Ana SayfaANALİZLERYüksek mahkemenin özgürlükçü hakimi: Engin Yıldırım

Yüksek mahkemenin özgürlükçü hakimi: Engin Yıldırım

Anayasa Mahkemesi’ne 2010’da Abdullah Gül tarafından atanan Prof. Dr. Engin Yıldırım, 10 yıl boyunca verdiği kararlarla kamuda başörtüsü özgürlüğünü de kadınların evlilik öncesi soyadlarını kullanma hakkını da savundu. İlker Başbuğ hakkında verilen ve diğer Ergenekon sanıklarının tahliyesinin önünü açan hak ihlali kararında imzası vardı. Kavala, Demirtaş, Ahmet Altan, Cumhuriyet yazarları için de hak ihlali var deyip mahkeme kararlarına itiraz etti. Sendikal haklar ve LGBT’lere ayrımcılık davalarında Foucault referanslı karşı oylarla tek başına kaldı.

Türkiye, Engin Yıldırım ismini Anayasa Mahkemesi (AYM) ile İçişleri Bakanlığı arasında yaşanan tartışmalar vesilesiyle öğrendi.

Yıldırım, önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, 12 Eylül’den kalma bir düzenlemeyi iptal ettikleri için AYM  üyelerine yönelttiği “Bisikletle işe git gel” sözlerine, sosyal medya hesabından bisikletli fotoğraf paylaşarak cevap verdi. Ardından, AYM’nin Enis Berberoğlu hakkındaki ‘hak ihlali’ kararının İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nce tanınmamasının üzerine ‘ışık’ tartışmasını başlattı.

Peki, Prof. Engin Yıldırım kim ve AYM üyeliği  boyunca nasıl bir performans sergilemişti?

54 yaşında, Üsküdarlı, İngiltere’de master ve doktora yaptı

Yıldırım, AYM’deki biyografisine göre 1966’da İstanbul Üsküdar’da doğdu, Beylerbeyi’nde büyüdü. 1987’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. 1988 yılında öğretim üyesi yetiştirmek amacıyla açılan yarışma sınavını kazanarak lisansüstü eğitim için İngiltere’ye gitti. 1989’da Warwick Üniversitesi Warwick Business School’da yüksek lisansını, 1994’te Manchester Üniversitesi Faculty of Economics and Social Studies’de doktorasını tamamladı. 1994 ile 2010 yılları arasında Sakarya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2003 ile 2010 yılları arasında aynı fakültede dekanlık görevinde bulundu.

2010 yılında 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sunulan ‘YÖK kontenjanından AYM’ye atanacak aday üyeler’ listesinde yer aldı. Listede, Sakarya Üniversitesi’nden Engin Yıldırım, Kocaeli Üniversitesi’nden Recep Tarı ve bugün Medeniyet Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapan Gülfettin Çelik’in isimleri yer alıyordu.

Cumhurbaşkanı Gül, üç iktisat profesörü arasından Engin Yıldırım’ı seçti.

Önceki gün T24’ten Murat Sabuncu’ya konuşan Gül, atadığı ismin arkasında durdu; “AYM’nin özgürlükçü üyelerinin son dönemde saldırı altında olduğunu” söyledi.

Yüksek Mahkeme üyeliğine başladıktan sonra, 2015 yılının Ekim ayında 5 yıllığına mahkemenin başkan vekilliğine getirilen Yıldırım, üyeliği boyunca çok sayıda kritik toplantıya katıldı. Kamuda başörtüsü özgürlüğü konusunda olduğu gibi 17/25 Aralık ve 15 Temmuz sonrasında da iktidarın çizgisini destekleyen kararlara imza attı. Son dört yılda ise bireysel başvuru davalarındaki kararları ve karşı oy yazılarıyla iktidar çevrelerinin tepkisini çekti. Yeri geldiğinde, diğer üyelerle tartıştıktan sonra katılmadığı kararlara imza koymadı, karşı oy yazdı.

