Hablemitoğlu cinayetinin küllenmiş dosyası cinayet tarihinden 13 yıl sonra, 2015’te yeniden açıldı. Soruşturma savcısı bomboş bir dosyayla karşılaştı ve o tarihten itibaren de aralıklarla bunun sorumlusunun ‘FETÖ’ olduğuna dair haberler hiç eksik olmadı. Benim bulduğum en eski haber 2017 tarihini taşıyordu, benzer haberler muhtemelen daha eski tarihlerde de çıkmıştı. ODA TV’deki 11 Ekim 2017 tarihli haberde “(…) Soruşturma dosyasında cinayetten hemen sonra yapılması gereken araştırmaların olmadığı öğrenildi. Bu araştırmanın ya hiç yapılmadığı ya da FETÖ üyesi polisler tarafından karartıldığı belirtiliyor” deniyordu. (Bu izahın taze örneklerine, ‘leş analizler’e ilham veren yazılarda da rastlamıştık.)
Bu tezin hiçbir inandırıcılığının olmadığına, zikrettiğim yazılarda (5, 8 ve 16 Ağustos) şöyle bir değinip geçmiştim. Yazdıklarımı hatırlayalım:
“Cinayeti ‘FETÖ’nün işlediğini öne sürenlerin dayandığı en önemli argümanlardan biri, cinayet dosyasına taa 2015’e kadar dokunulmamış olması… Çünkü, deniyor, iktidarın ortağı Gülenciler polisteki ve yargıdaki güçlerini kullanarak dosyayı küllendirdiler… Bu, kendi kendini berhava eden tuhaf bir iddia… Çünkü cinayetin işlendiği 2002’de ve sonraki (en azından) 5-6 yıl boyunca polis ve yargı (özellikle yargı) ‘eski rejim’in tasallutu altındaydı. Ki o yargı ülkenin yarısının oyunu almış bir partiyi bile kapatmaya kalkacak kadar güçlüydü.”
Bu yazıda öncelikle yukarıda yazdıklarımı somutlaştırmak, 2002 ve sıcak soruşturmanın sürdüğü sonraki yıllarda polis ve yargının kimin elinde olduğuna biraz daha yakından bakmak istiyorum.
Bir kere her şeyden önce yargının tepesinde, o zamanlar bütün yoğunluğuyla süren askeri vesayet rejiminin hâkim ve savcılarının oluşturduğu beş kişilik Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) vardı.
Parantez: HSYK’nın, dolayısıyla yargının o zamanlardaki eğilimini anlatan küçük bir hatırlatma
Cinayetin işlendiği 18 Aralık 2002’de görevde olan savcı ve polis müdürlerini hatırlamadan önce o günlerin HSYK’sının ideolojik yapısını gösteren bir Cumhuriyet gazetesi haberinden söz edeceğim.
2003 yılının ortalarında, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 1738 kişilik hâkim-savcı kararnamesini açıklamasını beklendiği günlerde yayımlanan haberde HSYK Başkanvekili Fehmi Ulusoy’un sözleri aktarılıyordu. Cumhuriyet‘in “İrticai kadrolaşmaya geçit yok” ve “irticaya geçit yok” başlıklarıyla sunduğu haber, spotlarda şöyle özetlenmişti:
“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili Ulusoy ‘Cumhuriyetin bekçisiyiz’ dedi…” “Bizim dediğimiz olur…” ”Bakan da müsteşar da kurulda azınlıkta. Etkileri hemen hemen değil, hiç olmaz. Oylamaya katılacaklar, ancak ikisinin oyu yetmez. İkisi muhalif olabilir. İkiye karşı beş oyla bizim dediğimiz olur.” (Cumhuriyet, 30 Mayıs 2003).
Cinayet gününün ve izleyen soruşturmanın polis ve savcı kadrosu
Cinayet gününde ve soruşturmanın ilerlediği dönemde Ankara’da görevde olan üst düzey emniyet ve yargı mensupları şunlardı:
Osman Kaya (Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürü): Emekli olduktan sonra, özellikle de 15 Temmuz (2016) darbe girişiminden sonra iktidara yakın medyanın sevdiği bir yüz oldu. Hızlı bir taramada karşıma çıkan bir televizyon programında (A Haber, 8 Eylül 2016, Cemil Barlas’la ‘Söz Teması’) “FETÖ ile PKK’nın işbirliği yaptığını”, iki örgütün de “aynı üst akıl tarafından yönetildiğini” anlatıyordu.
