Selim Kuneralp
Vize serbestisi başka bahara
Peki kriterler yerine getirilse acaba vizeler kalkar mı sorusu da sorulabilir. Bunun cevabının olumlu olacağından emin değilim maalesef. 15 Temmuz 2016 darbe girişimden sonra ülkemiz kaynaklı kaçak göçmen ve ilticacı akımı katlana katlana gitmeye başladı. Vize diyalogunun başladığı dönemde ülkemiz kaynaklı ilticacı sayısı yılda 5000 iken, geçtiğimiz yıl 100.000’e ulaştı. Bu şartlarda vize serbestisini konuşmak çok zor olacaktır. Kriterler yerine getirilip yukarıda bahsettiğim iki kanun tadil edilse bile bunların tatbikinin ilticacı sayısını azaltıp azaltmayacağının belirlenmesi birkaç yıl alacaktır.
Yine Avrupa Birliği, yine boş laflar
AB ülkelerinin vize kolaylaştırma yoluna gitme konusundaki iştahsızlıkların başlıca nedeni her yıl gittikçe artan sayıda ve yüzbinleri geçen ülkemiz kökenli kaçan göçmenler sorunu olduğu açıktır. Buna karşılık toplantı sonrasında yaptığı açıklamalarda Bakan Fidan altı kriterin yerine getirilmesi konusunda ilgili kurumların çalışmalarını sürdürdüklerini duyurdu. Bu çalışmaların on yılda tamamlanamamış olması iktidarın pek bir acelesi olmadığının işareti sayılmalıdır. Aslında eksik kriterlerin en önemlisini teşkil eden Terörle Mücadele Kanunu’nun AB’nin istediği şekilde kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi standartlarına uyarlanması mümkün olabilse ülkemiz çok farklı bir yer olurdu.
Bangladeş ve Venezuela: Tespitler, sonuçlar
Bangladeş ve Venezuela tecrübelerinin gösterdiği gibi yıllanmış olan ve ayrıca ülkenin mahkemeler başta olmak üzere tüm kurumlarını ele geçirmiş olan iktidarların seçim yoluyla değişmesi kolay olmuyor. Hatta imkânsız denebilir çünkü modern çağda örneği yok. Ayrıca dikkat çeken husus Bangladeş ekonomisinin devrik rejim zamanında çok iyi bir performans göstermesine rağmen rejimin halk tarafından devrilmiş olmasıdır. Venezuela’da ise halkın rejim karşıtlığının önemli bir nedeni petrol zengini ülkenin yanlış politikalar neticesinde fakirleşmiş olmasıdır. Bu iki ülkeye bakılınca halkın refahını arttırmanın her zaman onu tatmin etmeye yetmediği sonucuna varılabilir.
İsrail- Hamas, Rusya- Ukrayna savaşları. Benzerlikler, farklar
Batının ve genelde dış dünyanın ümidi savaşın yayılmasını önlemektir. Öyle anlaşılıyor ki bölge ülkeleri de aynı amacı benimsemiş gözüküyor. Bu satırları yazdığımda İran henüz Haniye cinayetinin intikamını almamıştı. Tersine yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, İngiltere’de okumuş, tecrübeli diplomat ve nükleer müzakereleri zamanında yürüten Abbas Araghchi’yi Dışişleri Bakanlığına getirmek suretiyle tırmandırma taraftarı olmadığını göstermiştir. Muhafazakarlardan oluşan Meclis bu atamayı onaylarsa tırmandırma arzusunun orada da olmadığı anlaşılacaktır. Batı ise ateşkes müzakereleri devam ettiği sürece İran’ın İsrail’e karşı şiddetli bir askeri saldırıda bulunmayacağını hesap etmekte, bu amaçla dolaylı bir şekilde yürütülen görüşmeleri mümkün mertebe sürdürmeye çalışmaktadır.
Mavi Vatan ve başka masallar
Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanında açtığı ve İsrail’i soykırım suçundan mahkûm ettirmeye yönelik davaya uzun bir bekleyişten sonra iktidar müdahil olmaya karar verdi ve gerekli dilekçeyi Divana geçtiğimiz hafta takdim etti. Ancak Divan Tüzüğünün 63/2 Maddesinin Divan kararlarının müdahil ülkeler için de bağlayıcı olduğunu belirtmesi dava hakkında alınabilecek kararın Ermeni soykırım iddialarına destek teşkil edeceği endişesine yol açtığı anlaşılmaktadır. Gecikmenin bir nedeni de bu olabilir.
