‘Arka Kanal’ kitabınızın konusu nedir? Niçin şimdi yayımlandı ve söylemek istedikleriniz neler?
Otuz yıl süren uzun kariyerimde, ABD’nin çıkarlarını savunmak ya da desteklemek konusunda diplomasi şimdi olduğu kadar bir öneme sahip değildi. Bugün ABD artık dünyadaki tek büyük güç olarak görülmüyor. Yükselen bir Çin ve uyanan bir Rusya da var. Ama yine de eğer kartlarımızı iyi oynarsak halen rakiplerimize üstün gelme şansımız var. Bu bir gurur ya da kibir değil. Biz bunu sadece ekonomik ve askeri gücümüz sayesinde değil, ittifaklar kurmak için yaptığımız işbirlikleri sayesinde başardık. On yıllar boyunca rakiplerimize karşı ayrıcalıklı olmamızı sağlayan da budur. Ancak bugün beni asıl endişelendiren bu aracı, yani diplomasiyi kullanmamamızdır.
Bu kitap ile genel okura diplomasiyi tanıtmak istedim. Diplomat olarak görev yaptığım uzun yıllar boyunca, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden Başkan George Bush’a ve James Baker ile zirveden Irak savaşına, ardından İran ile gizli müzakerelere, Arap Baharı’ndan büyük güçler arasındaki rekabetin dönüşüne kadar, dönüm noktası sayılan anlarda mütevazı de olsa bir rol oynadığım için kendimi şanslı olarak görüyorum.
Kaddafi’nin ‘takım’ı
Bu dönemde birçok liderle görüşme fırsatınız da oldu…
Elbette, Muammer Kaddafi’den Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e kadar birçok lider ile görüştüm. Bir diplomat olarak her zaman liderlerin kişiliklerine renk katmaya çalıştım. Bilhassa Beyaz Saray’ın kendisine büyük önem vermediği bu dönemde diplomasi çok önemlidir.
Kariyerinizin hangi dönemde zirveye ulaştığını düşünüyorsunuz?
Doksanlı yılların başlarında tarafları (1991 yılındaki Arap-İsrail Barışı) Madrid Konferansı’na katılmaya ikna etmek için gösterdiğimiz yoğun çaba ile buna ulaştığımı düşünüyorum. Çünkü ilk başta ne Hafız Esed, ne Yaser Arafat, ne de İzak Şamir bunu istemiyorlardı. Ama ABD bu konferansı düzenlemek için güç, beceri ve maharetten oluşan bir karışım kullandı.
Birçok lider ile görüştünüz; Kaddafi ile ilgili aklınızda kalanlar neler?
Kendisi insanın karşılaşabileceği en ilginç lider. Bir keresinde onunla yaklaşık 30 yıl önceki Lockerbie saldırısının yankıları ile nasıl başa çıkacağımızı görüşmek için bir araya gelmiştik. Bir keresinde de Libya’nın 2001-2003 yıllarında terör listesinden çıkarılması için kendisini kurbanların ailelerine tazminat ödemeye ikna etmek için görüşmüştük. Bu müzakereler aynı zamanda Libya’nın sahip olduğu kitle imha silahlarını da teslim etmesini sağlamıştı. Görüşmelerimiz sırasında Kaddafi her zaman garip davranışlarda bulunurdu. Birden gözlerini odanın tavanına çevirerek sanki düşüncelerini düzenlemeye çalışıyormuş gibi görünmek için birkaç dakika bakardı. Bir keresinde de üzerinde Afrikalı diktatörlerin resimlerinin bulunduğu bir ‘takım’ giymişti. O tavana bakarken ben de üzerindeki diktatör resimlerini saymaya çalışmıştım. Yine 2009 yılında BM’de tam 90 dakika boyunca konuştuğunu ve çevirmenin 75’inci dakikada yorgunluktan yıkılarak “Daha fazla dayanamayacağım” dediğini hatırlıyorum. Kaddafi ile her görüşmemde onun eli kanlı birisi olduğunu, Lockerbie saldırısında arkadaşlarımdan birinin de öldüğünü unutmadım. Bunu hiçbir zaman unutmadım.
Peki, Putin hakkında ne söylemek istersiniz?
Putin haksızlığa uğramışlık, iddialı olmak ve güvensizlik duygularından oluşan eşsiz bir karışıma sahip. Bütün bu duygular kendisinde eşsiz bir karışım ortaya çıkarmış. Bunu hafife almamak gerekir. Rusya’nın bugünkü saldırgan politikasını anlamak için Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Rusya’nın ilk dönemlerini, yani kaos ile ümidin birbirine karıştığı dönemi anlamalıyız. Putin 20 yıl sonra şu iki hedefi gerçekleştirmek için yönetime geldi: Rusya devletini ve Rusya’nın rolünü geri getirmek.
