ETA, BASK bölgesinin bağımsızlığını hedefleyen bir STK olarak 1959’da İspanya’da kurulduktan yıllar sonra mecra değiştirip teröre bulaşmış. İlk cinayetini işlediği 1968 yılından, son kez ateşkes ilan ettiği (daha evvelkileri bozmuş çünkü) 2010 yılına kadar 829 kişiyi öldürmüş. PKK’nın kıydığı 40 bin canla karşılaştırıldığında o kadar küçük bir rakam ki!.. Fakat bu bile İspanya’da infiale yol açmış. Terörü bitirmek için uluslararası gözlemcilerin ve kolaylaştırıcıların da yer aldığı bir müzakere masası kurulmuş. ETA 2011’de silah bırakmış, 2018’de de kendini feshetmiş. ETA’yı ve terörle mücadelede İspanya örneğini merak edenler için Akın Özçer’in “Agur, ETA artık yok!..” isimli kitabı muazzam bir kaynaktır.
Kitabın kapağını ilk gördüğümde birgün bize de “PKK artık yok” demek nasip olacak mı diye geçirmiştim içimden. PKK’nın kendini feshetmesi ve 11 Temmuz’da gelen silah yakma görüntüleri, bu rüyanın gerçekleşmesine çok yakın olduğumuzu hissettirdi bana.
‘Çözüm Süreci’nde (ÇS) de bu hisse kapılmıştım. Silahların çoktandır sustuğu, bir daha da patlamayacağına inandığım bir dönemde Bese Hozat denilen şahıs (11 Temmuz’da silahını ilk yakan kişi) devrimci halk kurtuluş savaşı başlattığını ilan etti. Hemen ardından PKK iş makinalarını yakıp Adıyaman’da bir, Ceylanpınar’da iki polisi (üstelik gece yatağında) öldürdü. Bir şekilde toparlamak mümkün mü diye düşünürken, Sur’da başlatılan Hendek Direnişi (bana göre terörü) çözüm arayışına son darbe oldu. Barış masasının yeniden kurulması için on yıl beklemek zorunda kaldık. Bahçeli’nin büyük devlet adamlarına mahsus feraseti ve liderliği olmasa, daha ne kadar beklerdik kim bilir…
Terörle geçen on yıl hepimize çok şey kaybettirdi, fakat aynı zamanda birşeyler öğretti de. Daha sabırlı, anlayışlı ve makul olmak, zaman zaman geçmişe bakmak fakat orada saplanıp kalmamak, kabuk bağlaması gereken yaraları kanırtıp kanatmamak, taleplerimizde azamici (maksimalist) olmamak, soğukkanlı olmak, muhataplarımızı incitmeyecek bir üslupla konuşmak da bunlar arasında. Çözüm sürecinden şahsen çıkardığım dersle, ihtiyatı elden bırakmadan konuşmak gerekirse, bundan bir yıl önce hayal dahi edemeyeceğim şeyler yaşansa da ‘terör bitti’ demek için henüz erken. Fakat umutlanmak için bu defa daha çok sebebimiz var. Bu yazıda, akim kalan Çözüm Süreci ile halen devam eden ‘Terörsüz Türkiye’ sürecini ana hatlarıyla karşılaştırmaya çalışacağım.
7 Haziran 2015 seçimlerinde Ak Parti Meclis çoğunluğunu kaybetmiş, HDP ise büyük bir çıkış yakalamıştı. Çözüm sürecini birlikte yürüten bu iki parti yanyana gelerek 338 sandalyeye sahip güçlü bir hükümet kurabilirdi. Seçim sath-ı mailinde sarf edilen sözler ve yaşanan gerginlikler geride bırakılacak ve çözüm süreci kaldığı yerden devam edecek diye umut ediyordum.
Ne var ki iki parti arasındaki gerginlik seçimden sonra durulacağına, daha da arttı. HDP ve lideri Demirtaş, bir anda kendini Türk milliyetçileriyle aynı safta buldu. Kürt meselesini dert edinen yegâne aktör dururken, o dönem HDP’nin nasıl olup da kendini CHP ve MHP ile aynı çizgiye yerleştirdiğine bugün bile şaşarım.