Montrö Vaşington’da
Vaşington’da’ki NATO zirvesinden çıkan ortak bildiriye Montrö Sözleşmesi’nin girmesi bir ilk. Türkiye’nin de en azından kullanılan ifadelere karşı çıkmadığı anlaşılmaktadır. Boğazların savaş gemilerine kapatılmış olmasından en fazla zarar görmüş olan ülke şüphesiz Rusya’dır. Korkarım Ukrayna Savaşı bittiğinde Montrö’nün gözden geçirilmesi Rusya’nın önceliklerinden biri olacaktır. 20 yıllığına yapılan Sözleşme bu yirmi yılın sonunda beşer yıllık sürelerle otomatik olarak uzatılmaktadır. Kafamızı kuma sokmayalım. 2026 ilk baharında gelebilecek olan Montrö’nün tadili taleplerinin neler olabileceğini belirleyelim ve hazırlıklarımızı ona göre yapalım.
50’nci yılında Kıbrıs: Doğrular ve yanlışlar
Harekatın 50'nci, KKTC’nin ilanının 41'inci yılında Türkiye hariç onu tanıyan ülke yok. İzolasyonlar devam ediyor, havaalanına Türk uçakları dışında inen uçak yok. Posta hizmetleri Türkiye üzerinden yürüyor. Türk lirası kullanılıyor, birçok kilit noktada bulunan görevliler Türkiye tarafından atanıyor. Bu durumun değişeceğine ilişkin hiçbir işaret yok. TBMM, DEM Parti dışındaki partilerin oyuyla gerçeküstü bir karar kabul etti. Bana göre bu belgenin en içler acısı kısmı, Türk Devletleri Teşkilatı’nın KKTC’ye gözlemcilik vermiş olmasının memnuniyetle karşılandığının belirtilmiş olmasıdır. 41 yıl sonra KKTC’ye STK muamelesi çekilmiş olması üzücü değilse nedir diye sormak geliyor içimden.
“Çok fazla sarılan sıkı tutamaz” ya da dış politikada bocalamaya devam
Bir evi muhakkak satmak istediğinizi potansiyel alıcıya hissettirirseniz fiyat düşer. Tersine alıcıysanız ve evi çok beğendiğinizi ve almaya kararlı olduğunuzu satıcıya hissettirirseniz, fiyat yükselir. Bunlar müzakerenin temel ilkeleridir. Oysa bakıyorum ki haftalardan beri iktidarımız Suriye diktatörü Esad ile görüşme yapma hevesi içinde. Esad da haliyle fiyatı yükseltiyor. Bunda şaşırtıcı bir şey yok. Bakalım fiyat nereye kadar çıkacak ve alıcı taraf bunu ödemeye razı olacak mı? Ülkemiz normal bir şekilde yönetiliyor olsaydı, temaslar ilk önce bir üçüncü ülkede teknik düzeyde ve mümkünse gizlice başlatılır, işler olgunlaştıktan sonra devlet başkanı düzeyine çıkarılırdı.
ANALİZ | Selim Kuneralp: von der Leyen’in “Akdeniz Komiseri”, bende Türkiye’nin AB adaylığı için kuşku uyandırdı
Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp yorumluyor: Yeniden AB Komisyonu Başkanı seçilen Ursulu von der Leyen “Akdeniz için bir komiser görevlendireceğim” demişti. Bu, Türkiye için bende kuşku uyandırdı. Türkiye aday ülke, şimdiye kadar Genişlemeden Sorumlu Komiserler tarafından takip ediliyordu. Bizi de eğer Akdeniz Komiseri takip edecekse, adaylıktan biraz daha uzaklaşmış olacağız.
Üç ülke üç seçim
Birleşik Krallık seçim neticelerinin Fransa’dakilerden büyük farkı istikrarı sağlamış olmasıdır. Fransa belki bir yıl halkın desteğinden yoksun bir hükümetle idare edilecekken, Birleşik Krallık seçimin ertesi günü eski başbakanın istifa ettiğine, yenisinin atandığına ve seçimden iki gün sonra yeni iktidarın ilk kabine toplantısının yapıldığına şahit olmuştur. İktidar boşluğu sadece yarım saat sürmüştür. Ülke bir hukuk devleti olmasa şüphesiz temsil adaletini sağladığı pek iddia edilemeyecek bu sistemin sakıncaları çok büyük olurdu. Ancak oy dağılımına bakıldığında nısbi sistem uygulanmış olsaydı, ülkenin diğer çoğu Avrupa ülkeleri gibi koalisyonlar veya azınlık hükümetleri ile yönetilmiş olacağını görürdük. Birleşik Krallık halkı mevcut sistemden memnuna benziyor.
