Siyaset, insanların hayatını düzenleyen genel kuralları koymak, korumak ve gerektiğinde değiştirmek için gerçekleştirilen faaliyetin tamamını kapsar. Farklı fikirler, farklı istekler, rekabet halindeki ihtiyaçlar siyasi zeminde çatışır. Bu nedenle siyaset, çatışma ve rekabet halindeki görüşlerin uzlaştırılmaya çalışıldığı bir arena olarak da tanımlanabilir. Siyasi feraset, toplumda çatışmaya yol açabilecek sorunları uyuşma, uzlaşma ve müzakereler yoluyla çözme kabiliyetidir. Bismarck “siyaset bir bilim değil, bir sanattır” derken, siyaseti “mümkün olanın” sanatı olarak gören anlayışa da öncülük ediyordu. Siyasi çözüm, bir meselenin barışçıl müzakere ve hakemlik yoluyla halledilmesidir.
HDP’nin siyaseti
Siyasi partiler, temsil ettikleri değerleri ve bu değerleri savunan seçmen kitlelerinin taleplerini yaşama geçirmek amacıyla faaliyet gösterir. Onları lobi grupları, dernekler, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinden ayıran en önemli fark, siyasi iktidar olmayı temel bir hedef olarak benimsemiş olmalarıdır. Her siyasi parti iktidar olmak ve ülkeyi yönetmek için siyaset sahnesinde yerini alır. Eğer bir siyasi parti, tek başına iktidar olma şansına sahip değilse, o zaman çeşitli müzakere ve uzlaşmalar yoluyla iktidara ortak olmak ve gene temsil ettiği kitlelerin taleplerini gerçekleştirmek için mücadele eder.Türkiye’de hiçbir zaman tek başına iktidar olamayacak, ancak izlediği başarılı politikalar nedeniyle hemen her iktidara ortak olan parti MHP’dir. Bu anlamıyla, kanımca MHP Türkiye’nin en başarılı partisidir.
Peki, HDP’nin Türkiye siyasetindeki yeri nedir ve HDP temsil ettiği kitlelerin siyasi taleplerini hayata geçirme anlamında ne kadar başarılıdır? Bu soruya farklı cevaplar verilebilir. Ancak bana göre HDP, temsil ettiği kitlelerin siyasi taleplerini hayata geçirme anlamında Türkiye’nin en başarısız muhalefet partisidir.Zira HDP, izlediği yanlış politikalar nedeniyle, yöneticileri ve seçmen kitlesini de mağdur etmektedir. Türkiye siyasi tarihinde, iktidara ortak olma şansını elde etmiş olup, bu fırsatı elinin tersiyle itmiş yegâne parti HDP’dir. Bugün eğer hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı, bir cüzzamlıdan kaçarcasına HDP’den kaçıyorsa, bunun sebebi ağırlıklı olarak HDP’nin yanlış politikalarıdır.
HDP seçmeninin kahir ekseriyetinin, hattâ yüzde 90’ından fazlasının Kürtler olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak HDP’deki Kürtlerin, parti politikasının belirlenmesindeki payı yüzde 10 bile değildir. Bir baş ve gövdeden oluşan HDP’nin gövdesi tartışmasız Kürttür; lakin başının ne olduğunu bilmesek de Kürt olmadığını düşünüyorum. Zaten HDP yöneticileri de her fırsatta Kürt partisi değil, Türkiye partisi olduklarını söyler. Sanki Kürtlerin Türkiye’de bir partisinin olması bir kabahatmiş gibi. HDP’nin gövdesini teşkil eden Kürtlerin talepleri bellidir. Ancak HDP yönetiminin öncelikleri farklıdır.HDP’deki Kürtlerin temel talebi, Kürt meselesinin demokratik zeminde siyasi bir çözüme kavuşturulmasıdır. HDP yönetimi, bütün ülkeyi yarın yönetecekmiş gibi ağır bir yük ve sorumluluğu seçmen kitlesinin omuzlarına yükleyerek, hem seçmen kitlesinin enerjisini boşa tüketiyor, hem iktidarın hedefi haline getiriyor. HDP yönetimin en çok vurgu yaptığı konu, Türkiye’nin demokratikleştirilmesidir. Ancak HDP’nin seçmen kitlesi olan Kürtlerin ne Türkiye’yi ne de Ortadoğu’yu demokratikleştirme gücü yoktur. Üstelik Kürtlerin derdi iktidarları değiştirmek değil, kendi sorunlarına çözüm üretecek iktidarla uzlaşmaktır. Kürtler, ancak kendi sorunlarına çözüm bulmakla Türkiye demokrasisine katkı sunabilirler.