Bugün iç siyasî konjonktür önemli ölçüde değişti. Erdoğan’a karşı seçim kazanabilmek için Kürtlerden de oy alması gerektiğini idrak eden Kılıçdaroğlu’nun HDP ve türevleriyle zaman içinde geliştirdiği ilişki hem siyaseten işe yaradı, hem de CHP tabanının Kürtlere ve Kürt partilerine duyduğu soğukluğun gerilemesine yol açtı.
İki parti arasındaki oy geçişkenliği o mertebeye ulaştı ki bazı CHP’liler ‘HDP / YSP baraj altı kalmasın’ diye parlamento seçiminde oylarını bu partiye verdiler: Bir oy HDP / YSP’ye, bir oy Kılıçdaroğlu’na!..
Tam tersi de oldu. Öyle ki 2023 milletvekili seçimlerinde YSP’nin yüksek oy aldığı her sandıktan cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na oy çıktı. Keza 2024 mahallî idareler seçimine girerken ‘kent uzlaşısı’ adı altında kurulan ittifak, İstanbul başta olmak üzere pekçok büyükşehir ve ilçe belediyesinin CHP’ne geçmesini veya CHP’de kalmasını sağladı. Kısaca bu işbirliği her iki partinin de işine yaradı -CHP’nin biraz daha çok belki. Kürtlerin ve DEM Parti’nin desteğini alamayan CHP’nin yerel seçimlerde bu başarıyı elde etmesi çok zor, hatta imkânsızdı çünkü (Aynı şeyi cumhurbaşkanlığı seçimi için söylemiyorum).
Bu zorluğun CHP de farkında ki Erdoğan’ın ‘DEM Parti, MHP ve Ak Parti’nin birlikte hareket edeceğini’ açıklaması büyük bir infiale yol açtı. CHP lideri Özel’i bu derece öfkelendiren iki şey olabilir. İlki, bu üç parti arasındaki işbirliğinin Terörsüz Türkiye’ye yönelik yasama faaliyetleriyle sınırlı kalmayıp Erdoğan’a yeniden seçilme yolunu açacak bir erken seçim kararına veya anayasa değişikliğine uzanma ihtimali. İkincisi ise DEM Parti’nin bir sonraki seçimde CHP ile işbirliği yapmaktan vazgeçmesi yahut daha radikal bir kararla Cumhur İttifakı’na katılma ihtimali. Şahsî kanaatim DEM Parti’nin CHP ile ittifakını gözden geçirebileceği fakat Cumhur ittifakına dahil olmayacağı yönünde.
Özel’in 21. yüzyılın en büyük projesi olan Terörsüz Türkiye’ye desteğini çekmeyeceğini ümit ediyorum. Zira basında ve bürokraside güçlü bağlantıları olan CHP ve MHP gibi köklü kitle partilerinin desteği sürecin selameti bakımından önemli. Hatırlarsanız CHP ve MHP’nin vaktiyle barış için atılan her adımı bir ihanet gibi sunan yıkıcı söylemleri, çözüm sürecinin çökmesinde PKK’nın kurşunları kadar müessir olmuştu. Bu defa taşın altında olabildiğince çok kesimin eli olmalı ki kimse kimseyi ihanetle suçlamasın.
Geçen defa Kürt meselesinin çözümünün bütün yükü Erdoğan’ın sırtındaydı. Başarı yahut başarısızlık bütünüyle Erdoğan’ın hanesine yazılacak diye düşünüldüğünden olsa gerek, Cumhuriyet tarihinin bu en büyük projesinin çökmesi için herşey yapıldı. Erdoğan düşmanlığı ve ulusalcı histeri, kangren olmuş bu sorunun çözümünün önüne geçti.