Üçüncü dünya savaşı çıkar mı?
Üçüncü Dünya Savaşının Orta Doğu’da patlaması geçmişte olduğu gibi bugün de pek mümkün değildir. Orta Doğu Savaşları hep orada kalmış ve yayılmamıştır. Üçüncü Dünya Savaşını başlatacak birisi varsa o da köşeye sıkışmış ve savaşı kazanamayacağını anlamış bir Putin’dir.
Şu Patrikhane “meselesi”
Patrik Bartholomeos 14-16 Haziran tarihlerinde İsviçre’nin Bürgenstock sayfiye kasabasında düzenlenen Ukrayna destek konferansına davet edildi ve ortaya çıkan belgeyi katılımcı çoğu devlet temsilcileriyle imzalaması yine bir bardak suda fırtına yarattı. Hatırlayanlar için Bürgenstock kasabasının yakın tarihimizde bir yeri zaten vardı. Kıbrıs’ın AB’ne katılma antlaşması imzalanmadan hemen önce soruna bir çözüm arayışı bulmak için yapılan konferans da orada toplanmış ve her zamanki gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Fransa nereye?
28 yaşındaki Bardella’nın arkasında kuvvetli bir halk desteğiyle başbakanlığı ele geçirmesi halinde Macron’u sıkıştırma imkanları artacaktır. Macron, AB zirvelerinde ülkeyi temsil etmeye devam edecek, ancak başta Dışişleri Bakanları olmak üzere Bakan Konseylerinde kendisine karşı olan hükümetin bakanları ülkeyi temsil edecektir. Bu sefer hükümeti kurmaları olası olan partilerin sisteme yani Beşinci Cumhuriyete eskiden olduğu kadar bağlı oldukları söylenemez. Sol cephenin uçuk ekonomik politikaları şimdiden sermayeyi ürkütmeye başlamıştır. Büyük sermaye sahiplerinin bir kısmı bu nedenle aşırı sağa eğilim göstermektedir. Şüphe yok ki aşırı solun iktidara gelmesi halinde Fransız ekonomisi büyük bir darbe yiyecek, sermaye ülkeden kaçacak ve büyük bir ekonomik kriz yaşanacaktır. Aşırı sağın kazanması ise AB ile ilişkilerde bunalımlı bir dönemin kapısını açacaktır.
“AB çatladı” mı?
Netice endişe edildiği kadar “kötü” olmamıştır. Haklı olarak Fransa’da aşırı veya radikal sağın en fazla oyu alması, Almanya’da ikinci sırada olması ve başka ülkelerde de kayda değer ilerlemeler kaydetmesi, endişe edildiği kadar vahim neticeler doğurmamıştır. Sağa kayma olmuştur ama bu kayma ortanın sağındaki partilere olmuş ve onların grubu Avrupa Halkları Partisi (EPP) birinciliğini korumuştur.
Trump’ın davaları ve olası sonuçları
ABD tarihinde ilk defa bir eski başkan yargılanmaktadır. Üstelik Donald Trump aynı zamanda bir dönem daha başkanlığa adaydır. ABD tarihinde bir eski başkanın yeniden başkanlığa aday olduğuna sadece ikinci defa rastlanmaktadır. Şimdiye kadarki tek örnek 1901-1909 döneminde başkanlık yapmış olan Theodore Roosevelt’tir. O tarihlerde henüz dönem sınırlaması olmadığı için Roosevelt 1912 seçimlerine girmiş ancak kazanamamıştı. Temmuz ayında yapılacak Kongre’de Cumhuriyetçi Partinin adaylığını benimsemesi ve yeniden seçilmesi halinde Trump 250 yıllık ABD tarihinde iktidarı kaybettikten sonra yeniden kazanmayı başaran ilk kişi olacaktır.
