarının ne olacağını görmek isteyecekleri ne yazık ki içinde bulunduğumuz durumda kaçınılmazdır. Ancak başka bir yol gözükmüyor. Bu sorun ancak çok küçük adımlarla ve uzun bir süre içinde hafifletilebilir. Tamamen çözülmesi ve vatandaşlarımızın AB ülkelerinde serbest bir şekilde dolaşması için apayrı, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün hakim olduğu bir Türkiye’nin ortaya çıkması gerekir. Böyle bir şey ise yakın bir zamanda gerçekleşebilecek bir şey değil. İktidar vize sorununu çürümeye terk edilmesini istemiyorsa ufak ve mütevazi adımlar atmak dışında yol yoktur. Tercih iktidarın.