Yukarıda, başlığın üstünde gördüğünüz ‘görsel’i bir arkadaşım gönderdi bana. Fotomaç gazetesinin yayın yönetmeni Zeki Uzundurukan’ın, eseriyle ne kadar övündüğünü takipçileriyle paylaşmak için atttığı tweet’te yer almış bu ‘görsel…’ Maruz kaldığı bu ‘şey’ karşısında çok sinirlendiğini gizlemeyen arkadaşım, altına ‘dibin dibi’ diye de not düşmüş. Bir de, sinirini biraz yatıştırır ümidiyle sanırım, benden bu şey hakkında bir şey yazmamı istemiş.
Açıkçası kendimi sıkışmış hissettim bu talep karşısında. Çünkü bir yandan arkadaşımı kırmamak istiyor, bir yandan da eleştiri nesnesi olarak ele alınması durumunda eleştiri eylemini ‘saçma’ kılacak bir durumla karşı karşıya olmanın çaresizliğini yaşıyordum.
Eleştiri, özel olarak da medya eleştirisi ortak kabullerin ve sınırların varlığını şart koşar; ki zaten amacı da onlardan ne ölçüde sapıldığını gösterebilmektir. Oysa burada gazetecilik dediğimiz faaliyet alanının en gevşek tanımının kabullerinin ve sınırlarının bile fersah fersah ötesinde kalan bir ‘faaliyet’le karşı karşıyaydık.
Aslında iktidar basınının ‘ciddi’ örneklerinin gazetecilik diye önümüze sürdüğü şeylere bakıp, “Türk spor basınıdır ne yapsa yeridir” demek ve Fotomaç’ı mazur görmek belki de en doğrusu. Mesela bir zamanların saygın Yeni Şafak gazetesi ne zamandır bir gazeteden çok iktidarın propaganda bültenine benziyor. Metafor gibi düşünmeyin, gerçekten de bazı “haber”ler AK Parti tarafından hazırlanmış bir propaganda metninden herhangi bir farklılık taşımayabiliyor.
Bence, iktidar basınında başka örneklerine de rastladığımız bu tür ‘dibin dibi’ler öfkenin, kızgınlığın yanı sıra hüzün de yaratmalı. İktidar yanlılığının bu düzeyine öfke duymamak tabii ki mümkün değil, fakat yanlılığın bu kadar incelikten yoksun, bu kadar grotesk biçimleri karşısında hüzün de duymamak mümkün mü?
Yani hiç değilse kendinizi, sanki mesleğinizin en temel ahlaki ilkelerini satılığa çıkarmamış gibi gösterecek birkaç incelik sergileyin, azıcık gayret gösterin, öyle ki sizi eleştirmek isteyenler zorlansın biraz, yaptıklarınızın ‘yuh artık’ dışında tepkilere de imkân verecek bir içeriği olsun. Ve nihayet: Sizi eleştirmenin bir tadı olsun.
Eski merkez medya New York Times gibi kalıyor
1990’ların sonunu ve 2000’lerin ilk 10 yılını başta Hürriyet olmak üzere merkez medyadaki haberlerle uğraşarak geçirdim. 2012-2013’e gelindiğinde, iktidar gücüyle semirtilen yeni ‘merkez’ medya rüştünü ispatlamış, bütün pervasızlığıyla sahalara çıkmıştı. Şaşırtıcı bir hızla eski merkez medyanın bütün pisliklerini tevarüs etmiş, üstüne kendi özgün pisliklerini ilave etmişti. İşte o zaman anladım ki eski merkez medya bu yenisinin yanında sütten çıkmış ak kaşık gibi kalıyordu: Eleştirisinin hiçbir tadının olmadığı yeni türde bir gazetecilikle karşı karşıyaydık artık.
2014 tarihli bir yazımda, o tarihte artık genel yayın yönetmeni olmayan Hürriyet köşe yazarı Ertuğrul Özkök’ün bana yönelttiği bir soru üzerinden bir eski-yeni iktidar gazeteleri kıyaslaması yapmıştım:
“Ertuğrul Özkök’ün ‘bugünlerde yüz yüze gelip konuşmak istedikleri’nden biri de benmişim… Böyle bir şey olsaymış, bana şu soruları sorarmış: ‘Türk medyasının taraflı saha müşahidi, medya gözlemcisi Alper Görmüş o gün bizlerin attığı manşetleri yerden yere vuruyordu. Acaba bugün hem Cemaat, hem hükümet yanlısı gazetelerin attığı manşetler hakkında samimi olarak ne düşünüyor? Düşündüğünü yazabiliyor mu?’ (Hürriyet, 29 Ocak 2014).