Demografi sorunu, kaçak göç sorunu
TÜİK tarafından yayınlanan ülkemiz kadınlarının süratle azalan doğurganlığı ile ilgili rakam içinde bulunduğumuz her bakımdan kaotik durumda layık olduğu ilgiyi uyandırmadı. 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık nüfusun stabl olması için gereken 2,1’i de geride bırakarak 1,5’e düşmüştür. En garantili çözüm en azından kısa ve orta vadede göçü teşvik etmektir. Burada kastedilen tabii kaçaklar değil, nitelik sahibi ve duyulan ihtiyaca cevap verecek kişilerin göçüdür şüphesiz. Politikacıların söylemlerini değiştirip göçmenleri düşmanlaştırmak yerine onların demografik sebeplerden dolayı zamanla gittikçe artacak bir ihtiyaca cevap verebileceklerini halklarına anlatmaları iyi olurdu.
AB genişlemesi o kadar kolay olmayacak
Polonya uçurumun kenarından dönmüş ve geçtiğimiz yıl yapılan seçim yoluyla demokrasisin iğfal edilmesini önlemişken Macaristan, Slovakya, hatta Slovenya’da işler tersine gitmiştir. Özellikle Macaristan’da AB üyeliğinin demokratik hukuk devletinin ortadan kaldırılıp tek adam diktatörlüğüne dönüşmesini engelleyememiş olması, bu ülke liderinin NATO’nun genişlemesi, AB’nin Ukrayna’ya yardımları gibi temel politikalara çomak koyması AB için bitmeyen bir baş ağrısı olmuştur. Bunun üzerine genişlemenin pek de kibirli bir şekilde ümit edildiği gibi otomatik bir Avrupa değerlerine uyum getirmediği düşüncesiyle frene basılmıştır.
Milli dış politika mümkün mü, olmalı mı?
Mahalli seçimler CHP’ni iktidar alternatifi konumuna getirdiğine göre iktidara geldiği takdirde her alanda ne yapacağını belirlemeye ve anlatmaya başlaması gerekir. Dış politika da bu alanlardan biridir. Vakit çabuk geçiyor kaybedecek çok fazla zaman yok.
ANALİZ | Mehmet Şimşek’in Brüksel ziyareti. Selim Kuneralp: “Şimşek zoraki bir şekilde oraya gelmiş gibiydi”
Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp, Mehmet Şimşek’in Brüksel'deki konuşmasını yorumladı: "Türkiye'deki ekonomik programın hedeflerini anlattı ve şimdiye kadar kaydedilen performansı PowerPoint sunumlarıyla izah etti. Bende bıraktığı izlenim, hafif zoraki bir şekilde oraya gelmiş gibiydi. Atmosfer biraz suni bir ortamdaydı. Hiç Türkiye'nin AB adaylığından bahsedilmedi. Mehmet Şimşek sadece, "Üyelik o kadar önemli değil. Bizim için önemli olan süreçtir," dedi. Yani Avrupa Birliği'ne girsek de girmesek de çok önemli değil gibi bir yaklaşım sergiledi."
Dış politikada yalpalamaya devam
Türkiye, Batı'dan koparken ne tarafa yöneliyor? Buna cevap vermek o kadar kolay değil. Paylaştığı değerler itibarıyla yakınlaşması beklenebilecek İslam dünyası ile işlerin ve ilişkilerin çok parlak olmadığı da görülüyor. Bir dikta rejimi altında yönetilen Rusya ile ilişkiler de çok parlak gitmemektedir. Geçtiğimiz hafta Fransa’ya, oradan da Avrupa’da iğreti konumda olan Macaristan ile Sırbistan’a giden Çin diktatörü Xi Jinping’in buralara kadar gelmişken ülkemize uğramamış olması dikkat çekicidir. Başka diyarlarda aradığını bulamayan iktidarın çaresizlik içinde de olsa yeniden batıya dönmeye çalıştığı izlenimi edinilmektedir. Ancak bunun kolay olmadığı bellidir.
Hamas terör örgütü mü?
Peki Hamas nedir sorusuna cevap aramaya ve bu arayışı mümkün olduğu kadar serinkanlı yapmaya çalışacağım. Ne yazık ki serinkanlılık ve olaylara tarafsız ve mesafeli bir şekilde bakmak bizim hasletlerimiz arasında değil. Dolayısıyla okuyucularımın bir kısmı bu yazıda ifade edeceğim görüşlere muhakkak ki katılmayacaklardır. Belki de sosyal medyada sık sık rastlandığı şekilde hakaret etmeye kadar gideceklerdir.
