Ana SayfaManşetYazıldığı gibi okuyunuz

Yazıldığı gibi okuyunuz

Yazıldığı gibi okunan “Koka Kola” kampanyası tutmayınca, işi iyice şahsileştirdiler. Bir baktık, Cola şişelerinde bizzat adımız var. Markette “Hişt…”, sesleniyor sana: “Gel adaş, gel...” Seçtikleri “Türk isimleri” tabii… Hemen ardından “Senin adın Mine ama sende tam Gülüm tipi var” kampanyası… Düpedüz “asimile kolası” değil de nedir Allasen?

“Size baktığım yol uzamakta /Kendime baktığım yol uzamakta /Yoruldum, bunaldım, canım sıkılıyor /(…) Öyle durgun ki nasıl, çok sıkılan bir yüzde /Hep aynı şeyi düşünmek kadar /(…) Gözleri gördüğü yerden bakar /Yılgınlar, yitikler, yalnızlar”…

Edip Cansever’in iki ayrı şiirini buluşturan, konuşkan olmasa da “yazgan yalnızlığı”na, can sıkıntısına bakıyorum da… Yazmaktan da sıkılıyor bazen insan. Yazmayı azaltarak bırakmıyorsa, sıkıldıkça yazmasından… Elinde sivri uçlu değnek, bu çemberi çevirmekle geçiyor bazı ömürler. Ne diyor Enderunlu Vâsıf; “Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner /Gam ü şâdî- felek böyle gelir böyle gider”… (Dünyada asıl hüner, sıkıntıyı,  zorluğu zevk hâline getirmektir /Feleğin sevinci, hüznü böyle gelip gider”)

Sözlü tarihin konuşkan tebessümüyle uzayıp giden yazı dizimde, gazozun yeri ve önemini bardağı taşıracak kadar “etraflı” anlattığımı düşünüyorum. Yine de “Gazozdan gınâ geldi…” diyemiyorum. Kuşağımız açısından kalp kırıcılığı bir yana, gerçeği de yansıtmaz. Çocuklukta, “- 18” gençlikte bir tek ondan ve akrabası sektörlerden gınâ gelmez zira.

Düşününce… Desem de pek sorun değil aslında. Çünkü “gınâ” bıkkınlığın, bezginliğin yanısıra “zenginlik” de demek. “Çok anlamlı” bir sözcük… Yani tek kelimeyle “Zenginlikten, servetten bıktım, usandım”ı anlatmak mümkün.  Ki belki de “gınâ” kelimesi, tarih boyunca sık karşılaşılan, akıllı uslu duramayan bu hâli ifade etmek için şey edilmiştir. (Keşif midir, icat mı? Bilemedim.) 

Şatodaki alafranga aşçı

Elbette daha felsefi, sosyolojik, sosyo-psikolojik derinliğiyle “can sıkıntısının, bunalmanın zenginliği”ni, mesela “Sıkılan İnsan”ın keşif ve icatlarını da kapsıyor olabilir. Çünkü insan öğrendikçe, keşfettikçe sıkılıyor, sonra hadi baştan… (“Sıkılan İnsan” türüne ve tarihteki evrimine sonraki bölümlerde değineceğim.) Ayrı bir makaleyi bence hak eden bu meseleyi -şu an- uzatmadan, Kubbealtı Lugatı’nda “gınâ”nın -Refik H. Karay’dan alıntıyla- cümle içinde kullanımına bayıldığımı söyleyeyim: “Şatodaki alafranga ahçının vapur ve otel yemeklerinden gınâ gelmişti”…  Mirasyedi Halet Rezaki’nin (¹) kulakları çınlasın; “Bıktım dünyayı sırtımda taşımaktan, hayatın yorgunuyum ben, rahat vurgunuyum ben”.

Gazozun saltanatı bu denli köklüyken… Peki, nasıl oldu da “Cola”, o Edirne’den (Bahar Gazozu Beyliği) Kars’a (Kirman Gazozu Beyliği)  koca imparatorluğu anında sarsabildi? Tamam, “Kola” kelimesi kültürümüze, dilimize o kadar da uzak değildi; gömleklerin yakası kolalanırdı mesela. Ancak rakıyı andıran rengi nedeniyle deneyenler olsa da, içilemiyordu maalesef. (²) İlk adı Coca’yı 1886’da başka diyarlardan kaçak edinen firma, kulağa adaş gelen soyadı Cola’yla da Türkiye’de bu boşluğa abandı.

