Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’deki çıkışıyla yeniden bir “çözüm süreci” beklentisi ve temkinli bir umut havası oluştu. Bahçeli’nin izleyen iki haftada da ısrarcı olduğu çağrısının nasıl bir fırsat oluşturduğu pek anlaşılamadı (Yıldıray Oğur dışında, ama o da fırsatın tam ne olduğunu söylemiyor; bkz 28 Ekim ve 6 Kasım Serbestiyet yazıları). Murat Karayılan PKK’nin ne anladığını açıklıyor: “Devlet Bahçeli’nin çağrısı da her ne kadar kendi anlayışına göre ve bizim asla kabul etmeyeceğimiz, akıl dışı bir içerikte olsa da özünde Önder Apo’yu muhatap olarak görmesinden dolayı yapılmış bir çağrıdır.” (23 Ekim, Yeni Özgür Politika). Yani PKK açısından çağrının tek olumlu yanı Öcalan’ın muhatap alınması ve onunla irtibat sağlanması olasılığıdır. “Asla kabul edilmeyecek akıl dışı içerik” de, Öcalan’ın gelip PKK’nın lağvedildiğini söyleyerek Türkiye’ye karşı silahlı mücadelenin sonlandırıldığını açıklaması ve (herhalde umulan o ki) bunu da sağlamasının beklenmesi olmalıdır.
Buna rağmen bir görüşmenin gerçekleşmesi ve buradan hareketle “çözüm” ve “barış” konularında bir ilerleme olabileceği umuluyordu. Tabii gene geçmişte olduğu gibi “çözüm” ve “barış” kavramları tanımsız kullanılarak. Genel bir kavram olarak “barış’ı” istemeyen mi var? Ama bir türlü de olmuyor. Çünkü barış, bir ihtilafa taraf olanların kendi amaçları açısından farklı anlaşılıyor ve sonuç da savaş oluyor. Çözüm için de benzer şeyler söylenebilir. Örneğin, “PKK bunca yıldır hiçbir şey olmamış gibi bırakıp gitsin, ondan sonra Kürt hakları ve statüsü parlamenter düzlemde tartışılarak evrilir” bir çözüm müdür? Kimin için çözümdür? Herkes buna taraf olur mu?
Bahçeli’nin çıkışın yarattığı hava, Suriye’de ortaya çıkan son durumla arka plana itildi. Suriye ve Rojava konusundaki yaklaşımlar, çözüm ve barış konusunda kimin ne düşündüğünü daha net ortaya koyuyor. Türkiye’nin barış ve çözümden ne anladığını Dışişleri Bakanı açıkladı (13 Aralık tarihli gazetelerden): “YPG’nin ortadan kaldırılması bizim stratejik hedefimiz. Bunlar ya kendi kendilerini feshederler ya da yok olurlar. Biz Suriye’deki kardeşlerimizin kendi topraklarındaki tehdidi elimine etmesini bekleyeceğiz. Bir an önce Suriyeli olmayan YPG içindeki unsurların ülkeyi terk etmeleri gerekiyor. YPG’nin bütün komuta kademesinin de ülkeyi terk etmeleri gerekiyor. Daha sonra kalanların silâhlarını bırakıp yaşamayı sürdürmeleri gerekiyor.” Aynı hedefin ve söylemin Türkiye’de PKK için de geçerli olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Öte yandan Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi – ki bunlar Bahçeli’nin PKK’yla ilişkilerini koparmalarını istediği partilerdir – Rojava’nın yaşatılması gerektiğini, hattâ Türkiye’nin Rojava oluşumuyla irtibata geçmesi gerektiğini belirten çeşitli eylem ve söylemlerde bulunuyorlar. Söz konusu Kürt siyasi hareketi için, Türkiye’de barış ve çözüm için Rojava’nın esas model olduğu da bir sır değil. Yani bu kesimin stratejik hedefi Türkiye’de Rojava benzeri bir statüye kavuşmak. Zaten bunun için Türkiye’nin stratejik hedefi de Rojava oluşumunu ve onunla birlikte Türkiye’de bu çerçevedeki umutları yok etmek.