İşte Yıldırım’ın 10 yıl boyunca imza attığı ve karşı oy yazdığı kritik kararlardan bazıları…

Kadının (soy) adı yok” mu?

AYM, 2011 yılında, evli kadınların yalnızca evlenmeden önceki soyadlarını kullanabilmeleri için açılan davaları birleştirerek inceledi.

Mahkeme, erkeğin soyadının ailenin soyadı olarak kullanılmasında ‘kamu yararı’ tespit etti. Aile birliğinin ve bütünlüğünün korunmasından, resmi belgelerde karışıklığın önlenmesi ve soyun belirlenmesine kadar bir dizi argümanla kadınların evlenmeden önceki soyadlarını kullanmalarına yol vermedi.

Engin Yıldırım bu karara karşı oy yazdı. Yıldırım’ın karşı oyu, 19. yüzyılda kölelik karşıtı çalışmalarıyla ünlü iş adamı Henry Blackwell ile 37 yaşındayken evlendikten sonra kendi soyadını koruyan ABD’li kadın hakları savunucusu Lucy Stone’un şu sözleriyle başlıyordu:

“Nasıl ki bir koca, karısının soyadını almıyorsa, bir kadın da kocasının (soy)adını almamalıdır. (Soy)adım kimliğimdir ve kaybolmamalıdır.”

Yıldırım, karara şu sözlerle itiraz etti:

“Evlendikten sonra kadının kocasının soyadını almasının aile birliğini sağladığı, ispat edilmesi gereken bir iddiadır. Bir an için bu iddianın doğru olduğunu varsaydığımızda bir soru ortaya çıkmaktadır: Neden kadının kocasının soyadını alması aile birliğinin teminatı olarak görülüyor da, bunun tersi, yani erkeğin karısının soyadını alması aile birliğinin göstergesi olarak görülmüyor?”

Açlık grevi de bir ifade biçimidir!

2013 yılında Yüksek Mahkemenin önüne gelen bir dosyanın konusu, Çankırı Cezaevinde açlık grevi yapan tutukluların cezalandırılmasıydı. Abdullah Öcalan için açlık grevi yapan eylemcilere ‘bir ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma’ cezası verilmişti. Çünkü ‘Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da, hükümlüleri cezaevindeki bazı etkinliklerden men etmek için sayılan gerekçeler arasında “açlık grevi” ibaresi de yer alıyordu.

Anayasa Mahkemesi, ilgili yasa maddesinin iptaline dönük başvuruyu oy çokluğuyla reddetti.

Fakat Engin Yıldırım ve beş üye (Serruh Kaleli, Serdar Özgüldür, Osman Alifeyyaz Paksüt, Zehra Ayla Perktaş ve Muammer Topal), kanundaki “açlık grevi” ibaresinin kapsamının fazla geniş olduğuna kanaat getirerek, örgütsel amaçlı eylem ile hak talebi amacıyla protesto arasındaki ayrımın silikleştiğini öne sürdüler.

Karşı oy yazısında şu ifadeler yer aldı:

“Açlık grevi yapmak fiilinde; insanın kendi vücudunu protesto biçimi olarak kullanarak kısmen sağlıklı yaşam hakkını riske sokacak bir süreci başlatması ve sonunda gelebilecek ölüm hadisesinin toplum vicdanında getirdiği hassasiyet ve acıma hissi nedeniyle hepimizin zihninde yarattığı şok etkisi ön plana çıkmakta ve bu alana müdahale etme gerektiği duygusu yaratmaktadır. Demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü ve bunu açıklama hakkı kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının en önemli göstergesidir.

“Açlık grevi kelime anlamı ile yemek yememe, beslenmeyi reddetme şeklindeki birey davranışının da özgürlük alanı vardır ve kapsamda kalması nedeniyle korunmalıdır.”

