İktidarın 15 Temmuz anlatısının gücünü ve etkisini anlamak için, darbe girişimini izleyen günlerde iktidara yakın kaynaklarda bile dile getirilen “Cemaatçilerle bazı Atatürkçü subayların ortak hamlesi” tezinin hızla gündemden düşürülmesine, sonra da buharlaştırılmasına bakmak yerinde olur.
Bu buharlaştırılan hakikat, 17-25 Aralık (2013) ile 15 Temmuz (2016) arasında iktidara karşı şekillenen muhalefetin yapısı ile de uyum içinde. Tıpkı 15 Temmuz’un Gülencilerin yanı sıra bazı Atatürkçü askerlerin de katıldığı bir kalkışma olduğunun unutulması (unutturulması) gibi, 17-25 Aralık ile 15 Temmuz 2016 arasında iktidara karşı Gülencilerle laik muhalefetin birlikte hareket ettiği de unutuldu (unutturuldu).
Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde laik muhalefetin Gülen Cemaati karşıtlığı o kadar güçlü ve yoğundu ki, bu karşıtlığın davaların tasfiye edilmesinden ve 17-25 Aralık’ın (2013) gerçekleşmesinden sonra da devam ettiği gibi bir yanılsama oluştu toplumda. Oysa artık ‘baş düşman’ değişmişti, şimdi artık AK Parti iktidarını düşürmek asıl amaç haline gelmişti ve Cemaat, bu süreçte adı konmamış bir müttefik olarak kodlandı.
Bu fiili sivil beraberliğin, 15 Temmuz’da askeri bir ittifak olarak karşımıza çıkması şaşırtıcı sayılmamalı.
15 Temmuz darbe girişiminin yedinci yıldönümünün öncesinde, 15 Temmuz davalarından birinde dile getirilen bir tanıklık, o gün darbe sahasında sadece Gülencilerin olduğu şeklindeki iktidar anlatısını zora soktu, 15 Temmuz’un “Cemaatçilerle bazı Atatürkçü subayların ortak işi” olduğu tezini güçlendirdi.
Geçtiğimiz günlerde bir başka tanıklık Cemaat’in içinden geldi. O tanıklık da Gülencilerin 15 Temmuz’da iradi katılımlarının olmadığı, belki en fazla iktidarın Pensilvanya’nın rağmına hareket eden bazı Gülenci subaylara tuzak kurarak onları darbeye çektiği iddiasını çürüttü.
Bu yazıyı, medyada kendisine yer bulamayan bu çok önemli iki tanıklığı özetlemek için yazıyorum.
Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş: “Emir komuta zinciri içinde yapıldığına inandırıldığım darbeye katıldım ama FETÖ’cü değilim”
Darbe girişimini izleyen günlerde iktidara yakın televizyonlarda rahatça telaffuz edilen “darbeciler FETÖ’cülerden ibaret değildi” cümlesi hızla tedavülden kaldırıldı ve unutuldu (unutturuldu). Ta ki, darbenin en kritik aşamalarından biri olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Marmaris’ten alıp Ankara’ya götürmekle görevlendirilen tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in yargılandığı ilk davada (2017) verdiği ifadeye kadar…. “Ben FETÖ’cü değilim. Bu elbise benim üzerimde durmaz. Ben FETÖ’cü değilim, Gülenci değilim. Ben hiçbir tarikata üye değilim. Hiçbir imamın, hiçbir hocanın, kimsenin önünde diz çökmedim, el öpmedim bu benim karakterime uygun değil” diyen Sönmezateş, darbe sırasında kendisine verilen görevi neden kabul ettiğini soran mahkeme heyetine şu yanıtı verdi:
“Ben Cumhurbaşkanı’nın alınma görevini kabul ettim. Emir-komuta zincirinde bir ihtilal olduğunu düşünmüştüm. Bu Çarşamba gününden beri konuşuluyordu. Görünmeyen kralın emriyle ben darbe yaptım. Emir veren adamın makamına güvendim. 11 Temmuz’dan sonra emir komuta zinciri içinde olduğunu düşündüğüm bir işin içinde oldum.”
Sönmezateş, pozisyonunu, kendisini ‘Cesur Yürek’ filmindeki William Wallace’a benzeterek açıklamıştı:
“Bir tane filim var ‘Cesur Yürek’ diye. İskoçya’nın kurtuluşu ile alakalı ve William Wallace diye bir adam var. Kralıyla konuşuyor ve İngilizlerle savaşma kararı alıyor. İngilizlerle savaşa çıktıklarında birkaç grup Wallace’ı savaşta yalnız bırakıyor. Buna rağmen savaşa devam ediyor. Savaşın bir bölümünde bir İngiliz ile savaşırken, İngiliz’in maskesi düşüyor ve maskenin altındaki kişinin kendi kralı olduğunu görüyor. Uğruna İngilizlerle savaşa girdiği kralın kendisine karşı savaştığını görüyor. Benim durumumu soruyorsanız ben de aynı durumdayım.”
Sönmezateş, mahkeme başkanının “Kralınız kim” sorusuna ise “Onu şu an için müsaade edin Akıncı Üssü davasına bırakalım” cevabını verdi.
