Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIEuphemia’nın sessiz pazarı: Gazze’de açlığın gölgesinde

Euphemia’nın sessiz pazarı: Gazze’de açlığın gölgesinde

Açlıkla susturmak yeni değil. Tarihin tekrar eden motiflerinden biri bu: Roma kuşatmalarında, Stalingrad’da, Yemen’de, Gazze’de… Açlık, düşmanı değil, insanı hedef alan bir yöntemdir. Çünkü açlık sadece fiziki bir yokluk değil; bir hafıza kırılmasıdır. Açlıktan ölen çocuklar yalnızca hayatlarını değil, geleceği, hikâyeyi, direnci de yitirir. Bu yüzden açlık bazen bombadan daha derin iz bırakır. Gazze’de yaşanan, tam da bu sessiz yok ediştir. Un, su, yakıt… Gıda konvoyları sınırda tutuluyor, çocuk mamaları siyasi onaya bağlanıyor. Ve dünya, bunu “karmaşık diplomatik süreçler” diyerek izliyor. Oysa burada karmaşık olan diplomasi değil; sessizliktir.

İnsanlık tarihi, sadece kurbanların sayısıyla değil, onları hangi sessizlikle karşıladığımızla da yazılıyor. Çünkü bazen yaşanan şey bir savaş değil, yavaş yürüyen bir kıyımdır; mermilerle değil, boş tabaklarla ilerler bu savaş. Ve işte o zaman, savaşın en ağır biçimi başlar: Açlık.

Gazze’de şu günlerde yaşanan tam olarak bu. Açlıktan ölen çocuklar artık sayı değil, simge. Sessizliğin, yavaş ölümün ve göz göre göre bırakılmışlığın sembolü oldu çocuklar. Gıda, tıbbi yardım ya da içme suyu artık insani ihtiyaç değil, pazarlık kartına dönüştürülmüş durumda. Her şey bir pazara çıkmış gibi pazarlık malzemesi haine geldi: Bir kamyon un karşılığında birkaç saatlik ateşkes, bir çuval pirinç karşılığında başka mahalleye sessizlik.  

Tam da bu noktada, Calvino’nun Görünmez Kentler’indeki “Euphemia” şehri gelir akla: İnsanın rüyalarını pazarda değiştirdiği bir şehir düşünmüştü Calvino.. Euphemia. Birbirine hikâyeler anlatan tüccarlar, anlamla alışveriş yapıyor, eşyadan çok hayal taşıyorlardı. O şehirde açlık yoktu; çünkü rüya, paylaşmanın adıydı.

Ama bugün, başka bir Euphemia’da yaşıyoruz. Ve bu pazarda rüyalar değil, yaşamlar değiş tokuş ediliyor. Gazze’nin çocukları, Euphemia’nın suskun çadırlarına sığmıyor artık. Orada yiyecek, bir mızrak gibi saplanıyor en savunmasız bedenlere. Orada açlık, mideye değil, insanlık onuruna vurulmuş bir zincir gibi dolaşıyor mahalle aralarında. Gıda yardımının geçip geçmeyeceği, artık hava durumundan değil, siyasal şantajlardan okunuyor.

Şimdi Euphemia’da satılan şey su değil, susturma; un değil, unutma. Çuvalların içinden ekmek değil, suskunluk çıkarılıyor. Gazze’de açlık, bir istatistik değil, bir yöntem halini aldı. Ve bu çağda, aç bir çocuğun gözleri kameraya baktığında, dünyanın gözleri başka yöne kayıyor. Çünkü bu Euphemia’da açlık, bir anlaşma maddesidir. Ve susan herkes, bu maddede imzası olan bir figürandır.

Açlık Bir Yöntem Olduğunda..

Açlık, bu coğrafyada artık bir sonuç değil, stratejidir. Bombalar durduğunda bile savaşın sürmesinin yolları bulan insanoğlu, farklı yollarla alçalmaya devam ediyor: İlaçsız bırakmak, suya ambargo koymak, gıdayı pazarlık malzemesi yapmak… Ve bütün bunlar, “barış müzakeresi” başlığıyla sunulabiliyor pekala.  Euphemia’nın günümüz versiyonunda, pazara çıkanın elinde sadece çocuk bezi varsa, bu, artık ticaret değil; çaresizliktir.

Gazze’de çocuklar açlıktan ölüyor. Bu, dramatik bir betimleme değil, Birleşmiş Milletler raporlarına girmiş bir gerçek. UNICEF’in son verilerine göre, 2025’in ilk yarısında yalnızca Gazze’nin kuzeyinde açlığa bağlı ölümler üç haneyi geçti. Ve dünya kamuoyunda bu, “geçici insani kriz” başlığı altında sunuluyor. Oysa bu geçici değil, bilinçli ve zalim bir kuşatma.. Yoksunluk ise, sınır kapılarında kasten uzatılan bir suskunluk hali olarak yaşanıyor.

Açlık, görünmeyen bir silahtır. Ne patlar, ne ses çıkarır. Ama etkilidir. Beden küçülür, ruh içine çekilir, gelecek daralır. Savaşın görünmeyen biçimidir bu: “insani yardım” üzerinden siyasal rıza inşa etmek.

