Selim Kuneralp

“Çok fazla sarılan sıkı tutamaz” ya da dış politikada bocalamaya devam

Bir evi muhakkak satmak istediğinizi potansiyel alıcıya hissettirirseniz fiyat düşer. Tersine alıcıysanız ve evi çok beğendiğinizi ve almaya kararlı olduğunuzu satıcıya hissettirirseniz, fiyat yükselir. Bunlar müzakerenin temel ilkeleridir. Oysa bakıyorum ki haftalardan beri iktidarımız Suriye diktatörü Esad ile görüşme yapma hevesi içinde. Esad da haliyle fiyatı yükseltiyor. Bunda şaşırtıcı bir şey yok. Bakalım fiyat nereye kadar çıkacak ve alıcı taraf bunu ödemeye razı olacak mı? Ülkemiz normal bir şekilde yönetiliyor olsaydı, temaslar ilk önce bir üçüncü ülkede teknik düzeyde ve mümkünse gizlice başlatılır, işler olgunlaştıktan sonra devlet başkanı düzeyine çıkarılırdı.

ANALİZ | Selim Kuneralp: von der Leyen’in “Akdeniz Komiseri”, bende Türkiye’nin AB adaylığı için kuşku uyandırdı

Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp yorumluyor: Yeniden AB Komisyonu Başkanı seçilen Ursulu von der Leyen “Akdeniz için bir komiser görevlendireceğim” demişti. Bu, Türkiye için bende kuşku uyandırdı. Türkiye aday ülke, şimdiye kadar Genişlemeden Sorumlu Komiserler tarafından takip ediliyordu. Bizi de eğer Akdeniz Komiseri takip edecekse, adaylıktan biraz daha uzaklaşmış olacağız.

Üç ülke üç seçim

Birleşik Krallık seçim neticelerinin Fransa’dakilerden büyük farkı istikrarı sağlamış olmasıdır. Fransa belki bir yıl halkın desteğinden yoksun bir hükümetle idare edilecekken, Birleşik Krallık seçimin ertesi günü eski başbakanın istifa ettiğine, yenisinin atandığına ve seçimden iki gün sonra yeni iktidarın ilk kabine toplantısının yapıldığına şahit olmuştur. İktidar boşluğu sadece yarım saat sürmüştür. Ülke bir hukuk devleti olmasa şüphesiz temsil adaletini sağladığı pek iddia edilemeyecek bu sistemin sakıncaları çok büyük olurdu. Ancak oy dağılımına bakıldığında nısbi sistem uygulanmış olsaydı, ülkenin diğer çoğu Avrupa ülkeleri gibi koalisyonlar veya azınlık hükümetleri ile yönetilmiş olacağını görürdük. Birleşik Krallık halkı mevcut sistemden memnuna benziyor.

Üçüncü dünya savaşı çıkar mı?

Üçüncü Dünya Savaşının Orta Doğu’da patlaması geçmişte olduğu gibi bugün de pek mümkün değildir. Orta Doğu Savaşları hep orada kalmış ve yayılmamıştır. Üçüncü Dünya Savaşını başlatacak birisi varsa o da köşeye sıkışmış ve savaşı kazanamayacağını anlamış bir Putin’dir.

Şu Patrikhane “meselesi”

Patrik Bartholomeos 14-16 Haziran tarihlerinde İsviçre’nin Bürgenstock sayfiye kasabasında düzenlenen Ukrayna destek konferansına davet edildi ve ortaya çıkan belgeyi katılımcı çoğu devlet temsilcileriyle imzalaması yine bir bardak suda fırtına yarattı. Hatırlayanlar için Bürgenstock kasabasının yakın tarihimizde bir yeri zaten vardı. Kıbrıs’ın AB’ne katılma antlaşması imzalanmadan hemen önce soruna bir çözüm arayışı bulmak için yapılan konferans da orada toplanmış ve her zamanki gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Fransa nereye?