Putin ile ilk görüşmenizi hatırlıyor musunuz?
2005 yazında, güven mektubumu ve ABD Başkanının (George Bush) mektubunu sunmak için Kremlin’i ziyaret ettim. Onunla ilk karşılaşmamı unutamam. Büyük salonları ve uzun koridorları ile Kremlin adeta konuklarını korkutmak için tasarlanmış gibiydi. Ardından beni bir salona alıp birkaç dakika beklememi istediler. Ben beklerken salonun kapısı birden açıldı ve Putin içeriye girdi. Beden duruşu olarak dünyanın en karizmatik adamlarından biriydi. İlerleyerek elimi tuttu ve gözlerini gözlerime dikti. Daha bir şey söyleyemeden bana “Siz Amerikalılar başka ülkeleri daha çok dinlemelisiniz. İşleri her zaman sizin istediğiniz gibi yürütemezsiniz. Etkili ve iyi ilişkilerimiz olabilir ama sizin kriterlerinize göre değil” dedi. Sıcak bir mesaj değildi ama bu şekilde düşünüyordu ve açık bir şekilde de dile getirdi.
Putin stratejist bir lider midir?
Stratejist olmaktan çok taktikçi bir lider olduğunu düşünüyorum. Rakiplerinin zayıf noktalarını görüp fırsatları iyi değerlendiren biri. Ortadoğu ve Ukrayna’da da tam olarak bunu yaptı. ABD diplomasisi bakış açısında gerçekçi olmalıdır. Başta iki yıl sonra sona erecek olan Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması olmak üzere, Rusya ile birçok konuda görüşmeler yapmalı. ABD-Rusya ilişkilerinin ilerleme kaydetmesi için çalışmalıyız.
Londra’daki Chatham House’da yaptığınız konuşmada, 2016 başkanlık seçimlerinde kim kazanırsa kazansın yeni başkanın Rusya ve Çin ile ilgili büyük sorunlarla başa çıkması gerektiğini söylemiştiniz…
Bana göre başkanlık seçimlerini kim kazanırsa kazansın, Rusya ve Çin konusu ile başa çıkması gerekiyordu. Bunun yanında benim gibi (Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat) kişiler ile normal ABD vatandaşları arasındaki uçurumu kapatmak ile de ilgilenmesi gerekiyordu. Kim olursa olsun ABD Başkanının en önemli gündem maddesi Rusya’ydı. Şimdi beni en çok endişelendiren konu, Beyaz Saray’da zor sorunların liderler ya da teknokratlar arasındaki kişisel ilişkiler aracılığıyla çözülebileceğine yönelik bir kanaatin var olmasıdır. Bunu, Başkan Donald Trump ile Vladimir Putin arasında gerçekleşen Helsinki Zirvesi’nde gördük. Bu zirvede Trump, Rusya’nın seçimlerdeki rolü ile ilgili ABD kurumlarından farklı düşündüğünü gösterdi. Bunu ABD’nin zayıf bir noktası olarak gören Putin ise bundan hiç etkilenmemişti.
Robert Mueller’in raporunun ardından durum değişebilir mi?
Başkan Trump’ın Rusya ile ilgili konularda bağımsız olduğunu düşünmüyorum. ABD’nin Rusya ile ilişkilerinde bir sınır ve gerçekçi zorluklar bulunuyor. Ama yine de silahlanma yarışı, Ukrayna ve Suriye gibi dünyayı ilgilendiren büyük meselelerde aramızda bir diyalog olmalıdır. İki ülke arasında bir rekabet ilişkisi olduğu doğrudur. Ancak bu, bazı konularda ortak noktalar arayışında olmamızı engellememelidir.
Çin eşsiz bir olgudur
Peki, Çin hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce yükselişi ile başa çıkmanın en iyi yolu nedir?
Çin’in 21’inci yüzyılda ortaya çıkmış eşsiz bir olgu olduğunu düşünüyorum. Bu yükselişle nasıl başa çıkacağı konusunda ABD’nin önünde büyük bir zorluk bulunuyor. Bazıları Çin’i yükselişini çevreleyebileceğini düşünüyor ve bunu istiyor. Ancak Çin küresel ekonomiye entegre olmuş bir ülke olduğu için çok farklıdır ve onun bu yükselişinden endişe duyan diğer yükselmekte olan ülkeler de var. Sorun şu ki, Çin’in yükselişinden endişeli olan ülkeler ile ilişkilerimizi ya da ittifaklarımızı onlara “Ya Çin ya da biz” şeklinde bir dayatmada bulunarak değil de geleceği şekillendirmeye katkıda bulunacak şekilde kurumsal ittifaklar temelinde kurmalıyız. ABD’yi seçmeleri için kendilerine teşvikler sunmalı ve ülke içindeki reformcu kesimleri desteklemeliyiz.
