Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını izleyen televizyon tartışmalarında kimin, gerçekte neyi savunduğunu anlamada sağlam bir kriter keşfettim: Kim ki sözlerine “Bir kere şunu baştan kabul edelim, bu bir işgaldir ve uluslararası hukuka açıkça aykırıdır” cümlesiyle başlıyor, bunu özellikle vurguluyorsa, ona bir mim koyuyorum. Çünkü değerlendirmelerine bu güçlü vurguyla başlamaya özen gösterenler, sözlerinin devamında bir daha ne işgal kelimesini kullanıyor ne de uluslararası hukuk ölçüsünü… Ondan sonrasında artık gelsin Rusya’nın jeostratejik hedefleri, tarih perspektifi, güvenlik alanı, emperyal vizyonu…
Mim koyduğum ikinci cümle de şu: “Evet, Ukrayna tabii ki egemen bir devlet, burada bir tartışma yok…”
Ona da mim koyuyorum, çünkü bu cümleyi de mutlaka “öyledir, fakat Ukrayna’nın da nasıl bir coğrafyada yaşadığını bilmesi, ona göre davranması gerekirdi” gibi itirazlar izliyor. Bir ülke küçük olabilirmiş ama küçüklük ille de “jeostratejik körlük”le malûl olmayı gerektirmezmiş, öyle olursa işte sonuç da bu olurmuş, falan filan…
‘Hak’tan ve ‘adalet’ten çok ‘güç’e inananların ya da ‘güçlü’nün karşısında ‘haklı’nın yanında durma cesareti olmayanların baş vurduğu dil hileleri bunlar; böylece, hem berbat ahlaki pozisyonunuza dışarıdan gelebilecek eleştirileri seyrelttiğinizi düşünüyorsunuz hem de altlarda bir yerde işleyip sizi rahatsız eden vicdanınızın sesini kısmış oluyorsunuz: “Hayır, ben haklının hakkını, mağduriyetini teslim ediyorum, fakat bir de gerçeklik diye bir şey var; ahlaki pozisyon başka ‘objektif analiz’ başka!”
Yine aynı soru: “’Ama’yı cümlenin neresine koyuyorsun?”
Mısır’da Sisi darbesi gerçekleştiğinde bir ‘ama’ tartışmamız vardı. Darbeye karşı çıkanları ilgilendiren bir tartışmaydı bu, destekleyenlerle ilgili değildi. Darbenin kabul edilemez olduğunu söyleyenleri, ‘ama’yı cümle içinde nasıl kullandıklarına bakarak ayrıştıran bir tartışmaydı… ‘Ama’lı cümle, Mısır’ın seçimle işbaşına gelmiş devlet başkanının, iktidarındaki hataları hatırlatmak için kullanılıyordu. Karşılaştırılan cümleler şöyleydi:
Birinci cümle: “Askeri darbe elbette kabul edilemez, ama Mursi’nin bir yıl boyunca yürüttüğü otoriter siyaseti de görmezlikten gelemeyiz…”
İkinci cümle: “Mursi’nin bir yıl boyunca yürüttüğü otoriter siyaseti elbette görmezlikten gelmemeliyiz, ama bu hiçbir biçimde onun bir askeri darbeyle devrilmesini meşrulaştırmaz.”
Cümlesini birinci versiyondaki gibi kuranlar, dikkatimizi esasen Mursi’nin otoriterliğe meyletmiş yönetim performansına dikkat çekmeye çalışanlardı… Nitekim, cümleyi böyle kuranlar, buradan “darbe kötü bir şey ama Mursi de başka seçenek bırakmadı” noktasına kolayca sıçrayabiliyordu.
Yazılarında “ama”yı öncelikle darbe karşıtlığını değil de “Mursi’nin baskıcı rejimi”ni vurgulamak için kullananlar Mursi’ye şöyle diyorlardı aslında:
“Gücüm var diye dayattın, gücü olan sana dayattı, ve evet darbe kötü bir şey ama sen de bunu hak ettin.”
Cümlesini ikinci örnekte olduğu gibi kuranlar ise, birincilerin tersine dikkatimizi esasen askeri darbenin hiçbir koşulda kabul edilemezliğine çekiyorlardı.
Birinciler için “darbenin kötü, kabul edilemez” bir şey olduğunun ifade edilmesi bir ziyafet sofrasından önceki aperitiften öte bir şey değildi; onu içiyorlar (ifade ediyorlar) ve ardından bitmez tükenmez bir iştahla “Mursi’nin başarısızlıkları, otoriter yöntemleri” yemeğinin başına çörekleniyorlardı.
Rusya’nın Ukrayna saldırısı için sözlerine “Bir kere şunu baştan kabul edelim, bu bir işgaldir ve uluslararası hukuka açıkça aykırıdır”la başlayıp, oradan derhal Rusya’nın jeostratejik aklına ve haklarına sıçrayanlar da aynı aslında: İlk cümle sadece bir aperitif; onu içiyorlar (ifade ediyorlar) ve ardından bitmez tükenmez bir iştahla “Ukrayna’nın jeostratejik körlüğü”, “NATO’nun ‘gel gel’ yaptığı” yemeğine çörekleniyorlar.
Soğuk analizden sıcak nefrete: “Zelensky kahramanmış! Dur orada dediler, mecburen duruyor”
Ne var ki, bu gûya soğuk-objektif televizyon analistleri bazen duygularını gizleyemiyor, samimiyet krizine girip ‘error’ veriyorlar. Bunların en çarpıcılarından birine geçtiğimiz Cumartesi gecesi (5 Mart) Habertürk ekranında rastladım. Yeni Şafak yazarı Nedret Ersanel, bildiğimiz steril nezaketiyle soğukkanlı analizini icra ettikten sonra birden vites yükseltti ve hiç ortada yokken “Zelensky’nin kahramanlığı” başlıklı bir bahis açtı: “O Zelensky de nereden kahraman oluyormuş, ona otur orada dediler mecburen oturuyor…”
Şu lafta, her şey bir yana, bir parça mantık var mı? Adamın canı ortada (ve ailesinin); gerekçe başka olmasa neden “dur orada” diyenlere “peki” desin?
İlaveten, Zelensky’ye “dur orada” diyenlerin gerçekte “Gel seni çıkaralım oradan” dediklerini de biliyoruz. Bir de bu hakikat var ortada.
Tablo böyleyken, tam tersinin geçerli olduğunu öne sürerek Zelensky’ye nefret kusanların ‘objektif’ analizlerine kim inanır?