İlker Başbuğ ve Ergenekon sanıklarını tahliye eden karar

6 Mart 2014 günü AYM, Ergenekon Davası’nda müebbet hapis cezasına çarptırılan ve 2012’den beri hapiste olan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un bireysel başvurusunu görüştü.

Engin Yıldırım’ın da üyesi olduğu AYM İkinci Bölümü, “özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı iddiasının, yerel mahkemece etkili bir şekilde incelenmeden reddedilmesi ve mahkumiyete ilişkin gerekçeli kararın açıklanmamasından dolayı Yargıtay önüne götürülememiş olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin haklarının ihlal edildiğine” hükmetti. Yüksek Mahkeme, gereğinin yapılması ve başvurucunun tahliye talebi hakkında karar verilmesi amacıyla karar örneğinin 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verdi.

Kararın ardından Başbuğ tahliye edildi. Karar diğer Ergenekon sanıklarının tahliyesi için de bir içtihada dönüştü.

Kamuda başörtüsüne özgürlük

Anayasa Mahkemesi, 2014 yılında, başörtüsü nedeniyle hâkim tarafından duruşmaya alınmadığı için haklarının ihlal edildiğini ileri süren Avukat Tuğba Arslan’ı oy çokluğuyla haklı buldu.

Yıldırım, Arslan’ın ayrımcılığa maruz bırakıldığı ve din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiği yönünde oy kullanan yargıçlar arasındaydı.

Kararda, laikliğin din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olduğu ifade edildi. Özgürlükçü laikliğin, dini sadece bireyin iç dünyasına hapsetmediği, onu bireysel ve kollektif kimliğin önemli bir unsuru olarak gördüğü ve toplumsal görünürlüğüne imkân tanıdığı vurgulandı.

Başörtüsü takmanın yer ve tarz açısından sınırlandırılamayacağı karara bağlandı:

“Dini inanç gereği başörtüsü takma hakkının yeri ve tarzı konusunda sınırlama getiren kamu gücü işlem ve eylemlerinin kişinin dinini açığa vurma hakkına bir müdahale teşkil ettiği kabul edilmelidir.”

Devletin cinsel yönelimi mi olurmuş!

AYM’nin 2017 yılında görüştüğü bir dosyanın konusu ise Niğde’nin Bor ilçesinin Çukurkuyu köyünde görev yapan bir din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeninin cinsel yönelimiydi. Öğretmen, cinsel yönelimi nedeniyle mesleğe iade edilmemesinin ayrımcılık olduğunu ileri sürmüştü.

Mahkemenin uzunca “iffet” tartışması yaptığı kararda, öğretmenin özel yaşamına saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verildi.

Karara Engin Yıldırım ile Muammer Topal karşı oy yazdı.

Yıldırım’ın şerhi, kararın kendisi kadar uzundu. 35 sayfalık kararın 17 sayfası Yıldırım’ın karşı oy yazısından oluştu. Argümanlarını 52 maddede sıralayan Yıldırım’ın ABD’li hukuk teorisyeni Ronald Dworkin’den, ulusal ve uluslararası birçok karara kadar referanslarla dolu karşı oy yazısında şu ifadeler yer aldı:

“Eşitlik herkesin aynılaştırılmasını değil insan deneyiminin çeşitliliğini yansıtan farklılıkların kabulü ve bu farklılıkların dışlama, ötekileştirme, damgalama, cezalandırma ve marjinalleştirme temeli olmaması demektir.

“Anayasada devletin resmi cinsel yönelimi yoktur ve devlet tüm cinsiyetler, cinsel kimlikler, cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimler karşısında eşit ve tarafsız kalmalıdır. LGBTİ+ bireylerin ülkemizde gerek devlet katında gerekse de özel, sivil, kamusal alanda ayrımcı muamelelerle karşılaştıkları, ‘sapık’, ‘sapkın’, ‘ahlaksız’, ‘edepsiz’, ‘hasta’, ‘iffetsiz’, ‘huzur bozucu’ gibi nitelemeler, suçlamalar ve ithamlar altında büyük zorluklarla gündelik hayatlarını sürdürmeye çalıştıkları inkâr edilemez bir toplumsal ve hukuki gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.”