Cengiz Köksal (Ankara Cumhuriyet savcısı): Cinayetin olduğu gün nöbetçi savcı sıfatıyla olaya ilk kez el koyan savcıydı. Bu görevde iki yıl daha kaldı. 15 Aralık 2014’te Yargıtay üyeliğine seçildi, halen bu görevde.
Hamza Keleş (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı özel yetkili başsavcıvekili): 2011’e kadar özel yetkileri devam etti, bu tarihte yetkileri alındı. Gerekçe Gülen cemaati bağlantısı değildi.
Fahri Kasırga (Ankara Cumhuriyet Başsavcısı): 26 Kasım 2001’den 3 Ekim 2003’e kadar Ankara Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yaptı. Bu tarihte Adalet Bakanlığı müsteşarlığına getirildi. Ardından Adalet Bakanlığı yüksek müşaviri unvanıyla Başbakanlık başdanışmanı oldu. 20 Ocak 2014’te Başbakanlık müsteşarlığına atandı. 11 Eylül 2014’te Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri ve başdanışmanı oldu.
Şenkal Atasagun (MİT müsteşarı): 2005’te kendi isteğiyle ayrılana kadar MİT müsteşarı olarak görev yaptı. Resmen bir görevi olmasa da MHP’ye yakınlığıyla biliniyor. Bazı yorumlara göre de Devlet Bahçeli’nin danışmanlığını yürütüyor.
Bu tablodan da anlaşılabileceği gibi “FETÖ’cüler cinayetin ardından delilleri toplamadı ya da sonradan kararttı” tezinin hiçbir geçerliliği yok. Delillerin toplanmadığı doğru da bunu yapanlar ‘FETÖ’cüler değil.
Son olarak, “FETÖ, Gülen hakkında bir kitap yazdığı için Hablemitoğlu’nu öldürmeye karar verdi, bu amaçla da Özel Kuvvetler Komutanlığı’na (ÖKK) bağlı Muharebe Arama Kurtarma’da (MAK) görev yapan subayları tetikçi olarak kullandı” şeklindeki analize yönelttiğim üç başka itirazı bir daha hatırlatacağım…
Birincisi: Gülen örgütü, stratejisini devlete sızma ve adım adım devleti ele geçirme üzerine kurmuş bir örgüt. Böyle bir örgütün hem de daha palazlanma aşamasında bütün stratejiyi havaya uçuracak gürültülü cinayetler kurgulaması makul mü? (‘Cinayet’ değil ‘cinayetler’ dememin nedeni var. Büyük bir ihtimalle iddianameye de girecek olan bir iddiaya göre, ‘FETÖ’, 4 Mayıs 2004’te de Gülen aleyhine konuştuğu için ‘Dost Tarikatı’ lideri, eski albay İhsan Güven ve eşi Sibel Güven’i de yine aynı ekibe öldürtmüştü).
İkincisi: İkinci büyük çelişki, tetikçilerin belli olmasından; öldürenle öldürülenin aynı ideolojik düşünceyi paylaştıklarının ortaya çıkmasından sonra da, yani Ocak 2022’den sonra da ‘FETÖ cinayeti’ iddiasının sürdürülmesi…
İnanan inansın: Genelkurmay’ın en seçme biriminin ulusalcı subayları para karşılığında 2002’de Gülenciler için cinayet işlemiş. Bu tez sahiplerinin tezlerini savunurken içine düştüğü perişanlığı dizide anlatmıştım, burada tekrar etmeyeceğim.
Üçüncüsü: Malum tez sahipleri için cevabı en zor soru burada… Soru şöyle: ‘FETÖ’yle anlaşarak Hablemitoğlu’nun ölüm emrini verdiği söylenen ÖKK-MAK komutanı emekli albay Levent Göktaş bu devirde nasıl oluyor da devlet içinde güçlü bir koruma zırhına sahip olabiliyor?
Bu soruyu, malum analiz sahiplerinin tamamının fikir birliği içinde olduğu bir tespitten; Levent Göktaş’ın “yakalanamadığı” değil, “yakalanmadığı” tespitinden kotardığımı bir daha hatırlatayım.
Bunlara cevap vermeden hâlâ ve ısrarla “Hablemitoğlu bir FETÖ-ÖKK-MAK cinayeti” tezinde ısrar edenler bilinçli ya da bilinçsiz, büyük bir manipülasyonun parçası olarak davranıyor.
… Ve son yazımda aktardığım gibi, Anadolu Ajansı’nın haberinden öğreniyoruz ki bu tez yakında iddianame olarak çıkacak karşımıza.
Merakla bekliyoruz.