İşte o Sönmezateş, o cümleyi kurduktan sonraki altı yıl boyunca sustu ve nihayet 15 Temmuz’dan birkaç gün önce yargılandığı bir başka 15 Temmuz davasında ilk kez konuştu.
Gazeteci Müyesser Yıldız’ın haklı bir serzenişle “benden başka gazeteci yoktu” diye anlattığı duruşmada Sönmezateş bu defa ‘kral’ın kim olduğuna dair bir de ipucu verdi:
“Evet, ben ihtilâle katıldım, ne yaptığımı da söyledim. 15 Temmuz FETÖ darbesi değildir, ben FETÖ’cü değilim. Bu darbeye katılan, FETÖ’cü olmayan üst düzey o kadar isim var ki, MİT biliyor. Kendilerinden izin almadığım için isim söylemiyorum. Evet, 15 Temmuz’da bir plan vardı; fakat buna uyulmadı. Ben de çok şaşırdım ve çok şeyi davalar başladıktan sonra öğrendim. Mahkemeler başlamadan herkese sus emri verildi ve herkes sustu. ‘Hulusi Akar hakkında kimse konuşmayacak’ dendi, herkes sustu. Bu emrin niye verildiğini bilmiyorum; artık ilgilenmiyorum da.”
Mahkeme Başkanı’nın, “Emri veren veya organizasyonu yapan kimdi?” sorusu üzerine ise Sönmezateş şu iddialarda bulundu:
“Hulusi’nin adamları, komutanlarım. İmamlar komutanım olamaz, suratlarına da tükürürüm. Ulusalcılar, Perinçekgiller biliyor bu adamların kim olduğunu. Komutanlarımın beni ikna ederken verdiği bilgi; ‘Demokrasi despotizme dönüyor. Polis başta olmak üzere birçok kurum irticaya teslim oluyor. İran’la yakınlık tehlikeli boyutlara geldi; İrancılar müsteşar, bakan seviyesine çıktı. Suriye Hava Kuvvetlerini imha planı var’ idi. Yine komutanlarımızın bana anlattığına göre, ülkedeki rüşvet çarkında birilerinin aldığı ihale payı yüzde 30’a ulaşmıştı. Rıza Sarraf bu işlerin küçücük bir parçasıydı. Bu söylediklerim gerçek değilse hain, darbeci; tüm sıfatları kabul ediyorum. İhtilâl bir nevi polisiye bir hamleydi, müdahale edilmeliydi. Darbeye katılacak çekirdek kadro 100-150 kişiydi. Çünkü AKP’ye yanaşanlar ile FETÖ’cülere güvenmiyorlardı. Ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi. Planı anlatayım; MİT biliyor, hem de benden detaylı. Emniyet İstihbarat da biliyor, çünkü benimle konuştular. İlk önce ve her şeyden önce Erdoğan tutuklanacak, toplamda 8-9 üst düzey alınacak, hemen mahkemeye çıkarılacaklardı. Tank, köprünün kesilmesi, askerin sokağa çıkması yoktu. Yemin etmem mi gerekiyor? Rahmetli olan annemse annem, kızlarım ise kızlarım üzerine yemin ediyorum, böyleydi. Gece 03.00’te Erdoğan alınacaktı. Köprüde olanları görünce, ‘Bunlar kim’ dedim. Bu kadar gürültü patırtı çıkardıktan sonra Erdoğan’ı nasıl alacaktınız ki? F-16 niye uçuyor, mantığı nedir? Bu haliyle görev, benim için başarılması imkânsız göreve dönüştü. Üstelik Erdoğan bir haftadır kayıptı, nerede olduğunu bilmiyorduk. Bin odalı sarayın mimarisi bizim için zordu. İstanbul’a gittiğinde devamlı kaldığı Huber Köşkü ise küçük ve kolaydı. Hâlâ nedenini anlayamadığım şekilde plan dışına çıkıldı.”
Çeyrek asırdır Gülen’in ‘dizinin dibindeki’ bağlısı, şimdi ‘dışarıda’ kalan Osman Şimşek konuştu: “Sırtımızdan büyük bıçaklandık, büyük hançerlendik…”
İkinci tanıklık Gülen Cemaati’nin içinden geldi. 20 yılı aşkın bir süre boyunca Fethullah Gülen’in en yakınındaki, en güvendiği yardımcılarından biri olan; Gülen’e gelen mektupları okuma, onların Gülen’e takdim edilip edilmeyeceğine karar vermede tek yetkili olan molla Osman Şimşek, gazeteci Asım Yıldırım’ın YouTube kanalında açıklamalarda bulundu ve gazeteci Ahmet Dönmez’in Cemaat içinde büyük tartışma yaratan “Cemaat İçeriden Adım Adım 15 Temmuz’a Nasıl Sürüklendi” başlıklı uzun yazı dizisinde öne sürdüğü kritik iddiaları teyit etti.
Burada kesiyorum. Bu ikinci tanıklığın hacmi çok daha geniş olacağı için onu bir sonraki yazıda anlatacağım.