“Ertuğrul Özkök’ün tespiti doğru: Gerçekten de uzun yıllar boyunca Hürriyet’in attığı manşetleri yerden yere vurdum. Doğrusu, bunların can acıttığını, yıllar sonra bizzat Hürriyet’in genel yayın yönetmeninden duyduğumda, yaptığım şeyin boşa gitmediğini düşünüp sevinmiştim:
“’(…) Mesela Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş… Siyah gözlükler takıp başka yere bakıyormuş gibi yapsanız da bilirsiniz ki, yan gözle onu gözlüyorsunuz.’ (3 Kasım 2011).
“Kürşat Bumin ve Ümit Kıvanç’la birlikte yönettiğimiz Medyakronik döneminde (2000-2002), bütün gazete genel yayın yönetmenleri, Medyakronik’in ‘en çok kendilerini eleştirdiğinden’ şikâyet ederdi… Fakat bunların içinde sadece Ertuğrul Özkök haklıydı.
“Tabii ki üçümüz de en çok Hürriyet’le uğraşmaktan zevk alırdık. Hatta, Özkök bu yöndeki şikâyetlerini Medyakronik’i destekleyen Bilgi Üniversitesi yönetimine iletmek üzere üniversiteye geldiğinde, bizim adımıza kendisine şöyle denmesini rica etmiştik: ‘Doğru, Medyakronik’te en çok Hürriyet eleştiriliyor, çünkü Türkiye’nin en etkili gazetesi o… Ayrıca Hürriyet, gazetecilik ihlallerini, öbür gazetelerde rastlanmayan bir incelikle, okurların onları kolay kolay fark edemeyecekleri bir dil ve kurguyla yapıyor. İşte o nedenle Hürriyet eleştirisi, başka herhangi bir gazetenin eleştirisinden çok daha zevkli, çok daha tatmin edici…’
“Hürriyet, ‘mış gibi’ yapan ve bunu çok büyük bir ustalıkla yapan bir gazeteydi. Hazcı bir bedende militer bir ruh taşıyordu ve sahip olduğu ışıltılı beden, içindeki otoriter ruhu gizleyebiliyordu. Özgürlükçü gibi görünüyordu ama değildi, sivil görünüyordu ama değildi.
“İşte Hürriyet’le uğraşmak, onun gizlemeye çalıştığı özelliklerini fâş etmek bu nedenlerle çok keyif vericiydi.
“Ertuğrul Özkök’ün sorularına gelince…
“Ben çok uzun bir süredir doğrudan haber-manşet eleştirisinden uzaklaşmış bulunmaktayım. Ne zamandır, ‘normal’ bir köşe yazarı gibi sadece genel memleket meseleleri hakkında yazmaktayım.
“Ertuğrul Özkök sorabilir burada: ‘Niye?..’ Ve devam edebilir: ‘İktidar ve Cemaat gazetelerini eleştirmekten korktuğun için mi?’
“Hayır… Onları eleştirmenin hiçbir tadı yok da ondan. Çünkü onların ‘iktidar yanlısı’ ya da ‘Cemaat yanlısı’ tavırları Hürriyet’in ‘demokrasi yanlısı’ tavrından çok farklı… Onların tavrında çabayla açığa çıkartılacak, deşifre edilecek bir şey yok! Her şeyi çok açık yapıyorlar!”
Bunları yazdığımda tarih daha 2014’tü… Üstüne otoriterlik için bir ‘nimet’ sayılan 15 Temmuz (2016) geldi, onun üzerine de 2017 referandumuyla birlikte tek adamlık… Eh, tabii basını da ona göre… 2014’te “teşhir edilecek hiçbir şey yok” deyip elimi eteğimi çektiğim medya eleştirisini bugün yapmaya kalkışmak iyice saçma olmaz mı?
Ama işte yazdım bir şeyler, arkadaşımın hatırına…