Telaffuzda ara dönem

Hatta 2014 yılında “Türkiye’de 50. Yıl” kutlamaları onuruna markasını Türkçeleştirerek, yazıldığı gibi okunanKoka-Kola”(KK) yaptı bir süre. Lâkin bizim nesil bakkaldan siftahı, daha önce yazıldığı gibi aynen “Coca-Cola” telaffuzuyla (CC) yaptığı için geç kalmıştı. Ama bazı harflerin, kelimelerin, isimlerin yazıldığı gibi okunmadığını öğrenince, bursunu yakarak Amerika’ya gitmekten vazgeçen Fulbrayt Cevat’ın hayatı değişti, tatsız tuzsuz fıkra oldu. (Bu devirde çocuğa, kediye filan isim koyarken öngörülü ve her dilde tetikte olmak gerekiyor. Elbette sıralamayacağım örnekleri düşünerek, TDK’dan, Osmanlıca Sözlük’ten önce Redhouse’a bakmakta yarar var.)

Yanlışlığa, kafa-kavram karışıklığına meydan vermemek için her şeyi yazıldığı gibi okuyacaksın zaten. Bizim zamanımızda yoktu öyle Levis’e Livayss, BMW’ye Biemvii demek. O markanın -kâr getirmiyorsa- pek de umurunda olmadığı o maharet, zorlu süreçlerden, Nescafe’nin filan Neskahve olarak Türkçe telaffuz edildiği ara (bulucu) dönemlerden sonra nispeten hayata yerleşti. O da eğretiydi… Her şeyi illâ Türkçeleştireceksiniz bırakın TDK yapsın, o öz-üretimler kullanılmıyor hiç olmazsa… 

Sezar’ın hakkı Brütüs’e

Yine de insan çocukluğunda, gençliğinde, hatta yetişkinliğinde her an yanında olan sembollere vefasızlık etmemeli. Sezar’ın hakkı Brütüs’e… Gazozu sırtından bıçaklayan Cola’nın o günlerdeki “Koka Kola” kampanyasında kullandığı “birlik, beraberlik metni”nin hakkını yememek lazım. Ulusal nutuklarımızın ilhamı, ebedî kılavuzu, tırnaksız intihali olmuştur: “Bulunduğumuz bu topraklar, çok özel tarihi ve kültürel bir zenginliğe sahip. Duygularını ifade ediş şekliyle de çok özel, tercüme edilemeyecek ifadelere sahibiz. Coca-Cola olarak, yarım asırlık yolculuğumuz boyunca aynı duyguları paylaştığımız, aynı dili konuştuğumuz mesajını vermek istedik.” 

Okay then… Bir asırdır var olan “Havasına, suyuna, taşına, toprağına…”yla milli milli çınlayan kulağımıza, o uzun paragrafla fısıldadıkları 50. Yıl mesajı, içindensadece Cola’yı çıkartarak her seçim kampanyasında defalarca kullanıldı. Cola o uzun metne, ne reklam parasıödedi kimbilir? Oysa reklam kuşaklarını “Beraber yürüdük biz bu yollarda” cıngılıyla döndürseler, sadece o nakaratla özetleselerdi… Kampanya daha samimi, daha hesaplı ve uzun soluklu olabilirdi kanımca.

Güftesini hatırlayın… Baktığımız her yerde izi durmuyor mu Cola’nın? Hatıraları sarmadı mı dört bir yanımızı? Bize her şey onu, o harika Cola ülkesini hatırlatmıyor mu? Beraber yürüdük, beraber ıslanmadık mı ta Korelere kadar…

“Şahsa Özel” asimile kolası

Yılmadılar… Bu senli benli kampanya umdukları faydayı getirmeyince, isim meselesini iyice şahsileştirdiler. Bir baktık, Cola şişelerinin üzerinde bizzat adımız var. Markette dolanırken “Hişt…”, sesleniyor sana: “Gel adaş, gel”… Düşünsene, öylesine beynelmilel bir ürünle adaşsın!  Kim dayanır…

Lâkin ekseriyetle aşmış/çağdaşlaşmış, zararsız, seçtikleri “Türk isimleri”. Manası uzunluğuyla müsemmâ adları, onlara Bir Zamanlar Osmanlı’yı ya da “Yankee Go Home”u hatırlatacak isimleri filan hiç arama! Yani ayan beyan “Şahsınıza ait şişelere ancak bizim seçtiğimiz isimleri koyarsanız ulaşabilirsiniz” demeye getiriyor. Düpedüz asimile kolası değil de nedir Allasen?

Aynı radikal kişiselleştirme, aynı örtülü emperyal niyet, (söylemeden geçemeyeceğim; yazı dizimde hemen her bölümde kulağını çektiğim o nostaljik “emperyalizm”, aniden/yeniden popüler oldu) giderek ailenin birliğini, bütünlüğünü de sarsıyor kuşkusuz.