Mehmet Altan ve Şahin Alpay başvurusu

Engin Yıldırım, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra tutuklanan gazeteciler Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın bireysel başvurularında da başvurucuları haklı bulanlar arasındaydı.

AYM, oy çokluğuyla Altan ve Alpay’ın kişi özgürlüğü ve güvenliği ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi.

“Demirtaş tutuklanmamalıydı”

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 2016’nın Kasım ayında tutuklanarak Edirne F Tipi Cezaevine konulduktan sonra AYM’ye bireysel başvuruda bulundu. Demirtaş, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının tutukluluk nedeniyle ihlal edildiğini, bu nedenle milletvekilliği görevini yerine getiremediğini öne sürmüştü.

Mahkeme 2017 yılında Demirtaş’ın başvurusunu görüştü ve iddialarını kabul etmedi.

Engin Yıldırım ise Demirtaş’ın kaçma riski olmadığını, tutuklamanın ölçüsüz bir tedbir olduğunu söyledi. “Demirtaş’ın yasama faaliyetine katılma hakkının engellendiğini” belirten Yıldırım’ın şerhinde şu ifadeler yer aldı:

“Ölçülülük ilkesiyle uyuşmayan tutuklama uygulamaları siyasi faaliyetler üzerinde caydırıcı bir etki yaratarak demokratik toplum düzeninin yerleşmesine ve gelişmesine zarar vermiş olacaktır. Başvurucunun tutuklanmasının siyasi faaliyetlerini yerine getirmesine engel olarak yasama faaliyetine katılma hakkını engellendiği kuşkusuzdur. Benzer şekilde, beş milyondan fazla oy alan bir siyasi partinin eş genel başkanı için somut olgulara dayanan kaçma şüphesi, delilleri yok etme ve gizleme gibi durumlar olmadan sadece işlediği iddia edilen suçun katalog suçlardan olması ve başsavcılıkların ifade verme çağrısını reddetmesinden dolayı tutuklama tedbirine başvurulmasının partinin temsil ettiği seçmenlerin demokratik toplumsal hayata katılımlarını olumsuz etkileyeceğini söyleyebiliriz.”

Yıldırım, 2018 yılında, aynı gerekçelerle, eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın tutuklanmasında da hak ihlali olduğu yönünde görüş yazdı.

Foucault’ya referans veren yargıç

Yıldırım’ın en cesur şerhlerinden birisi de eşcinsel ilişkiyi suç addeden Askeri Ceza Kanunu’na karşı “eşcinsellik haktır” demesiydi. Eşcinsel ilişki, ilgili kanunda “gayrî tabiî mukarenet” şeklinde geçiyordu.

Yıldırım, AYM’nin 2017 yılında incelediği dosyada, ilgili kanunun Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olmadığına hükmedilmesine 70 madde sıralayarak itiraz etti.

Dünyaca ünlü Fransız düşünür Michel Foucault’nun “Cinselliğin Tarihi” kitabının İngilizcesine referans veren Yıldırım şunları söyledi:

“Bir toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğundan farklı bir cinsel yönelimi olan insanlar neyin normal, neyin sapma olduğunu tespit eden ‘normalleştirici hükümler ve kurallar’ altında tekdüze bir normalliğin dışlayıcı, ayrımcılaştırıcı, ikincilleştirici ve ötekileştirici uygulamalarına maruz kalmaktadır.”

Sendika dediğin, idareyi meşgul eder!

