Oyuncu menajeri Ayşe Barım’ın gözaltına alınmasıyla başlayan soruşturma süreci Kafka romanlarına ilham kaynağı olacak ayrıntılarla ilerliyor. İki polis-adliye muhabirinin X hesaplarından aktardıkları şu haberlere bakın:
“Oyuncular Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu hakkında ‘yalan tanıklık” suçundan soruşturma başlatıldı. İkisi de ifadesinde Gezi eylemlerine menajerleri Ayşe Barım’ın yönlendirmesiyle değil kendi iradeleriyle katıldıklarını söylediler. Ancak savcılık ‘eylemlerin başladığı dönemde Ayşe Barım ile yoğun irtibatları’ olduğu gerekçesiyle bu ifadeyi inandırıcı bulmadı. Savcılık, Kocaoğlu ve Ergenç’in, Barım’ı kayırmak için kaçamak cevaplar verdiğini iddia etti.” (Selahattin Günday).
“Gezi Parkı olaylarının planlayıcılarından olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma başlatılan menajer Ayşe Barım’ın (…) tutuklanmasını talep eden savcılık sevk yazısında dikkat çeken bir diğer konu ise ‘etki ajanlığı’ ibaresi. Savcılığın tespitine göre Ayşe Barım’ın ajansına kayıtlı oyuncular 2021’de meydana gelen orman yangınları ve deprem felaketlerinden sonra sosyal medyada açılan #HelpTurkey kampanyasına eş zamanlı olarak katıldılar. Buradaki amacın Türkiye’yi uluslararası arenada yetersiz göstermek olduğunu belirten savcılık, bu tespiti de soruşturmaya dahil etti. Bu nedenle Ayşe Barım’ın şirket faaliyetlerinde ‘etki ajanlığı’ amacıyla hareket ettiği kanaatine varıldı.” (Ceylan Sever).
Geçtiğimiz günlerde çok paylaşılan esprili bir sosyal medya mesajında, “Gezi eylemlerine katıldığı gerekçesiyle ifade vermek için Emniyete çağrılan Halit Ergenç, Şehzade Mustafa’yı boğdurtmak suçuyla tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi” deniyordu.
Gerçeklikle onun mizahı arasındaki fark pek büyük görünmüyor.
Bir adaletsizlik fırtınasını idrak etmede, bazen sürecin mağduru olan büyük aktörlerden çok küçük aktörlerin başına gelenler daha ikna edici olabilir. Ekrem İmamoğlu ve Ümit Özdağ’ın başına gelenler yerine Ayşe Barım’ın, Halit Ergenç’in, Rıza Kocaoğlu’nun başına gelenleri seçmemin nedeni bu.
İmamoğlu Rubicon’u 2019’da, Özel 2023’te geçmişti; onlar bunun farkında değildi ama Erdoğan farkındaydı
Ekrem İmamoğlu, 27 Ocak’ta düzenlediği basın toplantısında iktidarın kahhar tavrından çekinip çekinmediğini soran bir gazeteciye Rubicon’u geçenlerin korku, kaygı ve endişeyi arkada bıraktıklarını, kendisinin de Rubicon’u geçtiğini söyledi.
Roma İmparatorluğu’ndan kalan, icabında savaşı da göze almayı gerektiren geri dönüşsüz bir yola girmek anlamında kullanılan bu kavramla ifade etmese de, Özgür Özel de iktidarın CHP’li belediyelere karşı başlattığı seferberliğin bir noktasında “bunun savaş ilanı anlamına geldiğini biliyorum ve savaşı kabul ediyorum” diyerek Rubicon’u geçtiğini söylemiş oldu.
Aslında Ekrem İmamoğlu 31 Mart 2019’daki, Özgür Özel de 31 Mart 2024’teki yerel seçim zaferleriyle Rubicon’u geçmişlerdi, daha doğrusu Erdoğan her iki tarihten sonra peydahladığı siyasi endişe nedeniyle bu gidişin siyasetle engellenemeyebileceği sonucunu çıkarmış, siyaseti başka bir araçla, -silah olarak yargının kullanılacağı- savaşla sürdürme kararı almıştı.
Ne var ki İmamoğlu da Özel de Rubicon’u geçtiklerinin, hiç değilse Erdoğan’ın olan biteni böyle değerlendirdiğinin farkında değildi.
Onların hissetseler de tam olarak farkında olmadıkları bir şey daha vardı: 2016’da yeni bir rejimin kurulduğu ve bu rejimin ancak kesintisiz bir baskı ve yıldırma politikasıyla ayakta kalabileceği…
Yeni rejim kurulduktan sonra Erdoğan, Doğu Perinçek’in pespaye teorik önermesini (“Hukuk siyasetin köpeğidir”) kuvveden fiile geçirdi ve ülkeyi elinde bir sopayla, korku salarak yönetmeye başladı. Fakat Erdoğan bir şeyin daha farkındaydı: Sahte de olsa arada bir bu baskıcı, kutuplaştırıcı yönetimi gevşetmeye hazır olduğuna dair umut vermek yararlı olabilirdi. Böylece muhalefeti gevşetir, bir süre sonra da gevşetmiş gibi yaptığı dizginleri yeniden eline alır, asli mesaisine geri dönerdi.
Erdoğan süreci tastamam böyle uyguladı. Bu aynı zamanda, iyi bir talebesi olduğu Makyavel’in iktidar teorisine de bir katkıyı ifade ediyordu.
İktidarı kendi başına bir amaç olarak tarif eden Makyavel’e göre bu amaç o kadar meşru idi ki, başta ‘korku’ olmak üzere ona ulaşmak ve korumak için baş vurulacak bütün araçlar da otomatik olarak meşru hale geliyordu. Yönetilenler ‘hükümdar’dan korkmalıydı, bir hükümdar sevilmeyi değil kendinden korkulmasını önemsemeliydi. Makyavel Erdoğan’ın yönetme biçimini görseydi hiç kuşkusuz onu takdir ederdi ama ondan aldığı bir dersi de teorisine eklerdi. O ders, kendinden korkulan hükümdarın arada bir ‘gülümsemesinin’ faydalarına dair olurdu. Bu taktik bugüne kadar işledi fakat artık kullanım değerinin sonuna gelindi gibi.
Sonraki yazıda: Erdoğan ‘gülümseyerek’ muhalifleri kaç kez gevşetti? Gevşemeye en hazır olanlar neden Erdoğan’a ilk 10 yılında açık destek veren ve sonra desteğini çekenler arasından çıkıyor?