28 yaşındaki Bardella’nın arkasında kuvvetli bir halk desteğiyle başbakanlığı ele geçirmesi halinde Macron’u sıkıştırma imkanları artacaktır. Macron, AB zirvelerinde ülkeyi temsil etmeye devam edecek, ancak başta Dışişleri Bakanları olmak üzere Bakan Konseylerinde kendisine karşı olan hükümetin bakanları ülkeyi temsil edecektir. Bu sefer hükümeti kurmaları olası olan partilerin sisteme yani Beşinci Cumhuriyete eskiden olduğu kadar bağlı oldukları söylenemez. Sol cephenin uçuk ekonomik politikaları şimdiden sermayeyi ürkütmeye başlamıştır. Büyük sermaye sahiplerinin bir kısmı bu nedenle aşırı sağa eğilim göstermektedir. Şüphe yok ki aşırı solun iktidara gelmesi halinde Fransız ekonomisi büyük bir darbe yiyecek, sermaye ülkeden kaçacak ve büyük bir ekonomik kriz yaşanacaktır. Aşırı sağın kazanması ise AB ile ilişkilerde bunalımlı bir dönemin kapısını açacaktır.

“AB çatladı” mı?

Netice endişe edildiği kadar “kötü” olmamıştır. Haklı olarak Fransa’da aşırı veya radikal sağın en fazla oyu alması, Almanya’da ikinci sırada olması ve başka ülkelerde de kayda değer ilerlemeler kaydetmesi, endişe edildiği kadar vahim neticeler doğurmamıştır. Sağa kayma olmuştur ama bu kayma ortanın sağındaki partilere olmuş ve onların grubu Avrupa Halkları Partisi (EPP) birinciliğini korumuştur.

Trump’ın davaları ve olası sonuçları

ABD tarihinde ilk defa bir eski başkan yargılanmaktadır. Üstelik Donald Trump aynı zamanda bir dönem daha başkanlığa adaydır. ABD tarihinde bir eski başkanın yeniden başkanlığa aday olduğuna sadece ikinci defa rastlanmaktadır. Şimdiye kadarki tek örnek 1901-1909 döneminde başkanlık yapmış olan Theodore Roosevelt’tir. O tarihlerde henüz dönem sınırlaması olmadığı için Roosevelt 1912 seçimlerine girmiş ancak kazanamamıştı. Temmuz ayında yapılacak Kongre’de Cumhuriyetçi Partinin adaylığını benimsemesi ve yeniden seçilmesi halinde Trump 250 yıllık ABD tarihinde iktidarı kaybettikten sonra yeniden kazanmayı başaran ilk kişi olacaktır.

Demografi sorunu, kaçak göç sorunu

TÜİK tarafından yayınlanan ülkemiz kadınlarının süratle azalan doğurganlığı ile ilgili rakam içinde bulunduğumuz her bakımdan kaotik durumda layık olduğu ilgiyi uyandırmadı. 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık nüfusun stabl olması için gereken 2,1’i de geride bırakarak 1,5’e düşmüştür. En garantili çözüm en azından kısa ve orta vadede göçü teşvik etmektir. Burada kastedilen tabii kaçaklar değil, nitelik sahibi ve duyulan ihtiyaca cevap verecek kişilerin göçüdür şüphesiz. Politikacıların söylemlerini değiştirip göçmenleri düşmanlaştırmak yerine onların demografik sebeplerden dolayı zamanla gittikçe artacak bir ihtiyaca cevap verebileceklerini halklarına anlatmaları iyi olurdu.

AB genişlemesi o kadar kolay olmayacak

Polonya uçurumun kenarından dönmüş ve geçtiğimiz yıl yapılan seçim yoluyla demokrasisin iğfal edilmesini önlemişken Macaristan, Slovakya, hatta Slovenya’da işler tersine gitmiştir. Özellikle Macaristan’da AB üyeliğinin demokratik hukuk devletinin ortadan kaldırılıp tek adam diktatörlüğüne dönüşmesini engelleyememiş olması, bu ülke liderinin NATO’nun genişlemesi, AB’nin Ukrayna’ya yardımları gibi temel politikalara çomak koyması AB için bitmeyen bir baş ağrısı olmuştur. Bunun üzerine genişlemenin pek de kibirli bir şekilde ümit edildiği gibi otomatik bir Avrupa değerlerine uyum getirmediği düşüncesiyle frene basılmıştır.

Milli dış politika mümkün mü, olmalı mı?

Mahalli seçimler CHP’ni iktidar alternatifi konumuna getirdiğine göre iktidara geldiği takdirde her alanda ne yapacağını belirlemeye ve anlatmaya başlaması gerekir. Dış politika da bu alanlardan biridir. Vakit çabuk geçiyor kaybedecek çok fazla zaman yok.