Muğla’da diş hekimliği yapan Cenk Balcıoğlu, çalıştığı iş yerinde Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikasının (SES) iş yeri temsilcisiydi. Üç yılda 21 dilekçe verdiği için, “idareyi lüzumsuz yere meşgul etmekten” disiplin cezası aldı. Bunun üzerine ifade özgürlüğünün engellendiğini ileri sürerek AYM’ye başvurdu ama Mahkeme başvuruyu “dayanaktan yoksun olduğu” gerekçesiyle oy çokluğuyla reddetti.

Fakat Engin Yıldırım ve Celal Mümtaz Akıncı, başvurucuyu haklı bulmakla birlikte, başvurucunun eksik bıraktığı bir ihlali daha saptadı: Buna göre, sorun sadece ifade özgürlüğüne müdahale değil, aynı zamanda sendikal faaliyette bulunma özgürlüğüne müdahaleydi.

Karşı oy yazısında şu ifadelere yer verildi:

“Başvurucuya verilen disiplin cezası başvurucunun ifade özgürlüğüne ve sendikal faaliyette bulunma özgürlüğüne bir müdahale oluşturmaktadır. Sendika ve temsilcilerinin örgütsel faaliyet gösterdikleri işyerlerinin işleyişi ile ilgili dilekçeler vererek birtakım taleplerde bulunmaları, o kurumun veya işyerinin yönetimine karışmaları, hizmet sunumunu engellemeleri veya zorlaştırmaları olarak yorumlanmamalıdır.”

“Demokratik düzende beklenen iliştirilmiş (embedded) gazetecilik değil”

AYM, 2 Mayıs 2019 tarihinde Cumhuriyet gazetesi davasında tutuklu yargılanan gazete yazar ve yöneticilerinin hak ihlali başvurularını görüştü. Akın Atalay, Murat Sabuncu, Ahmet Şık ve Bülent Utku’nun başvurularında hak ihlali olmadığına karar verdi. Karar 6 muhalif üyenin oyuna karşılık 9 oyla alındı. En güçlü karşı oyu yazan üye yine Engin Yıldırım’dı.  

Ahmet Şık’ın haklarının ihlal edildiğini söyleyerek karara karşı tek karşı oy yazısını yazmış, basın özgürlüğünün önemine dikkat çekmişti:

“Haber ve yazıların içeriğindeki bazı ibarelerden hareketle öznel bir değerlendirme yaparak bunların terör örgütü propagandasına hizmet için yapıldığının kabul edilmesi ifade ve basın özgürlükleri üzerinde caydırıcı bir etki yaparak bu özgürlükleri anlamsız hale getirerek basının kamuoyu üzerindeki gözetleyici rolünün gerçeklemesine zarar verecektir. Özgür ve demokratik bir toplumsal düzende basından beklenen iliştirilmiş (embedded) ve sadece resmi açıklamalara itibar eden bir gazetecilik değil, olayları soruşturan, sorgulayan ve arkaplanını ortaya çıkartmaya çalışan bağımsız bir gazetecilik faaliyeti yürütmesidir.”

Murat Sabuncu ile ilgili yazdığı karşı oy yazısında da şöyle dedi:

“Başvurucunun yöneticisi olduğu gazete muhalif yayın politikası ile tanınan bir yayın organıdır. Burada yayınlanan haber ve yorumların başlık ve içeriklerindeki kimi ibarelerden hareketle gazetenin terör örgütlerinin amaçlarına hizmet ettiği, suç işleme kastı taşıdığı, şiddet çağrısında bulunduğu iddiası demokratik hukuk devleti bakımından ancak ve ancak somut bulgularla desteklenmesi halinde ciddiye alınabilir. Bunun dışında gazete yöneticileri ve gazetecilerin gazetenin salt yayın politikasındaki değişiklikten ve sundukları haberlerden dolayı kriminalize edilmesi, onlara suç isnat edilmesi kabul edilemez. Özgür ve bağımsız basının varlığı demokratik bir toplumsal yaşamın oluşması ve sürdürülmesi için havadaki oksijen gibi hayati bir öneme sahiptir. Sürekli bir suç isnat edilme ve ceza yaptırımına maruz kalma endişesi taşıyan basın kamusal görevlerini hakkıyla yerine getirmekten uzaklaşır, kendi derdine düşer. Böyle bir durum bir demokrasi için tehlike çanlarının çalmaya başlaması demektir.”