Susan Sontag, Başkasının Acısına Bakmak’ta şöyle der:

“Acının imgeleri bir noktadan sonra hissi dondurur; kişi, gerçek ile görüntü arasında seçim yapamaz hale gelir.”

Gazze’deki açlığı artık “görüntüler” üzerinden tüketiyoruz. Sosyal medyada yardım kolisi taşıyan bir kamyonun fotoğrafı dolanıyor, sonra başka bir videoya geçiyoruz. Gerçek yardım ulaşmamış olsa bile, görüntü bizi tatmin ediyor. Açlık, estetik bir simülasyona indirgeniyor.

Bu noktada Calvino’nun Euphemia’sı tam tersine dönüyor: Gerçeğin yerine temsiller geçiyor. Debord’un dediği gibi: “Gerçeklik, gösterinin bir anına dönüşür.” Çünkü Gazze’de açlık, artık gösterilen ama yaşanmayan bir şeymiş gibi sunuluyor. Ama unutmamak gerekir ki Euphemia’daki sessizlik, bir tercih değil; bir suç ortaklığıdır.

Tarihin Tekerrürü: Açlık Politikası

Açlıkla susturmak yeni değil. Tarihin tekrar eden motiflerinden biri bu: Roma kuşatmalarında, Stalingrad’da, Yemen’de, Gazze’de… Açlık, düşmanı değil, insanı hedef alan bir yöntemdir. Çünkü açlık sadece fiziki bir yokluk değil; bir hafıza kırılmasıdır. Açlıktan ölen çocuklar yalnızca hayatlarını değil, geleceği, hikâyeyi, direnci de yitirir. Bu yüzden açlık bazen bombadan daha derin iz bırakır.

Gazze’de yaşanan, tam da bu sessiz yok ediştir. Un, su, yakıt… Gıda konvoyları sınırda tutuluyor, çocuk mamaları siyasi onaya bağlanıyor. Ve dünya, bunu “karmaşık diplomatik süreçler” diyerek izliyor. Oysa burada karmaşık olan diplomasi değil; sessizliktir. José Saramago, Körlük romanında şöyle der: “Görmeyenler değil, görmek istemeyenler asıl felakettir.”

Bugün herkes görüyor. Ekranlar ışıltılı, raporlar dijital, ölümler sayılabilir. Ama asıl sorun, görmenin duyarlığa, duymanın harekete dönüşmemesi. Sessizlik burada tarafsızlık değil, taraflılıktır. Euphemia’da pazar yeri kapanınca çuvallar boş kalmıyor, vicdanlar da susuyor. Çünkü Gazze’de açlık doğal bir afet değil, politik bir tercihtir. Ekmek yokluğu, barışın değil savaşın aracıdır. Ve bu savaşta en ağır silah ne yazık ki suskunluktur.

Yüz yıl önce Walter Benjamin, “her belge bir barbarlık belgesidir” demişti. Bugün bir yardım kolisi, yalnızca insani yardım değil; geç kalmışlığın, ertelemenin, sessizliğin belgesi olarak da okunmalı. Euphemia’da artık mallar değil, utanç takas ediliyor.

Ama belki hâlâ bir yol var: Rüyayı geri çağırmak.

Rüyayı Geri Çağırmak: Euphemia’dan Çıkış Mümkün mü?

Calvino’nun Euphemia’sı bir düş kenti olarak doğmuştu. İnsanların rüyalarını paylaştığı, anlamları takas ettiği bir yer. Bugünün Euphemia’sıysa, düşlerin değil açlığın pazarı haline geldi.  Malların değil, yaşamların fiyatlandırıldığı bir zemin oluşturuldu. Ve belki de en büyük trajedi şu oldu hayatlarımızda: Artık bu pazarda kimse pazarlık etmiyor. Alıcı da kalmadı, satıcı da. Sadece izleyiciler var.

Ama bu bir kader değil. Euphemia’dan çıkmak hâlâ mümkün. Saramago’nun dediği gibi, “Umut, körler ülkesinde görenin sorumluluğudur.” Eğer birileri hâlâ görebiliyorsa, hâlâ duyabiliyorsa, o zaman bir şeyleri değiştirebiliriz.

Rüyayı geri çağırmak; yardım kamyonlarının sosyal medyada dolaşan görüntüsünden değil, kapısı çalınan bir mutfaktan geçer. Suskunluğu kırmak, yardım değil adalet istemekle olur. Euphemia’dan çıkış, simülasyonun yerine gerçeği koymaktır. Gıda bir haksa, onu ulaştırmak da bir zorunluluk olur. Yardımı değil, hakkı konuştuğumuz bir dile geçmek zorundayız.

Belki o zaman Euphemia yeniden bir buluşma kenti olur. Rüyaların döndüğü, çocukların ağlamaktan başka sesler de çıkarabildiği bir yer. Belki o zaman açlık sadece bir biyolojik ihtiyaç değil, insan onurunun hatırlanması olur. Belki o zaman Euphemia’yı değil, vicdanı terk ederiz.

Ve son olarak: “Bir halk, yalnızca aç bırakıldığında değil, unutulduğunda da ölür.”

Gazze, Euphemia değildir. Olmasın.

- Advertisment -