“Türkiye demokratikleşecek, Kürtler haklarına kavuşacak”
“Türkiye demokratikleşecek, Kürtler haklarına kavuşacak” politikası Kürtler ve Kürt siyaseti açısından son derece yanlıştır. Bu söylem “sosyalizm gelecek Kürt sorunu çözülecek” veya “şeriat gelecek Kürt sorunu bitecek” gibi boş bir lâftır. Şimdilik sosyalizmi bir tarafa bırakalım; ancak şeriat ile yönetilen İran’daki Kürtlerin durumu ortadadır. Meselenin özü şudur: Türkiye’nin bir demokrasi sorunu yok, Türkiye’de demokrasiyi imkânsız kılan bir Kürt sorunu vardır. Türkiye’de iktidar ve yönetimle alâkalı tüm sorunların ana kaynağı Kürt meselesidir. Kürt sorunu çözüldüğünde Türkiye’nin demokrasi sorunu da kökten çözüme kavuşacaktır. Kürtler adına siyaset yapanların Türkiye demokrasisine en büyük hizmeti, Kürt meselesinin çözümü yoluyla mümkündür.
Türkiye sosyolojisi esas alındığında, bugünkü şartlarda HDP hiçbir zaman tek başına iktidar olamaz. HDP ancak iktidarla veya iktidar adayı bir partiyle işbirliği yaparak temsil ettiği kitlenin taleplerini gerçekleştirebilir. Dünyanın herhangi bir ülkesinde, 6 milyondan daha fazla oy alıp seçmenini mağdur eden HDP gibi bir parti yoktur. Türkiye’de yüzde 1 bile seçmen desteği olmayan Büyük Birlik Partisi, Türkiye siyasetinde HDP’den daha başarılıdır. Çünkü iktidar ile anlaşarak kadrolarını kamuda her tarafa yerleştirebildiği gibi, seçmen kitlesini iktidarın nimetlerinden faydalandırarak bir arada tutabilmektedir. Doğu Perinçek’in Vatan Partisi bile bu yönüyle çok başarılıdır.
7 Haziran 2015 seçimleri Kürtler açısından, Türkiye siyasetinde bir dönüm noktasıdır. Kürt seçmenin desteklediği HDP, 6 milyondan daha fazla oy alarak meclise 80 milletvekili gönderebilmiştir. Bu seçimler, Türkiye siyasetinde nitel bir değişimin önünü açmıştır. Bu nitel değişimin en önemli parametresi, Kürtlerin de artık siyaset yoluyla kendi sorunlarına çözüm bulabilecek siyasi bir güç elde etmiş olmalarıdır. HDP akılcı ve pragmatik bir siyaset anlayışıyla bu siyasi gücü muazzam bir kazanıma çevirip, bu ülkedeki her vatandaşın hayatını olumlu yönde etkileyebilecek adımlar atabilirdi. Yapılması gereken çok basitti: AK Parti ile bir koalisyon hükümeti kuramıyorsa da, barış sürecinin devamı ve AB’ye tam üyelik hedefleri doğrultusunda AK Parti hükümetini sonuna kadar desteklemeliydi. HDP, “Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin” diyen bir muhatabın elini güçlendirmek ve iktidarını daha da pekiştirmek için var gücüyle çalışmalıydı.