ANALİZ | Mehmet Şimşek’in Brüksel ziyareti. Selim Kuneralp: “Şimşek zoraki bir şekilde oraya gelmiş gibiydi”

Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp, Mehmet Şimşek’in Brüksel'deki konuşmasını yorumladı: "Türkiye'deki ekonomik programın hedeflerini anlattı ve şimdiye kadar kaydedilen performansı PowerPoint sunumlarıyla izah etti. Bende bıraktığı izlenim, hafif zoraki bir şekilde oraya gelmiş gibiydi. Atmosfer biraz suni bir ortamdaydı. Hiç Türkiye'nin AB adaylığından bahsedilmedi. Mehmet Şimşek sadece, "Üyelik o kadar önemli değil. Bizim için önemli olan süreçtir," dedi. Yani Avrupa Birliği'ne girsek de girmesek de çok önemli değil gibi bir yaklaşım sergiledi."

Dış politikada yalpalamaya devam

Türkiye, Batı'dan koparken ne tarafa yöneliyor? Buna cevap vermek o kadar kolay değil. Paylaştığı değerler itibarıyla yakınlaşması beklenebilecek İslam dünyası ile işlerin ve ilişkilerin çok parlak olmadığı da görülüyor. Bir dikta rejimi altında yönetilen Rusya ile ilişkiler de çok parlak gitmemektedir. Geçtiğimiz hafta Fransa’ya, oradan da Avrupa’da iğreti konumda olan Macaristan ile Sırbistan’a giden Çin diktatörü Xi Jinping’in buralara kadar gelmişken ülkemize uğramamış olması dikkat çekicidir. Başka diyarlarda aradığını bulamayan iktidarın çaresizlik içinde de olsa yeniden batıya dönmeye çalıştığı izlenimi edinilmektedir. Ancak bunun kolay olmadığı bellidir.

Hamas terör örgütü mü?

Peki Hamas nedir sorusuna cevap aramaya ve bu arayışı mümkün olduğu kadar serinkanlı yapmaya çalışacağım. Ne yazık ki serinkanlılık ve olaylara tarafsız ve mesafeli bir şekilde bakmak bizim hasletlerimiz arasında değil. Dolayısıyla okuyucularımın bir kısmı bu yazıda ifade edeceğim görüşlere muhakkak ki katılmayacaklardır. Belki de sosyal medyada sık sık rastlandığı şekilde hakaret etmeye kadar gideceklerdir.

Yine AB, yine Kıbrıs

AB ülkeleri Türkiye’nin adaylığına son vermek veya müzakereleri sonlandırmak gibi zecri bir adım atmayacak, ilişkileri buzdolabında tutacak, normalde dört yıl sonra yapılacak gelecek seçimleri bekleyecek. Bu arada iktidarımızın sürdürdüğü dış politika neticesinde ülkemizin gururla öne sürdüğü stratejik öneminin de pek kalmadığı, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, hatta Kıbrıs’ın bize alternatif teşkil ettiği söylenebilir. Hatta bu ilk üç ülkede kurulan NATO üsleriyle tarihte ilk defa Boğazların önemi azalmış onlara da alternatif bir kara koridoru kurulmuştur. Bu da hayli düşündürücüdür.

Trump mı Biden mi?

Geçen defadan farklı olarak iktidar tarafında bir Trump heyecanı yaşandığına ilişkin işaretlere rastlamıyorum. Bence Trump’a ihtiyatla bakmakta isabet var. Bunun bizim açımızdan iki başlıca nedeni var. Birinci neden NATO ile ilgili. Trump geçen döneminde milli gelirlerinin %2’sini savunma harcamalarına ayırmayan ülkelere dikkat çekmişti. O ülkelerden biri ülkemizdir. Trump yeniden seçilirse bu konuda iktidarın baskılarla karşılaşması ve ekonomiyi rayına oturtmaya çalıştığı bir dönemde savunma için bunun tersini yapma taleplerine muhatap olması muhtemeldir. Daha önemlisi Trump’ın Netanyahu’ya verdiği desteğin Biden’dan farklı olarak koşulsuz olmasıdır. Bu nedenlerle Biden’ın yeniden seçilmesi sadece demokratik dünya için değil, ülkemiz için de tercih edilmesi gereken olasılıktır.

Seçimler dış politikayı nasıl etkiler?