Çin ile Rusya arasındaki fark nedir?
Çin yükselen ve kalıcı bir güçtür. Rusya ise farklıdır. Rusya’da uzun yıllar kaldım ve Rus halkına karşı büyük bir saygı duyuyorum. Ama bu, Rusya’nın devlet olarak gerileme yönünde olduğunu düşünmeme engel değildir.
Gerilemeden kastınız nedir?
Sovyetler Birliği’ne kıyasla konuşuyorum. Ekonomik imkânlar bazı sorunlara yol açabilir. Putin bir keresinde açıkça şunu dile getirmişti: “Güçlü ellere sahip kişiler zayıf bir şekilde oynarken zayıf ellerimle güçlü bir şekilde oynamak zorunda kalmam benim suçum değil.” Elbette bununla kimi kastettiği belli. Putin’in emellerini hiçbir şekilde küçümsememek çok önemlidir. Bugün Rusya ve Çin arasında çıkarlara dayalı bir evlilik var. İkisi de ABD’nin şekillendirdiği sisteme rakip olma arzusunda. Rusya’nın bu rolü Çin ile paylaşarak daha küçük bir oyuncu olmak istemeyeceği kesindir. Dolayısıyla diplomasi aracılığıyla ikisinin arasındaki bu rekabete oynayarak bundan yararlanabiliriz.
Peki, Suriye hakkında ne düşünüyorsunuz?
Birçok hata yaptık ve sanırım Putin bunları çok iyi değerlendirdi.
Nedir bu hatalar?
Her zaman hedefler ile araçlar arasında bir uyum olmalıdır. Bizler Başkan Barack Obama döneminde kendimize yüksek hedefler belirledik ama elimizdeki araçları kullanmadık. Putin’in 2015 yılının sonlarında yaptıklarına bir bakın. Küçük bir askerî ve finansal kaynağı kullanarak, nasıl da belirli bir hedef doğrultusunda kararlaştırılmış amacına ulaştı. Bize baktığımızda bizim de 2011-2015 arası dönemde aslında çok şey yaptığımızı ama hiçbirini de etkili bir şekilde kullanamadığımızı görürüz.
Esed’in gitmesi gerektiğini söyledik ve Başkan Obama bir “kırmızı çizgi” belirledi. Ama buna kendisi bile saygı duymadı.
Söz konusu dönemde bununla ilgili düşünceleriniz neydi?
Bir ABD Başkanı “kırmızı bir çizgi” belirlediğinde buna saygı duyulmalıdır. Ortadoğu’da bir başka savaşa bulaşmamak konusunda kendisine hak veriyordum. Ama o zamanlar Suriye rejimine belirli bir davranışın bizim “kırmızı çizgimiz” olduğuna yönelik net mesajlar vermemiz ve (bu çizgiyi aşması durumunda) bu çizginin aşılmaması gerektiğini açıkça göstermek için kendisini cezalandırmamız gerektiğini de düşünüyordum. Halen de böyle düşünüyorum. Bu, rejimi değiştirmek için geniş çaplı bir savaşa bulaşmamız anlamına gelebilirdi. Ama en azından uluslararası ilişkilerdeki değerlerimizi de savunmuş olurduk.
Ardından, 2013 yılı sonlarında Suriye’nin kimyasal silahlarını teslim etmesi konusunda ABD ile Rusya arasında bir anlaşmaya varıldı…
Evet ve bu çok iyi bir şeydi ama kırmızı çizginin aşılmasının ardından herhangi bir saldırının yapılmaması ABD’nin prestijini, nüfuzunu ve dünyadaki rolünü etkiledi.
Suriye sorununu çözecek sihirli bir çubuk yok
Suriye krizinin nasıl çözülebileceğini düşünüyorsunuz?
Elimde sihirli bir çubuk olsaydı, kesinlikle Suriye halkının taleplerini yerine getiren bir başka rejim dilerdim. Suriye rejimi ile ilgili hiçbir şüphem yoktu. Ama Rusya ve İran’ın rejime her türlü desteği sunmaya hazır olduklarını biliyordum. Yakın vadede gerilimi azaltmaya ve dış güçler arasında bir çatışma yaşanmasını engellemeye odaklanmalıyız. İnsani yardım taleplerinin karşılanması ve kesilmemesi gerekiyor. Yeniden inşa sürecini bir anlamda siyasi bir geçişe ulaşmak, rejimin değişmesi ve reform için bir baskı aracı olarak kullanabiliriz. Ben bu konuda gerçekçiyim.
Trump yönetimi Suriye’de 400 asker bırakmaya karar verdi…
ABD ordusuna büyük bir saygı duyuyorum ama asıl önemli olan bu askeri varlığı İran’a karşı bir müzakere aracı, Kürtler ile Türkleri uzlaşmaya itecek bir gereç olarak kullanabilmektir. Ama bu konuda da gerçekçi olmalıyız.