Adına uygununu bulamadığı için Ali yerine Veli’ye bile razı çocuklar var. Fakat onu bile bulamayınca isimsiz-nesepsiz kolası boğazına zalim bir hıçkırık gibi düğümlenen, o dünyada bir anda Küçük Emrah gibi kalıp üveyik misali şakıyan çocuklar, “hayatın gerçek tadı”nı “Şahsına Özel” şişeden yudumlayan kardeşlerini boynu bükük seyrediyor tabii. Onlar aile, aile boyu… O tek başına, üvey, 200 ml…

Sacayağında deprem

Ayrımcılığının, örtemediği seçkinciliğinin deşifre olduğunu fark eden firma, bir süre sonra da kampanyasını “Senin adın Mine ama sende tam Gülüm tipi var” ısrarıyla sürdürmeye çalışıyor. Bir de görseline koyduğu geleneksel hemşire afişi misali fotoğrafla,  hastanelerdeki gibi “Sus… Kimseye çaktırma…” diyor.

Yani hem “Adının yazdığı şişeyi bulamazsan, o meymenetsiz tipine göre seç” diyerek kapsama alanını genişletiyor… Hem de adını yanlış koymuşlar, bizce sende o mana değil bu tipoloji var, ismin de şu olmalı, meselesi. Derste kullansan, profesyonel inada, tipoloji fanatizmine, nominal emperyalizme slayt gösterisi olur… O cânım “Turkey”in sözlükteki manasını “Hindi” yapan, sonra da ulusal sofralarda afedersiniz “yılbaşı hindisi” yedirenden ne beklenir?  

Ailenin bağrına haset, kıskançlık, öfke tohumları eken kampanyayla, bazı evlerde çocuklar üzerinde kendi adı yazılı aile boyu kolayı, “Bu menim, bu menim” diyerek paylaşmaya da yanaşmıyor. Birlik, beraberlik, paylaşma… Ailenin, toplumun ana hatlarıyla ondan ibaret sacayağı devrildi, devrilecek. Neyse ki tutmuyor, o kadarını da yemezler (içmezler) elbet. Kısa sürede sonlandırılan o kampanyanın da, hemen her hanedeki geleneksel “Bu eve bir daha isimli kola girerse giderim” direnişiyle geri teptiğini sanıyorum.

Emperyalizme karşı direnişte her boykot, her eylem önem taşıyor. Kendisine direnemezsen, kapağına, şişesine diren, sadece nostaljik kapaklı, şişeli gazlı meşrubatları tüket mesela. Ama nerde o bilinç? Bu sözde orijinal ve o sebepten de yalnız ülke, özbeöz Al-a “Turka”sına bile burun kıvırdı. Meşrubat kapağındaki radikal değişim, meşrubatların cinsiyetçi kimliğinde balans ayarları gibi mevzular gelecek haftaya kaldı. Ve artık emperyalizmden söz etmeyeceğim.

BİR ŞİİR/BİR DİZE

“Ölüyorum tanrım /Bu da oldu işte. /Her ölüm erken ölümdür /Biliyorum tanrım. /Ama, ayrıca, aldığın şu hayat /Fena değildir… /Üstü kalsın…” 9 Ocak 1990’da 59 yaşında ölen Cemal Süreya’nın “güzel anılar gibi hüzünlü” hatırasına…

(¹) Dönem Müzikleri: “Halet Rezaki’nin Şarkısı”,Timur Selçuk’un müziklerini yaptığı “Rumuz Goncagül (1977)” oyunundaki bestesi… “Nereye Payidar (1976)” oyununun aynı adlı şarkısı ve yine aynı oyundan “Ekonomi Tıkırında”yla birlikte “Dönem Müzikleri”  arasına -dillere düşerek- yerleşmişti.

(²) Neden “İçilmez” yazılmaz: Prehistorik geçmişini önceki yazılarımda etraflıca anlattığım “İçen İnsan”a, sıvı hâlinde olan bir şeyin içilemeyeceğini kabul ettirmek zordur. Üzerine “İçilmez” yazılması da doğal olarak inandırıcı gelmez. Sıvıysa içilir, dumansa tüttürülür, gazsa -Helyum misali- içine çekilir, kahkaha atılır/attırılır. İçinde mini mini harflerle bilmemne usaresi, acabaone aroması, firmakatkısı vb. yazan bir sürü zararlı içeceğin üstüne,  o nedenle, özendirici olmasın diye “İçilmez” yazılmaz zaten.  Zira üzerinde “İçilmez” yazan ispirto, “İçen İnsan” borsasında bir dönem rekor kırmıştır. Piyasayı sarsan o salgın, etiketi değiştirilip “Tuvalet İspirtosu” yazılarak biraz kırılsa da, onu dönemin Umumi Tuvaleti olarak kullanılan köprüaltlarında içmeye devam edenlerin önüne geçilememiştir.

Ev rakısını bozma büyüsü: Bugünlerin terkibinde yüzde 96 küsur alkol bulunan “rakı hammaddesi”nin üzerine de yine, iyice özendirici olmasın diye “İçilmez” yazılmaz. İçine teşhir için davul tozu, günahı için minare gölgesi, tehlikesi, bulaşıcılığı için de yarasa kanı filan katılarak, büyüsünün, tadının bozulmasına çalışılır.

- Advertisment -