Dış dünyanın da artık ülkemizin bir geçiş döneminde olduğuna kanaat getirdiğine şüphe yok. AB’nin ülkemizle ilişkilerde normalleşmeye gitmek için öneriler içeren Yüksek Temsilci Borrell’in Kasım 2023’te sunduğu raporu bir türlü ele almamış olması mevcut iktidarla bir yere varılamayacağı kanaatine bağlamak mümkündür. Seçimlerden sonra bu kanaatin Brüksel ve başkentlerde kuvvetlenmiş olacağına ve beklemenin en iyi yol olacağına inanılmakta olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu kanaati değiştirmenin tek yolu iktidarın önünde kalan yıllarda AB ile ilişkilerde normalleşmenin olmazsa olmazı olan insan hakları, hukuk, demokrasi ve ayrıca Kıbrıs sorununda beklenen bazı adımları atmasıdır.

AB ile yeni başlangıç mümkün mü?

AB Zirvesi’nde Türkiye ile ilişkiler hakkında bazı kararlar alınması beklenmekteydi. Borrell’in raporunda gümrük birliğinin derinleştirilmesi, vize kolaylığı gibi bir çok alanda adımlar atılması önerilmişti. Ancak yaklaşan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın kazanımlar elde edeceği beklentisi özellikle Fransa’da ülkemizle ilişkilerin normalleşmekte olacağı ve tam üyelik kapısının aralanabileceği yolunda tepkilere yol açacağı endişesini uyandırdı. Dolayısıyla Fransa’nın Almanya’nın bu fikrine karşı çıktığı anlaşılmaktadır. Neticede Borrell raporu ele alınmadı. Rivayete göre konu Haziran ayındaki zirvede alınabilirmiş.

Ukrayna ve ABD Türkiye’ye batının kapısını açar mı?

Zelenskyy’nin birkaç saat süren İstanbul ziyaretindeki önemli bir olay, Türk medyasından özenle gizlendiği için ancak kendi Twitter hesabı ve yabancı medyadan takip edilebildi. Zelensky Tuzla Tersanesi’ne gitti. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından önce 2021 yılında inşası başlayan Ada tipi korvetleri gezdi. Birincisi tamamlanmak üzere ve Ukrayn’lı mürettebat Tuzla’ya gelmiş bile. Geminin adı “İvan Mazepa”. Mazepa 18inci yüzyılda ilk önce Deli (Büyük) Petro için savaşmış sonra ona karşı dönmüş Ukraynalıların kahraman, Rusların hain olarak gördükleri bir asker. İkinci gemi de 17’inci yüzyılda Ruslarla savaşmış başka bir Ukraynalı askeri lider olan Ivan Vyhovsky’nin adını taşıyor. Bu gemilerin Ukrayna'ya teslimi Karadeniz’deki dengeleri Ukrayna lehine biraz daha bozacak, verilmemesi ise yeni bir baş ağrısı konusu teşkil edecektir. Bu gemilerin macerası Birinci Dünya Savaşından önce Birleşik Krallığa sipariş edilen ancak savaşın çıkmasıyla teslim edilmeyen “Sultan Osman” ve “Sultan Reşat” adlı gemilerin hikayesini az buçuk ironiyle hatırlatmıyor değil.

Orta Doğu’da savaş biter mi?

Gazze’de ümit edilecek en iyi sonuç kalıcılığa gidebilecek bir ateşkes. Nihayet iki Kore arasındaki ateşkes 1953 yılından bu yana, Kıbrıs’taki ise 1974 yılından beri barış antlaşması veya nihai çözüm olmaksızın devam etmektedir. Ateşkesin şartlarının da gerçekleşmesinin çok kolay olmadığı haftalardır devam eden müzakerelerin henüz sonuçlanmamış olmasından belli oluyor. Ancak ateşkesten daha kalıcı bir çözüm geçmiş tecrübelere bakılınca pek olası gözükmüyor.

Savaş, savaş, savaş

Ukrayna’lılara açık olan Türkiye dahil yakın veya uzak komşularına göç etme imkanı sayıları 2 milyonu bulan Gazze halkı için mevcut değil. Mısır, aynı dil, din ve etnik kimliğe sahip olan Gazze halkına kapılarını kapattı. Savaş acımasız bir şekilde devam ediyor, Türkiye’de medya dikkatini tamamen iç tartışmalar ve yaklaşan yerel seçimlere çevirdi ancak yabancı haber kanalları o dehşet veren manzarayı izleyicilerine her akşam gösteriyor. 5 ayda verilen kayıp 30.000’e ulaştı. Ancak Ukrayna savaşında olduğu gibi Gazze savaşında da uluslararası toplum ahenkli bir tutum benimseyemedi.