“Ayşe öğretmenin ifade özgürlüğü ihlal edildi”

2019 yılında AYM, 2016’daki bir canlı televizyon yayınına bağlanarak hendek olaylarıyla ilgili “çocuklar ölmesin” dediği için “terör örgütü propagandası”ndan hüküm giyen ve kamuoyunun “Ayşe öğretmen” olarak tanıdığı Ayşe Çelik’e tazminat ödenmesine hükmetti. 16 sayfalık kararda “Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine” karar veren heyetin üyeleri arasında Yıldırım da vardı.  

Ahmet Altan davasını tersyüz eden karşı oyu yazdı

Hem iktidar çevrelerinin hem de ulusalcıların hedefinde olan, darbecilikle suçlanan Ahmet Altan’ın bireysel başvurusunda da Engin Yıldırım, “hak ihlali yoktur” diyen 10 üyenin karşısında olan beş üye içindeydi. Yazdığı şerh doğrudan davanın üzerine oturduğu delillerin mesnetsizliğini ortaya koymuştu:

“Konuşma ve yazıların içeriğindeki bazı ibarelerden hareketle öznel bir değerlendirme yapılması ifade ve basın özgürlükleri üzerinde caydırıcı bir etki yaparak bu özgürlükleri anlamsız hale getirerek basının kamuoyu üzerindeki gözetleyici rolünün gerçekleşmesine zarar verecektir. Bu yazı ve konuşmaların sert, eleştirel ve gazetecilik etiği açısından sorunlu görülebilecek bir üslup ile ifade edildiği söylenebilirse de bunların hiçbirinde başvurucu açıkça şiddeti ve terör eylemlerini teşvik edecek bir dil kullanılmamıştır. Başvurucunun yaptığı şiddet çağrısı içermeyen, sadece yaşanan olaylara ilişkin gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamında görülmesi gereken haber, röportaj ve sosyal medya açıklamalarıdır. Yapılan haberler ve gerçekleştirilen röportajın haber değeri olduğu açıktır ve bunların kamuoyunu yakından ilgilendiren tartışmalar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Soruşturma makamlarının, başvurucunun kullandığı ifadeleri adeta çok genişleterek görünüşlerindekinin ötesinde bir anlam yüklemediğini söyleyemeyiz.”

“Devlete yönelik eleştirinin sınırları bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniştir”

AYM, 2019 yılında Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzaladıkları için hapis cezasına çarptırılan, aralarında cezasının infazı başlamış olan Prof. Dr. Füsun Üstel’in de bulunduğu 10 akademisyenin başvurusunu görüştü. Hak ihlali var diyenler ile yok diyen üyeler 8’e 8 eşit çıktı. Bu durumda Mahkeme Başkanı’nın oyu iki sayıldığı için hak ihlali kararı verildi. Hak ihlali var diyen sekiz üyeden biri Engin Yıldırım’dı. Mahkemenin gerekçeli kararı ifade hürriyeti ile ilgili önemli tespitler içeriyordu:

