Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm kitabı, Alacüvek Köyü’ne mavi bir otobüsün gelişiyle başlar. Köylüler, hayatlarında ilk kez gördükleri bu garip şey karşısında dehşetle irkilirler. Bu şaşkınlık anında dua okuyup sağa sola üfürenlerin, korkudan donuna kaçıranların yanı sıra, otobüsün sağını solunu elleme cesareti gösterenler de çıkar.
Ama hayır, bu yazı öyle bir yazı değil.
Adalar’da olay var; hem de büyük bir olay. Bir süredir medeniyete karşı var gücüyle savaşan Adalar halkı, bu kez dolmuşlarla kavgalı. Ellerinde ok ve yay olmayan, “Dünyanın En İzole Kabilesi Sentinel Kabilesi Hakkında Gerçekler” türünden, onlarca dilde yayın yaparak ülkemize muhtemelen Adalıların en sevdiği yazar olan UNESCO iyi niyet elçisi o yazardan daha fazla katkıda bulunmuş sevgili YouTuber’ımız Ruhi Çenet’in videolarına konu olamıyorlar. Fakat bu belgeseli biri çekmeli.
Konu şu: Adalar’a dolmuşlar geldi. Mavi, az çiçekli ve yerden biraz da yüksek dolmuşlar bunlar. Örnek Mahallesi’ne giden mavi dolmuşlara benziyorlar – Adalılara, neredeyse Türkiyeli olduklarını hatırlatacak denli kötü bir tasarıma sahipler. Elektrikli olmaları da yeterince medeniyet vadetmiyor olmalı ki Adalılar buna karşı çıkıyorlar. 3-4 bin kişinin katıldığı bir imza kampanyası bile düzenlemişler: Toplam seçmen nüfusunun 13 bin küsur olduğu Adalar’da. Büyük bir direniş dolmuş direnişi. Bozcaada Belediyesi’nin saat 00.00’da müzik yayınını sona erdirme kararı alması da sulh ilan etmeye yetmedi; belli ki birileri Adalılarla Türkiyelilerin barışmasını istemiyor.
Fakat iş protestolarla kalmıyor. Birileri belli ki kaşıyor bu meseleyi. Gözümüzden sakındığımız, Aurora gibi penceresiz kulelere hapsettiğimiz, nihayetinde başlarına Cumhuriyet’imiz tarafından bir iş açılmasın diye deniz ortasında devasa bir alan inşa edip oraya kapattığımız Adalılar, dolmuş protestoları sonucunda âdeta birer üçüncü dünya vatandaşı gibi, özür dileyerek söylüyorum, Türkiyeli gibi gözaltına da alındılar.
Ada; ne mükemmel bir alegori alanı. Sineklerin Tanrısı, insanlığın kötü olana meylini ne güzel anlatır. Kadınlar için ayrı ada distopyaları vardır edebiyatta; erkekler için ayrı. O kadar çoktur ki Türkiyeliler için de vardır bu ada distopyalarından. Son Ada isminde olanını; orta okul mezunu olduğu dedikoduları da ortalıkta dolaşan, geçtiğimiz günlerde katıldığı ödül töreninde Wim Wenders’a ödülünü verirken insanlara dönüp “Beyoğlu’ndan başka yeri gezdirdiniz umarım, burayı Arabistan sanmasın” cümlesini de içeren bir konuşma yapan UNESCO iyi niyet elçimiz yazmıştı. Ne çok övülmüştü zamanında bu roman, ah. Hatta önsözünde, Nobel almadığı için ölümünden yıllar sonra dahi ardından ağıtlar yakılan köy romancımız şöyle demişti: “Bu romanda inanılmaz ölçüler, olanaklar yaratmış. Her şey birbirine uyuyor. Edebiyatta görkemli bir söz vardır, büyük kapıdan girmek. Bu, büyük bir eserin yazarı demek. Yazar, büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir.” Fakat konumuz başka, konuyu dağıtmayalım ve distopik olmayan Ada’ya dönelim:
Adalıların dolmuşlara neden karşı çıktıklarıyla ilgili somut bilgiye rastlamak zor. Sanırım yerel halk, büyükçe dolmuşlarla ulaşım yapılmasını istemiyor. Şöyle bir itiraz buldum çevrimiçi gezinirken: “[Dolmuşlar] Ada yolları için o kadar büyükler ki adanın en geniş ana caddelerinden olan Çınar caddesinin kimi yerlerinden bu iki minibüs yan yana dahi geçemiyorlar. Adaya en uygun olmayacak araçlar.” Anladığım kadarıyla, bir cadde var ve caddenin tamamında da değil, kimi yerlerinde (iki yerinde, mesela) bu dolmuşlardan ikisi yan yana geldiklerinde geçmekte zorlanıyorlar. İtiraz için makul bir gerekçe.
Nitekim buna gerekli itirazları yapmışlar ve yönetim de harekete geçmiş. Hem de ne harekete geçme; Aselsan da devreye girmiş, Adalar’a özel araç yapmak için kollar sıvanmış. İhaleler açılmış, süreç uzamış, netice itibariyle hukuki yollar şimdilik tükenmiş. Adalılar şimdi şunu söylüyorlar: “Dolmuşa gerek yok, taksiler var ya.” Sorun çözülene kadar biz yürürüz, diyorlar yani. Hem ayaklarımız açılır, zaten gittiğimiz yer bizim ev, yan ev ve yürüdüğümüz bahçeler. İtirazlar, tam olarak buna. Adalılar, kişisel alanlarını korumak istiyorlar. Yarın bir gün, Allah korusun, Arapça tabelaların olduğu restoranlar belirirse Adalar’da, bunun hesabını kim verecek; Arap harflerini Kur’an alfabesidir diye savunan, belediye başkanı Adalara mavi dolmuşları layık gören Özgür Özel’in partisi mi?
İstanbul’da doğmamış, şöyle bir rakı dönüşü Cumhuriyet’te işkembe çorbasının tadına bakmamış, Adalar’ın sokaklarını arşınlamamış, yokuşlarında yorulmamış, eh şimdilerde gündem; bir bayram vakti belli ki misafirlerine likör ikram etmemiş görevlilerin baskısına rağmen, hâlâ direnenler var. Aslolan ve dolayısıyla istemedikleri bir şeyin gerçekleşmesi istişareyle ya da değil, mümkün olmayan Ada halkına, böyleleri zulmedemez.
Bir adanın yönetimini ele geçiren ve gittikçe otoriterleşen sosyal demokratlar kötü bir ada alegorisi değil: Game of Thrones’ta da vardı, izledik. Fakat söz konusu edebiyat olduğunda her zaman daha iyisi mümkün. Ben, bu ada hikâyesine şöyle bir finali daha uygun buluyorum:
Uzun süren mücadeleden sonra faytoncuları galebe çalan Adalılar, Ada kimliğini yeniden tesis etmek için bir arınma gecesine ihtiyaç duyarlar. Her şey kâğıt üzerinde mükemmeldir. Akülü araçlar devrilecek, sanat müziği ya da taverna muzikası çalmayan meyhaneler taşlanacak, Adalar’ın dokusuna uymayan mavi-çirkin dolmuşlar yakılacaktır. Adalıların tek ihtiyacı olan, onları harekete geçirecek bir söylentidir. O gece, Sait Faik’in evinin Araplar tarafından yakıldığı haberi, Adalar’da dalga dalga, dalga dalga yayılır.
Nobel Ödülünü vermedikleri köy romancımız, benimle gurur duyardı.