Trump ve Avrupa

Trump’ın yeniden iktidara gelmesi, NATO’yu zayıflatması, askerlerini çekmesi gibi olasılıklar Avrupa’lıları acı acı düşündürmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da ABD, Lozan dahil barış anlaşmalarını imzalamamış veya onaylamamış, Milletler Cemiyetine girmemişti. Bu yalnızlık (isolationism) politikasından ABD’yi çıkartan Japon müttefikinden sonra Almanya’ya da ABD’ye savaş açtıran Hitler olmuştu. Dolayısıyla ülkenin böyle bir geçmişi olduğunu hatırlayanlar ileriye endişeyle bakmakta haksız değiller. ABD ikinci bir Trump başkanlığında NATO’dan çekilecek olsa, Avrupa nükleer alanda da savunmasız kalacak.

Kıbrıs’ta garip şeyler

Kuzey Kıbrıs’taki Rum mallarını pazarlamakla suçlanan ve Rum makamları tarafından verilen pasaport ile seyahat eden bir Kıbrıslı Türk avukat İtalya’da tutuklandı ve Türkiye’nin müdahalesine rağmen, kendi rızasıyla Güney Kıbrıs’a iade edildi. Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu ile AB ülkelerine seyahat eden KKTC vatandaşları, özellikle emlak işine girmişlerse veya Kuzeydeki Rum mallarını sahiplenmişlerse, tehlikeli bir durumla karşılaşabilirler. Herhangi bir AB ülkesinde Rum makamlarınca yayınlanmış bir Avrupa tevkif müzekkeresi ile tutuklanıp yargılanıp Rum tarafına ihraç edilebilirler. Korkarım avukatın başına gelenler bir örnek teşkil edebilir. Rum tarafının kapsamlı bir çözüme gözle görülür bir dönemde ulaşılamayacağı görüşüyle olsa gerek atağa geçtiği görülmektedir.

Komünizm: Nasıl geldi, nasıl gitti?

Rafımda duran kitaplardan biri Sovyet ve Rus tarihi uzmanı Britanyalı akademisyen Archie Brown’un 2010 tarihli “The Rise and Fall of Communism” adlı eseriydi. Ne yazık ki Türkçe’ye tercüme edildiğine rastlamadım. Yayınlandığında satın almış ve fakat unutmuşum. Brown Rusya’daki devrimin esasında kaçınılmaz bir şey olmadığını, Birinci Dünya Savaşı gerçekleşmemiş olsaydı Rusya’nın Batı Avrupa ülkeleri gibi piyasa ekonomisi çerçevesinde kalkınmasının pekala mümkün olabileceğine inanıyor. Hatırlatmaya gerek yok. İkinci Dünya Savaşı öncesindeki dönemde komünist partiler Macaristan’daki kısa bir dönem hariç hiçbir yerde başa geçemediler. Zaten Leninizmin temelinde demokrasi yoluyla başa gelmekten ziyade devrim vardı. Devrim de Sovyetler Birliği dışında Avrupa’da hiçbir ülkede gerçekleşmedi.

ANALİZ | Putin’in Türkiye ziyareti neden yine ertelendi? Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp: “F-16 için ABD Kongresi’nde süreç bitmemişken Putin’in ziyareti suları bulandırırdı”

Emekli büyükelçi Selim Kuneralp, Putin’in Türkiye’ye 12 Şubat’ta yapması beklenen ziyaretinin yeniden ertelenmesini Serbestiyet’e değerlendirdi: “F-16 müzakerelerinin yürütülmekte olduğu, Kongre’deki sürecin henüz bitmediği bir ortamda Putin’in Türkiye’ye gelmesinin sadece etrafı karıştırmak, suları bulandırmak neticesini vereceğini düşünüyordum. O açıdan gelmemesi bence iyi oldu.”