Şimdi, bu pozisyonlardan başlayarak Öcalan üzerinden bir çözüm ve barış çıkarılmasını beklemek safdillik olur. Zaten basına yansıdığı kadarıyla Öcalan da “ben bunu çözerim” dememiştir; (mealen) “şartları oluşursa rolümü oynarım, oynayabilirim” demiştir. Şartların ne olduğunu ve bu aşamada gerçekleşmekten çok uzak olduğunu tahmin etmek zor değil. Özellikle de Türkiye’nin Suriye’de insiyatif kazandığı bu dönemde.
Basına yansıdığı kadarıyla, Türkiye’nin stratejik hedefi doğrultusunda Kobani’ye girme hazırlığında olduğu anlaşılıyor. Liveuamap sitesine göre, Kobani sınırında Türkiye tarafındaki engeller kaldırılmaya başlanmış. Gene basına yansıdığına göre Mazlum Abdi “Kobani’de silahlardan arındırılmış bir bölge kurmaya hazırız” beyanatında bulunmuş. Bu da Türkiye’nin operasyon yapacağı ihtimalinin yüksek olduğunu ve Rojava yönetiminin bunu engellemeye çalıştığını gösteriyor. Yani zaman barış değil, savaş zamanı. Amerikalılar şimdilik Rojava’dan çekilme niyetinde değil ve çekilmedikleri sürece de Rojava yaşar. Ama bu ne kadar sürer ve Rojava ne kadar sürdürülebilir; büyük bir soru işareti olarak duruyor. Burada, Batı’yla arayı düzeltme çabasında olan ve bu alanda belirli bir ilerleme kaydedeceği de görülen yeni Suriye yönetiminin, nihai olarak tüm Suriye üzerinde egemenlik kurup bütün silahlı unsurları Suriye ordusunda toplama planını da hesaba katmak gerekiyor. Belkemiğini silahlı güçlerin oluşturduğu ve nüvesinde “öz savunma” anlayışı olan Rojava modeli, bu açıdan da tehdit altında. Türkiye’nin Rojava’da arzuladığı hedefleri yakalaması, burada çözüm ve barış konusundaki yaklaşımını da etkileyecektir. Rojava’nın yok olmasının rahatlığıyla Türkiye konuya daha yapıcı ve kapsayıcı bir yaklaşım da sergileyebilir, hepten dışlayıcı bir tavır da takınabilir. Eğer stratejik hedeflerine ulaşamaz ve Rojava modeli her şeye rağmen süreklilik kazanırsa, Türkiye’nin içerde daha sert bir tutum takınacağını söyleyebiliriz. Ama bu defa Türkiye’nin politikalarının sürdürülebilirliği sorgulanır olacaktır.
Özetle, olması yakın ve muhakkak bir “çözüm” süreci zaten söz konusu değil. Ama Kürtler açısından çok kritik bir döneme girildi. Rojava’ya destek eylemlilikleri genel destek bulamıyor, cılız kalıyor. PKK de Türkiye Kürt Siyasi Hareketi de “Öcalan’la görüşelim” dışında çözüm üretemiyor, söylem geliştiremiyor. Öcalan’ın mevcut şartlarda yol açıcılık anlamında ne söyleyebileceğini görmek de zor. Öcalan’ın eli 2010-2015 dönemine göre daha zayıf. Devlet de bunu biliyor; (belki de kısmen kendi katkısıyla) Suriye’de ortaya çıkan imkânlarla Rojava’yı da yok edebilirse, bu elin daha da zayıflayacağını ve çözüm ve barış şartlarının kendi anlayışına çok daha yakın olacağını hesaplıyor. Olayların nasıl gelişeceğini ancak gerçekleşince görebileceğiz.