Yine AB, yine Kıbrıs
AB ülkeleri Türkiye’nin adaylığına son vermek veya müzakereleri sonlandırmak gibi zecri bir adım atmayacak, ilişkileri buzdolabında tutacak, normalde dört yıl sonra yapılacak gelecek seçimleri bekleyecek. Bu arada iktidarımızın sürdürdüğü dış politika neticesinde ülkemizin gururla öne sürdüğü stratejik öneminin de pek kalmadığı, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, hatta Kıbrıs’ın bize alternatif teşkil ettiği söylenebilir. Hatta bu ilk üç ülkede kurulan NATO üsleriyle tarihte ilk defa Boğazların önemi azalmış onlara da alternatif bir kara koridoru kurulmuştur. Bu da hayli düşündürücüdür.
Trump mı Biden mi?
Geçen defadan farklı olarak iktidar tarafında bir Trump heyecanı yaşandığına ilişkin işaretlere rastlamıyorum. Bence Trump’a ihtiyatla bakmakta isabet var. Bunun bizim açımızdan iki başlıca nedeni var. Birinci neden NATO ile ilgili. Trump geçen döneminde milli gelirlerinin %2’sini savunma harcamalarına ayırmayan ülkelere dikkat çekmişti. O ülkelerden biri ülkemizdir. Trump yeniden seçilirse bu konuda iktidarın baskılarla karşılaşması ve ekonomiyi rayına oturtmaya çalıştığı bir dönemde savunma için bunun tersini yapma taleplerine muhatap olması muhtemeldir. Daha önemlisi Trump’ın Netanyahu’ya verdiği desteğin Biden’dan farklı olarak koşulsuz olmasıdır. Bu nedenlerle Biden’ın yeniden seçilmesi sadece demokratik dünya için değil, ülkemiz için de tercih edilmesi gereken olasılıktır.
Seçimler dış politikayı nasıl etkiler?
Dış dünyanın da artık ülkemizin bir geçiş döneminde olduğuna kanaat getirdiğine şüphe yok. AB’nin ülkemizle ilişkilerde normalleşmeye gitmek için öneriler içeren Yüksek Temsilci Borrell’in Kasım 2023’te sunduğu raporu bir türlü ele almamış olması mevcut iktidarla bir yere varılamayacağı kanaatine bağlamak mümkündür. Seçimlerden sonra bu kanaatin Brüksel ve başkentlerde kuvvetlenmiş olacağına ve beklemenin en iyi yol olacağına inanılmakta olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu kanaati değiştirmenin tek yolu iktidarın önünde kalan yıllarda AB ile ilişkilerde normalleşmenin olmazsa olmazı olan insan hakları, hukuk, demokrasi ve ayrıca Kıbrıs sorununda beklenen bazı adımları atmasıdır.
AB ile yeni başlangıç mümkün mü?
AB Zirvesi’nde Türkiye ile ilişkiler hakkında bazı kararlar alınması beklenmekteydi. Borrell’in raporunda gümrük birliğinin derinleştirilmesi, vize kolaylığı gibi bir çok alanda adımlar atılması önerilmişti. Ancak yaklaşan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın kazanımlar elde edeceği beklentisi özellikle Fransa’da ülkemizle ilişkilerin normalleşmekte olacağı ve tam üyelik kapısının aralanabileceği yolunda tepkilere yol açacağı endişesini uyandırdı. Dolayısıyla Fransa’nın Almanya’nın bu fikrine karşı çıktığı anlaşılmaktadır. Neticede Borrell raporu ele alınmadı. Rivayete göre konu Haziran ayındaki zirvede alınabilirmiş.
Ukrayna ve ABD Türkiye’ye batının kapısını açar mı?