Avrupa’da terör: Kısa bir özet

PKK terörünün 2024’te 40 yıllık bir geçmişi olduğu sık sık hatırlatılıyor. Aslında ülkemizin Irak sınırının ötesindeki harekatları, daha önce 1982 yılında başlamıştı. Aynı dönemlerde Türkiye ASALA ve çeşitli aşırı sol fraksiyonların terörist eylemlerinin de hedefi olmuştu. ASALA terörüne benim ailem de kendi annem dahil iki kurban verdi. O günler hiç aklımdan çıkmıyor. Avrupa kıtası da 1970’li yıllarda teröre yabancı değildi. Avrupa’daki yerli tedhiş hareketlerinin artık son bulduğunu söylemek yanlış değildir sanırım.

İsveç’in NATO üyeliği: Şimdi nereye?

İktidarımızın yaptığı hatalar neticesinde F16’lardan çok daha ileri bir teknolojiye sahip, üstelik üretim ortağı olduğumuz F35 projesinden nasıl çıkarıldığımızı duymayan kalmamıştır herhalde. Amiyane tabiriyle attan inip eşeğe razı olmanın bence çok varit bir örneğidir. Yunanistan en son teknoloji ürünü F35’lere, biz ise 40 yıllık geçmişi olan F16’ların “makyajlanmış” modeline sahip olacağız. F16 projesi gerçekleşinceye kadar da siyasilerimizin alışılmamış bir ketumiyet göstermelerinde sonsuz yarar var.

Türkiye’nin demokrasi çizgisi

İsveç merkezli IDEA dünyadaki demokrasilerdeki gerilemenin 1975 yılından bu yana görülmeyen bir ölçüye vardığını iddia ediyor. Yine İsveç merkezli V-Dem’in yayınladığı yıllık demokrasi raporundaki Türkiye’nin demokrasi tarihini gösteren çizelgeye göre ise Birinci Meşrutiyet ile başlatılan demokrasimiz, II. Abdülhamit yönetiminde Tanzimat döneminin de gerisine gitti. İkinci Meşrutiyet ile ikinci sıçramasını yaptı, 1913 Bab-ı Ali baskınıyla yine geriledi. Tek parti döneminde demokrasi istikametinde ufak tefek düzelmeler görüldü, 1950 seçimleriyle büyük bir sıçrama kaydedildi. 12 Eylül 1980 darbesiyle bütün kazanımlar kaybedildi. Sonra 2010’lı yıllara kadar hızlı bir yükseliş ve AB reformlarıyla birlikte varılan en yüksek nokta ve ondan sonra da yine hızla 1950 öncesi düzeyine dönüldü.

Çin ve Tayvan

Doğu Asya’da Tayvan adasında önemli bir seçim yapıldı. Seçimde mevcut iktidar partisinin adayı ve halihazır Cumhurbaşkanı Yardımcısı (William) Lai Ching-te Çin’le ilişkilerde daha yumuşak bir çizgi takip etmeyi öneren adaya karşı %40 oy almıştır. Tayvan’da geçerli sisteme göre Cumhurbaşkanı tek turda seçiliyor ve en fazla oy alan Cumhurbaşkanı ilan ediyor. Buna karşılık Lai’in mensup olduğu iktidar partisi İlerici Demokrasi Partisi (DPP) parlamentodaki çoğunluğunu kaybetmiştir. Dolayısıyla 20 Mayıs’ta yönetimi devralacak Cumhurbaşkanı’nın ülkeyi yönetmesi o kadar kolay olmayacaktır

Tarih tekerrürden ibaret mi?

Ukrayna savaşı İkinci Dünya Savaşını ve öncesini çok hatırlatıyor. Gerçi Putin Hitler’den farklı olarak 6 milyon Museviyi katletmiyor. Ancak aynen onun gibi ülkesinin kaybettiği veya soydaşlarının yaşadığı toprakları geri almak için bir mücadele veriyor. Batı en azından ilk başta geçmiş tecrübelerden ders almışa benziyordu. Ben şahsen Putin’in yolu kesilmezse bedelinin çok büyük olacağı kanaatindeyim. Ancak bugünkü Avrupa’da Hitler’e hayır demesini bilen Churchill gibi büyük ve kararlı bir devlet adamının bulunmaması şüphesiz bir olası sıkıntı kaynağıdır Türkiye’nin de Ukrayna savaşı konusunda sürdürdüğü siyaset İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında takip edilen çizgi ile benzerlikler içeriyor.