İddianamede Necip Hablemitoğlu’nu para ya da mevki için öldürdüğü öne sürülen Levent Göktaş Bulgaristan’da hâkim karşısında.
Necip Hablemitoğlu iddianamesinin cümleleriyle söylersek; “Amacı, örgüt liderinin talimatı ile adam öldürme şeklinde eylemleri icra etmek olan Mustafa Levent Göktaş Suç Örgütü” 18 Aralık 2002’de Prof. Necip Hablemitoğlu’nu hangi saikle öldürdü?
İddianamenin bu soruya verdiği cevap, devlet ve Türk Silahlı Kuvvetleri açısından çok berbat bir tabloya işaret ediyor. Bu tabloya göre devlet, savcısı aracılığıyla, bir zamanlar neredeyse bir numaralı ‘devlet kahramanı’ ilan ettiği bir ordu mensubunun, devlet düşmanı bir teşkilatla işbirliği halinde ve ondan aldığı para karşılığında devlet ideolojisinin en cesur savunucularından birini katlettiğini kabul etmiş oluyor. Tabii Levent Göktaş’la birlikte TSK’nın en seçkin birimi olarak tarif edilen MAK’tan dört subayın daha bu berbat misyona iştirak ettiğini unutmayalım. (İddianamedeki para karşılığı cinayetin ayrıntılarını, Onur Erkan’ın bugün Serbestiyet’te yer alan “Hablemitoğlu suikastını ‘FETÖ’ azmettirdiyse Enver Altaylı suikast parasını neden Siemens’ten aldığı komisyonla karşıladı?” başlıklı analizinden okuyabilirsiniz).
Dahası var: Bu devlet kahramanı, yani davanın bir numaralı ismi eski Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) Muharebe Arama Kurtarma (MAK) alay komutanı albay Levent Göktaş, gözaltı günü, yakalanan arkadaşlarının tersine sırra kadem bastı ve sonraki iki ay yakalanmadı (‘yakalanamadı’ diyemiyoruz, neden diyemediğimizi konuya dair önceki yazılarımda anlatmıştım). Yani bu durumda devlet (en azından devlet içinden çok etkili birileri) bu kişiye kalkan oluyor ve yakalanmamasını sağlıyor. Yani devlet, “cinayeti ‘FETÖ’ adına Levent Göktaş işledi” diyorsa (ki öyle diyor), Levent Göktaş’ı hem de bu devirde devlet içinde kimin, nasıl, neden kolladığını da açıklaması lazım.
Buraya kadar olan kısım, Hablemitoğlu iddianamesinin tuttuğu aynadan görülenler, yani devletin ‘resmî’ iddiasının akla getirdikleri…
İkincil cinayet saiki: MİT müsteşarlığı rekabeti
Bu bölümü kapatmadan… İddianamede cinayet saiki olarak ‘geçerken’, vurgusuz olarak dile getirilmiş bir iddia daha var. Tablo eksik kalmasın diye onu da hatırlatalım.
Hablemitoğlu’nun, öldürülmesinden önceki dönemde -daha önce kamuoyuna yansıdığı gibi- çevresindeki bazı kişilere kendisinin MİT müsteşarlığına getirileceğini söylediği hatırlatılıyor iddianamede ve aynı dönemlerde, Göktaş’ın da çevresindekilere kendisinin bu göreve getirileceğini söylediğinin tespit edildiği yer alıyor.
İddianamede bununla ilgili olarak “Olay tarihinde maktulün ve Mustafa Levent Göktaş’ın içinde bulunduğu bu durum, maktulün, Mustafa Levent Göktaş tarafından öldürülmesine sebep olan bir başka konu olarak görülmesi gerekmektedir” ifadesi kullanılıyor.
Eh, bu da devletin ve TSK’nın kolay kolay içine sindiremeyeceği bir gerekçe… “Türk Silahlı Kuvvetleri’nde başka hiçbir subaya nasip olmayan üç altın ‘üstün cesaret ve feragat madalyası’ sahibi, teröristlerle çarpışırken düşürüldüğü 25 pusudan çatışarak mucizevi bir biçimde kurtulan ve de 180 takdirnamesi bulunan” bir subayın MİT müsteşarı olmak için ‘rakibini’ öldürmeyi göze alması…
Devlet ve TSK için, hangisi ehven-i şerdir? Kahraman bir mensubunun para için cinayet işlemesi mi, yoksa devlet postu için cinayet işlemesi mi?