Ana muhalefet partisinin söylemeyeceklerini HDP söyledi
Ancak HDP yönetimi, akıl ile izah edilmeyecek bir şekilde, barış süreci karşıtı tüm partilerden çok daha sert bir siyasi üslupla AK Parti iktidarını hedef aldı. “Seni başkan yaptırmayacağız” gibi bir sözü, ana muhalefet partisi CHP’ye de değil de HDP’ye söyletenler, Kürt seçmenin evini yıktırdı, Türkiye demokrasisini de enkaz altında bıraktı. Oysa zavallı Kürtlerin en önemli talebi, dillerini ve kimliklerini koruyabilecek herhangi bir hükümet sistemiydi. Başkanlık veya parlamenter sistem bir yana; eğer padişahlık sistemi Kürtlere ana dilde eğitim hakkı sunuyorsa, o zaman Kürtlerin padişahlık sistemini istemeleri gerekirdi. Sahi, dünya demokrasisinin birinci liginde yer alan İngiltere, İsveç ve Belçika gibi ülkeler, halen anayasal padişahlık sistemine sahip değiller mi? Hem Kürtler, ana dilde eğitim hakkına sahip oldukları Osmanlı padişahlık sisteminde daha mutlu ve kişilikli bir yaşama sahip değiller miydi?
Kendi kimliğiyle binlerce yıldır yaşadığı bir köy veya kasada muhtar bile olamayan, henüz ana dilinde bir ilkokula bile sahip olmayan dezavantajlı bir kesimin oyları ve destekleriyle siyaset yapan HDP yöneticilerinin, “Seni başkan yaptırmayacağız… sizi adil yargılayacağız… yolsuzlukların hesabını soracağız” gibi irrite edici bir dil kullanmaları, siyasette Kürtlere zarardan başka bir şey getirmedi. Bu üsttenci dil, Kürtleri temsil ettiğini iddia edenlerin kullanacağı bir dil değildir. Bu dil Kürtlere kaybettirir. Bu ülkenin kuruluş sürecinde her türlü fedakârlıkta bulunmalarına ve Türkiye nüfusunun en az üçte birini oluşturmalarına rağmen halen bu ülkenin bürokrasisi ve yönetimindeki payları ve yerleri Karadeniz bölgesindeki bir il seviyesinde bile olmayanların siyasette kullanacağı dil, irrite edici değil, uzlaşmacı olmalıdır.
Siyaset bir uzlaşma sanatıdır. Rahmetli Demirel “barışmasını bilmeyenler kavga etmesin” diyordu. Yeri geldiğinde talepler hususunda orta bir yerde buluşup uzlaşmasını bilmek gerekir. HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın şu sözlerine tekrar bir bakalım: “Başkanlık sistemine evet deseydik, AKP’li Kürtlerin sorunları çözülürdü ancak halkın sorunu çözülemezdi… Ver başkanlığı al özerkliği diyenler kusura bakmasın, biz demokrasi için mücadele ediyoruz. Sadece Kürde demokrasi olamaz. Biz birlikte yaşam için mücadelemize devam edeceğiz. Türkiye’nin tamamı için demokrasi istiyoruz, sadece tek bir etnik kimlikle demokrasi inşa edilemez.” Bu dil, bu anlayış ne Kürt meselesini çözebilir, ne de Türkiye’ye demokrasi getirebilir. Getirmedi de. Bu sözleri ana muhalefet partisi lideri sarf etmiş olsaydı, bir nebze anlaşılabilirdi. Ancak seçmeninin yüzde 90’ından fazlasının Kürt olduğu bir parti lideri yapmamalıydı. Bu konuşma 2016’nın Mart ayında yapıldı ve sonrasını hepimiz biliyoruz.
Eğer Selahattin Demirtaş ve partisi, Barış Sürecini başlatmış iktidarla, Kürtlerin dil ve kimlik haklarının anayasal güvenceye kavuşturulması çerçevesinde bir anlaşma sağlayabilseydi, işte o zaman Türkiye demokrasisine bir katkı sağlayabilirlerdi. Bir Kürt atasözü, kevirê giran elametê neavêtınê ye der (Kavgada büyük taşı tutan, onu atmama işaretini verir). Kürtlerin önce Türkiye’yi demokratikleştirmek, sonra kendi sorunlarını çözme gücü yoktur. Böyle bir siyaseti Kürtlerin önüne koyan HDP, bile bile Kürtlere hep kaybettirdi, halen de kaybettiriyor. HDP bu yanlışta ısrar ettikçe, Kürtlere hep kaybettirecek, Türkiye’ye de bir şeyler kazandırmayacaktır.