“Başvurucuların altına imza attıkları açıklama gerçekten de toplumun büyük çoğunluğu için kabul edilemez bir içeriğe sahiptir. Terörle mücadele eden devleti, halka ‘katliam’, ‘kıyım’ ve ‘işkence’ yapmakla suçlayan bir açıklamaya katılmak elbette mümkün değildir. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin hiç bir şekilde içeriğine katılmadığı sözler de ifade özgürlüğü kapsamında kalabilir. Bir ifade ya da açıklamanın ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığı değerlendirilirken söz konusu ifadelerin doğru ya da rahatsız edici olup olmadıkları belirleyici olmaz. Bu noktada kullanılan sözlerin terör örgütünün şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Açıklanan bir düşüncenin yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, suçlayıcı keskin bir dil kullanması ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması; şiddete yönlendirdiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez. Devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt yoktur. Yaklaşık on ay boyunca, on bir şehirde terör örgütüne karşı yürütülen ve milyonlarca insanın hayatını etkileyen operasyonların kamuoyu tarafından takip edilmesi ve operasyonlar hakkında değerlendirmeler yapılması normal karşılanmalıdır. Başvurucuların imzaladığı bildirideki düşüncelerin toplumun büyük çoğunluğundan açıkça farklı olduğu ortadadır. Ancak tam da bu sebeple bu tür açıklamalara karşı yargısal tepki verilmesi noktasında daha hassas davranılması gerekir. Çünkü bu tür müdahaleler kamuoyunun ülkede meydana gelen son derece önemli olayların farklı bir bakış açısından -onların büyük çoğunluğu için bu bakış açısının kabul edilmesi ne kadar zor olursa olsun- öğrenme hakkına ağır bir sınırlama getirmektedir. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir. Tüm bu bilgiler dikkate alındığında başvurucuların mahkûmiyetlerinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.”

Ve Osman Kavala şerhi…

Anayasa Mahkemesi, 22 Mayıs 2019’da iş insanı Osman Kavala’nın tutuklandığı ilk dosyada oy çokluğuyla ihlal saptamadı. Ancak Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan’la beraber beş üye karara şerh düşmüştü. Beş üyeden biri yine Engin Yıldırım’dı.

Yıldırım, karşı oy yazısında şu ifadeleri kullandı:

“Başvurucunun hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik bir saikle hareket ettiğinin olgusal temellerinin soruşturma makamlarınca ilgili ve yeterli bir şekilde ortaya konulamadığı görülmektedir. Bu itibarla soruşturma belgelerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler kapsamında somut olayda tutuklama için gerekli olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.”

Af’ düzenlemesi

Anayasa Mahkemesi, 7 Ekim 2020’de Resmi Gazete’de yayımlanan kararında, kamuoyunda “af düzenlemesi” olarak bilinen infaz yasası değişikliğiyle ilgili CHP tarafından yapılan iptal başvurusunu şekil yönünden oy çokluğuyla haklı bulmadı. Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan’ın da karşı oy yazdığı kararda, Engin Yıldırım ile Celal Mümtaz Akıncı şerhlerini birlikte kaleme aldı.

Yıldırım ve Akıncı, düzenlemenin infaz şeklini belirlemediğini, cezanın miktarını azaltarak özel af niteliği taşıdığını söylediler. Özel af da ancak TBMM üye tam sayısının beşte üç çoğunluğuyla çıkarılabileceğinden dolayı değişikliğin şekil yönünden iptal edilmesi gerektiğini savundular.

Ve bazı şaşırtıcı kararlar…

Engin Yıldırım, onun profilinde bir AYM üyesi için “şaşırtıcı” diyebileceğimiz bazı kararları da imzaladı bu süreçte. Bunlardan ikisini hatırlatalım:

Şırnak’ın Uludere ilçesinde yapılan bombardımanda öldürülen 34 yurttaşın ailelerinin avukatının başvurusu, başvuru dosyasındaki eksikliğin süresinde giderilememesi gerekçesiyle oy çokluğuyla reddedildi. Başvuruyu reddedenler arasında Yıldırım da vardı.

Mahkemenin, Olağanüstü Hal döneminde çıkartılan KHK’ların yargısal denetiminin yapılamayacağına oybirliğiyle karar verdiği kararda da Engin Yıldırım’ın imzası bulunuyordu.

Yıldırım’ın AYM üyeliği, normal şartlar altında 2022 yılında sona erecek.

- Advertisment -