Zelenskyy’nin birkaç saat süren İstanbul ziyaretindeki önemli bir olay, Türk medyasından özenle gizlendiği için ancak kendi Twitter hesabı ve yabancı medyadan takip edilebildi. Zelensky Tuzla Tersanesi’ne gitti. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından önce 2021 yılında inşası başlayan Ada tipi korvetleri gezdi. Birincisi tamamlanmak üzere ve Ukrayn’lı mürettebat Tuzla’ya gelmiş bile. Geminin adı “İvan Mazepa”. Mazepa 18inci yüzyılda ilk önce Deli (Büyük) Petro için savaşmış sonra ona karşı dönmüş Ukraynalıların kahraman, Rusların hain olarak gördükleri bir asker. İkinci gemi de 17’inci yüzyılda Ruslarla savaşmış başka bir Ukraynalı askeri lider olan Ivan Vyhovsky’nin adını taşıyor. Bu gemilerin Ukrayna'ya teslimi Karadeniz’deki dengeleri Ukrayna lehine biraz daha bozacak, verilmemesi ise yeni bir baş ağrısı konusu teşkil edecektir. Bu gemilerin macerası Birinci Dünya Savaşından önce Birleşik Krallığa sipariş edilen ancak savaşın çıkmasıyla teslim edilmeyen “Sultan Osman” ve “Sultan Reşat” adlı gemilerin hikayesini az buçuk ironiyle hatırlatmıyor değil.
Orta Doğu’da savaş biter mi?
Gazze’de ümit edilecek en iyi sonuç kalıcılığa gidebilecek bir ateşkes. Nihayet iki Kore arasındaki ateşkes 1953 yılından bu yana, Kıbrıs’taki ise 1974 yılından beri barış antlaşması veya nihai çözüm olmaksızın devam etmektedir. Ateşkesin şartlarının da gerçekleşmesinin çok kolay olmadığı haftalardır devam eden müzakerelerin henüz sonuçlanmamış olmasından belli oluyor. Ancak ateşkesten daha kalıcı bir çözüm geçmiş tecrübelere bakılınca pek olası gözükmüyor.
Savaş, savaş, savaş
Ukrayna’lılara açık olan Türkiye dahil yakın veya uzak komşularına göç etme imkanı sayıları 2 milyonu bulan Gazze halkı için mevcut değil. Mısır, aynı dil, din ve etnik kimliğe sahip olan Gazze halkına kapılarını kapattı. Savaş acımasız bir şekilde devam ediyor, Türkiye’de medya dikkatini tamamen iç tartışmalar ve yaklaşan yerel seçimlere çevirdi ancak yabancı haber kanalları o dehşet veren manzarayı izleyicilerine her akşam gösteriyor. 5 ayda verilen kayıp 30.000’e ulaştı. Ancak Ukrayna savaşında olduğu gibi Gazze savaşında da uluslararası toplum ahenkli bir tutum benimseyemedi.
Trump ve Avrupa
Trump’ın yeniden iktidara gelmesi, NATO’yu zayıflatması, askerlerini çekmesi gibi olasılıklar Avrupa’lıları acı acı düşündürmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da ABD, Lozan dahil barış anlaşmalarını imzalamamış veya onaylamamış, Milletler Cemiyetine girmemişti. Bu yalnızlık (isolationism) politikasından ABD’yi çıkartan Japon müttefikinden sonra Almanya’ya da ABD’ye savaş açtıran Hitler olmuştu. Dolayısıyla ülkenin böyle bir geçmişi olduğunu hatırlayanlar ileriye endişeyle bakmakta haksız değiller. ABD ikinci bir Trump başkanlığında NATO’dan çekilecek olsa, Avrupa nükleer alanda da savunmasız kalacak.
Kıbrıs’ta garip şeyler
Kuzey Kıbrıs’taki Rum mallarını pazarlamakla suçlanan ve Rum makamları tarafından verilen pasaport ile seyahat eden bir Kıbrıslı Türk avukat İtalya’da tutuklandı ve Türkiye’nin müdahalesine rağmen, kendi rızasıyla Güney Kıbrıs’a iade edildi. Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu ile AB ülkelerine seyahat eden KKTC vatandaşları, özellikle emlak işine girmişlerse veya Kuzeydeki Rum mallarını sahiplenmişlerse, tehlikeli bir durumla karşılaşabilirler. Herhangi bir AB ülkesinde Rum makamlarınca yayınlanmış bir Avrupa tevkif müzekkeresi ile tutuklanıp yargılanıp Rum tarafına ihraç edilebilirler. Korkarım avukatın başına gelenler bir örnek teşkil edebilir. Rum tarafının kapsamlı bir çözüme gözle görülür bir dönemde ulaşılamayacağı görüşüyle olsa gerek atağa geçtiği görülmektedir.