Yarının doğruları, geçmişteki hatalar üzerine inşa edilemez
Binlerce insanın ölümüne, Kürt kentlerinin yıkılmasına ve yüz binlerce Kürdün batı illerine sürülmesine yol açan hendek fecaati sağlıklı bir değerlendirmeye tâbi tutulmadıkça, özeleştirisi yapılmadıkça HDP Kürtlere kaybettirmeye devam edecektir. Kürtler, 2012 yılından beri devam eden seçmeli Kürtçe dersine HDP’nin neden başlangıçta karşı durduğunu ve sonraki süreçte de hiç önemsemediğini ciddi bir şekilde sorgulamalıdır. Eğer HDP bu sürece daha ilk baştan destek olmuş olsaydı, bugün milyonlarca Kürt çocuğu en azından kendi ana dilinde kitap okuyor olabilecekti. Kısmen verilmiş olan bir haktan yararlanmak, o haktan vazgeçmek anlamına gelmez. Aksine o hakkın hakkıyla elde edilmesinin yolunu açar. Bir oy almak için tüm Kürtlerin kapısını çalan HDP, bugüne kadar Kürt dili için hangi Kürdün kapısını çaldı? 6 milyon seçmen desteği olan HDP, eğer bugün bile samimi davranırsa seçmeli Kürtçe dersi bir iki yıl içinde tüm okullarda verilir ve adım adım ana dilde eğitimin de yolu açılır. HDP’nin, Türkiye’deki tüm TV yayınları arasında en çok TRT-KURDÎ’ye karşı olmasını nasıl açıklayabiliriz?
HDP bilerek veya bilmeyerek, günün şartlarında olmayacak olanı ileri sürüp, imkân dâhilinde olanı bir şekilde yıkıyor. Aksi takdirde, “demokratik özerklik” şiarı ve hendek siyasetiyle belediyelerin Kürtlerin elinden alınmasını, “ana dilde eğitim” şiarıyla Kürtçe seçmeli dersin etkisizleştirilmesini nasıl izah edebiliriz?
Şayet HDP, Kürt meselesinin çözümünü odak noktası olarak alıp bu eksende makul politikalar sürdürseydi, o zaman diğer partiler de bir cüzzamlıdan kaçarcasına HDP’den uzaklaşmazdı. HDP, sanki ana muhalefet partisiymiş ve yarın ilk iktidar değişiminde ülke yönetimi kendi eline geçekmiş gibi hareket ediyor. İktidar olmayı öncelikli hedef olarak önüne koyup hem mevcut iktidarı, hem de iktidar olmaya aday ana muhalefeti karşısına alıyor. HDP tek başına iktidar olamaz. Üstelik iktidar değişse de, yeni gelenler HDP ve Kürtler için daha da kötü olabilir. AK Parti, bu ülkenin huzur ve güvenliği adına muazzam bir siyasi risk üstlenerek zamanında PKK ile görüştü, lâkin Türkiye’nin ana muhalefet partisi bugün bile HDP ile bir arada bulunmak ve aynı karede yer almak istemiyor.
Sözün özü, tek başına iktidar olma şansı olmayan HDP, seçmen kitlesinin realitesini esas alarak siyasette pragmatist bir tutum sergilemeli ve uzlaşmacı bir yol izlemelidir. Önümüzde bir seçim var ve HDP bu seçimlerde anahtar parti konumundadır. O halde HDP, seçmen kitlesinin meşru ve makul taleplerini çok iyi formüle ederek, şimdiden herhangi bir tarafa angaje olmadan, bu meşru ve makul talepleri hayata geçirmeye yakın iktidar adayı blok veya ittifak ile işbirliğine hazır olmalıdır. HDP artık Kürtlere kaybettirmemeli ve milyonlara Kürt oyu boşa gitmemelidir.