Görünen o ki bu defa durum farklı. Zira dondurucuda unutulmuş bu meseleyi ülke gündemine tekrar taşıyan bu defa Erdoğan değil, bölücülük yapmak ve teröre destek vermekle en son suçlanabilecek kişi olan Bahçeli. Bu projenin ille de bir sahibi varsa, olacaksa, o da Bahçeli’dir. Fakat bu, ne Erdoğan’ın ne Bahçeli’nin olamayacak kadar büyük bir proje. Bu bir Türkiye projesi. İyi Parti ve Zafer Partisi’ni saymazsak, bütün partiler bu projenin arkasında. Esasen Terörsüz Türkiye projesine karşı çıkan bu iki parti bile, itiraz sahiplerinin sesini duyurmak suretiyle demokrasiye hizmet ediyor.
Daha evvelki tecrübede sıkça dile getirilen ‘Meclis’in devre dışı bırakıldığı’ itirazını karşılamak için bu defa hususî bir komisyon kuruluyor. Bu sayede Meclis sürece sahip çıkacak, daha yakından takip edebilecek. Şahsî kanaatim böyle bir komisyona gerek olmadığı. Fakat madem ki bu yönde genel bir talep var, inatlaşmamak lazım. İnatlaşmamanın bir erdem olduğunu Devlet Bahçeli hatırlattı bize.
Tanıdığım MHP’lilerin önemli bir kısmı bu projeyi benimsediği halde Bahçeli’ye inanıyor ve onun peşinden gidiyor. Bahçeli’nin şahsında, bir liderin tabanını dönüştürmekte olduğunu görüyoruz. Bu tür bir liderliği son çeyrek yüzyılda sadece Erdoğan sergileyebildi. Fikren tasvip edin yada etmeyin, Bahçeli bu ülkenin son otuz yılda aldığı bütün virajlarda tayin edici roller üstlenmiş büyük bir siyasetçi. Siyasî hayatının muhtemelen son demlerinde Kürt meselesinin çözümünde başka kimsenin alamayacağı bir risk ve inisiyatif alarak bu ülkeye en büyük hizmetini ifa ediyor. Hedefe ulaşıldığında, hatta -Allah muhafaza- ulaşılamasa bile, tarih onun da adını altın harflerle yazacak.
Ülke menfaatleri söz konusu olduğunda Bahçeli’nin oy hesabı yapmadığını biliyoruz. Öcalan’ı idam etmeme kararını alırken de, 2002’de baraj altı kalacağını bile bile erken seçimi zorlarken de gördük bunu. Terörsüz Türkiye için aldığı bu inisiyatifte de oy hesabı yapmıyor. Lâkin hedefe ulaşılırsa bunda en büyük pay Bahçeli’ye ve partisine ait olacağından daha evvel MHP’ye oy vermemiş ve vermeyi düşünmeyenlerden oluşan yeni ve daha geniş bir seçmen kitlesine ulaşma şansı bulacak. O zamana kadar MHP’i bekleyen en büyük risk vaktiyle Çiller’in DYP’si, Ecevit’in DSP’si gibi büyük kopuşlar yaşamadan bu sancılı dönemi atlatmak. İyi Parti ve Zafer Partisi pusuya yatmış bekliyor çünkü.
2015’ten bu yana dünya da değişti. Sözgelimi Suriye’de zaten otorite tesis edemediği toprakları kanton olarak verdiği Kürtlerin kafasına “Türkiye’de daha azına niye razı olasınız?” sorusunu yerleştiren bir Baas rejimi yok artık. Bu sualin harladığı Büyük Kürdistan hayali, Türkiye’de çözüm yolunda ilerleyen Kürt hareketinin aklını çelmişti o günlerde: Daha azına niye razı olalım?.. Azamici taleplerle ortaya çıkıp, elindeki de kaybetmek. 2015 Temmuzundan sonra Türkiye’deki Kürt hareketinin başına gelen tam olarak buydu. Kaybettikçe radikalleştiler. Şimdi makul olma zamanı.
Demokratik yollarla iletilen her makul talebin zaman içinde karşılanacağı aydınlık bir dönemin eşiğindeyiz. Ey Kürt hareketi! Buna sen de inan ve birilerinin aklını bulandırmasına bu defa müsaade etme.