Belki de, iddianamenin yüz vermediği bir başka olası cinayet gerekçesi daha ‘ehven’dir
Doğrusu iddianameyi okuyup da savcının varsayımlarını ve o varsayımlardan çıkarak saydığı cinayet gerekçelerini gördükten sonra -taşıdığı bir sürü soruya rağmen- “eh, bu da olabilir” dedim kendi kendime; ama son birkaç ayda dile getirdiğim kendi favori gerekçemi geri plana atacak kadar değil, hâlâ esasen ona inanıyorum.
Önümüzdeki dosyanın neden bir ‘FETÖ cinayeti’ olamayacağını, Türkiye’nin son 40 yılındaki aydın cinayetleri serisinin bir parçası olma ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu, yazılarımda uzun uzun anlattım; burada tekrar etmeyeceğim. Burada, sadece o yazılarda hiç söz etmediğim, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın tarihine ve önceki adlarına dair bir bilgiyi Vikipedi’den aktarmakla yetineceğim:
“Özel Kuvvetler Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değişik sınıf ve rütbelerdeki subay, astsubay ve uzman erbaşlardan oluşan, iç ve dış tehditlerin bertaraf edilmesine karşı her türlü arazi ve iklim şartlarında görev yapabilecek nitelikte üst düzey eğitime tabi tutularak yetiştirilmiş seçkin askerlerden oluşan birlik. Doğrudan Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak tugay seviyesinde 1992 yılında kurulmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri kıyafet yönetmeliğine göre bordo renkte bere kullanırlar. Tarihi: İlk olarak 27 Eylül 1952 yılında ‘Hususi ve Yardımcı Muharip Birlikleri’ adıyla Amerika Birleşik Devletleri Ordusu Özel Harekât Kuvvetleri ortak eğitimleri ile kurulmuş, 7 Kasım 1953 yılında ‘Seferberlik Tetkik Kurulu’, 14 Aralık 1970 yılında ise ‘Özel Harp Dairesi’ adını almıştır.”
ÖKK’nın eski adlarının bize neler çağrıştırdığını biliyoruz.
Bu bahis bu kadar.
… Ama iddianame ÖKK’sız ve onlar sadece ‘eski asker’
Geçtiğimiz haftalarda Anadolu Ajansı’nın iddianamenin yazımına başlandığını duyuran haberi yayımlandığında, başlığı “‘Leş analizler’ bu defa iddianame formatında zuhur edecek gibi” olan bir yazı kaleme almıştım, ki ‘leş analizler’ dizisinin son yazısıydı. Şöyle demiştim o yazıda:
“Geçtiğimiz hafta devletin haber ajansı, Hablemitoğlu cinayeti soruşturmasını yürüten savcılık makamından aldığı bilgilere dayandırdığı bir haber verdi. Habere göre soruşturma tamamlanmış, iddianamenin yazım aşamasına gelinmişti. Doğrusu çok ilginç bir haberdi. İçinde ÖKK ve MAK’ın hiç geçmediği, onların yerini ‘eski askerler’in ve ‘Hablemitoğlu’nu öldüren çete’nin aldığı, Levent Göktaş’ın ‘çete’ ile ‘FETÖ’ arasındaki irtibatı sağlayan kişi olarak sunulduğu tuhaf mı tuhaf bir haber… İddianame böyle yazılacaksa yakında çok ilginç bir metinle karşılaşacağız demektir…”
“Şüpheli Mustafa Levent GÖKTAŞ tarafından kurulan bu örgütün, Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilendirilmesi söz konusu olamaz”
İddianame tam dediğim gibi çıktı. ÖKK yok “suç örgütü” var; ÖKK subayları yok “örgüt üyeleri” var. Yine de tam anlaşılmamış olabilir diye iddianamede bir daha vurgulanıyor: “Şüpheli Mustafa Levent GÖKTAŞ tarafından kurulan bu örgütün, Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilendirilmesi söz konusu olamaz.”
Anladık, bu hikâye böyle kapatılmak; geçmiş, bir iddianameyle temize çekilmek isteniyor. Bu amaç doğrultusunda TSK’nın “en seçkin birimi”nin subaylarının kendi süfli çıkarları için cinayet işleyebileceklerinin kabulü dahi göze alınmış.
Fakat ben yine de soracağım: Bu cinayet, devletimizin -biz fanilerin tabii ki bilemeyeceği- ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün bir gereği olarak genlerine kazınmış gizli kodlarının yararı uğruna işlenmiş olsaydı…
Böyle bir gerekçe devlet ve TSK adına iddianamenin anlattığı ‘şer’lerden daha ‘ehven’ olmaz mıydı?