İran’ın nüfuzunu azaltmak ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
İran rejimi, İran halkı ve müttefiklerimize yönelik tehditler konusunda hiçbir şüphem yok. Ama 400 askerin ne kadar etkili olabileceği konusunda da gerçekçi olmalıyız.
Katıldığınız ikinci kanal müzakereleri sırasında Suriye konusu ya da İran’ın bölgesel rolü hiç ele alındı mı?
Toplantılar dışında bu konular elbette dile getirildi. Ama müzakereler daha çok nükleer program odaklıydı. Yine de birlikte vakit geçirdiğimiz zamanlar bazen bölgesel konuları tartıştığımız da oldu.
Örnek verebilir misiniz?
Bizim sorunumuz İran’ın Avrupa, Çin ve Rusya gibi küresel müttefiklerinin olmasıydı. Bu nedenle nükleer anlaşmaya varmak için diplomasiyi kullandık. İdeal bir dünyada yaşamıyoruz. Ama yine de bir şeyler başarabildik. Bazı ülkelerin bu anlaşmadan rahatsız olduklarını biliyorum. Aynen, bazı ülkelerin Obama’nın kırmızı çizgi vaadini yerine getirmemesinden rahatsız olması gibi.
Mevcut ABD yönetimi yaptırımların İran’a baskı yaptığını söylüyor…
Evet, İran’a yönelik ABD yaptırımlarının bir etkisi var. Ama büyük değişimlere yol açacağını, rejimin teslim olmasını ve beyaz bayrak çekmesini sağlayacağını düşünmüyorum.
Putin, Birleşmiş Milletler Gözlem Gücü’nün (UNDOF) Golan’a dönmesine ve aynı zamanda İsrail askerlerinden geride kalanların iade edilmesine katkıda bulundu. Bilhassa Suriye-İsrail müzakerelerine katılmış biri olarak şu anda ne hissediyorsunuz? Rusya’nın Suriye meselesinde ABD’nin yerini aldığını düşünüyor musunuz?
Müzakerelerin kapsamlı meseleleri kapsadığını düşünmüyorum. Çünkü Ruslar genellikle belirli meseleleri alıp diplomatik nedenler için kullanırlar. Ama Rus diplomasisi bazen gerçekten de başarılı sonuçlar elde edebiliyor.
ABD Başkanı Trump’ın İsrail’in Golan üzerindeki egemenliğini tanıma kararı ile ilgili görüşleriniz nelerdir?
Bu bir sorun yaratmıştır. İsrail yarım yüzyıldan fazla bir süredir zaten Golan’ı kontrol ediyor ve hiç kimse de İsrail’e çekilmesi için baskı yapmıyor. Suriye’de bir iç savaş olsa da, şu anda İsrail’in egemenliğini kabul etmenin onun güvenliğine hiçbir katkıda bulunmayacağını düşünüyorum. Bilakis bu karar iki sorun yarattı: İlk olarak Esed’e, İran’a ve Rusya’ya hizmet etmiş ve bugün Suriye’de dökülen kanlar yerine işgale karşı mücadeleden bahsedilmesini sağlamıştır. İkincisi de başka ülkelerin topraklarını güç kullanarak ele geçirmenin kabul edilemezliği ile ilgilidir. Bu uluslararası bir ilkedir. Sorun şu ki, biz bile bunu yapıyorsak Putin’in Kırım’ı Rusya topraklarına katmasını nasıl kınayabiliriz?
Bu durum Batı Şeria’da da yaşanacak mı?
Böyle bir şey okumuştum. Belki yaşanabilir. Ama Washington bunun karşılığında ne elde etti? Yani Golan’ın ilhak edilmesinden ya da büyükelçiliğin Kudüs’e taşınmasından bahsediyorum…
Son olarak… İngiltere’nin AB’den ayrılması ve bunun Atlantik’in iki yakasını nasıl etkileyeceği ile ilgili düşünceleriniz nedir?
Ortadoğu’daki sorunlar, Rusya’nın geri dönmesi ve Çin’in yükselişi ışığında ABD-Avrupa ilişkileri bugün, geçmişte olmadığı kadar önemli bir dönemdedir. Ancak ne yazık ki bugün karşımızda zayıf ve bölünmüş bir Avrupa ve İngiltere bulunuyor. Görünüşe bakılırsa Atlantik’in iki yakasında da, yani hem ABD’de hem de Avrupa’da sorunlar, fikir çatışması ve demokrasi ile ilgili soru işaretleri var. Orta vadede demokrasinin sorunları çözebileceği konusunda iyimserim ama yakın vadede önünde bazı zorluklar bulunduğunu da düşünüyorum. Dolayısıyla ben kısa vadede gerçekçi, uzun vadede ise iyimser biriyim.