Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHTŞ’nin IŞİD’leşmesi ihtimalinin gerçeğe dönüşmesinden korkanlar, gerçeğe dönüşmemesinden korkanlar

HTŞ’nin IŞİD’leşmesi ihtimalinin gerçeğe dönüşmesinden korkanlar, gerçeğe dönüşmemesinden korkanlar

Bu yazının başlığını okur okumaz “Bu ne biçim laf, 10 yıl önceki o korkunç tecrübenin tekrar yaşanmaması kimi, neden mutsuz etsin, korkutsun” diye itiraz edenler ilk bakışta haklı gibi görünebilir. Çünkü gerçekten de kavranması çok zor, hastalıklı bir psikolojiyi ima ediyor başlık. Kim kalkıp da “Evet, ben böyle hissediyorum” der? Doğru, kimse demez, fakat zaten ben de insanın bırakın ifade etmeyi kendi kendine bile itiraf etmekten kaçındığı tekinsiz bir psikolojiden söz ediyorum.

Heyet Tahrir Eş-Şam’ın (HTŞ) Suriye’de IŞİD’vari, Taliban’vari yasakçı, baskıcı bir İslam devleti kurma ihtimalini peşinen reddetmek, onca tecrübeden sonra naiflik sayılmalı. Bu grubun yöneticilerinden gelen karışık mesajlar geleceğin nasıl şekilleneceği hususundaki belirsizliği daha da arttırıyor. (Derdi olgusal gerçeği yansıtmak ve kamuoyunu gerçek bilgilerle donatmak olan ‘iyi’ gazeteciliğe bu tarihsel anda HTŞ’den gelen bütün mesajları çarpıtmadan aktarmak düşüyor. Fakat ne yazık ki böyle olmuyor, birkaç istisna dışında herkes kendi yaklaşımını ‘doğrulayan’ haberlere alan açarken diğerlerini ‘blokluyor.’)

Bu haberlerden birine göre, Esad’ı devirdikten sonra kuracakları düzen konusunda yumuşak mesajlar veren HTŞ lideri Muhammed Colani bir yıl önceye ait bir videosunda, bu vaatlerinin tam tersine, kuracakları düzenin şeriata dayalı olacağını, bu düzende ‘din polisi’ne önemli görevler düşeceğini söylüyormuş. 

Ben bu haberden ilk olarak, Halep ve Şam izlenimleriyle bir ‘iyi’ gazetecilik örneği veren Nevşin Mengü’yü izlerken haberdar oldum. Colani’nin konuşmasının içeriği hakkında değildi söyledikleri, sadece bir düzeltme yapıyordu. Nevşin Mengü’nün ‘düzeltme’sini, “yanlış anlaşılma” kaygısını izale etmeye matuf önceki cümleleriyle birlikte aktarıyorum, ki yaptığı ‘normal’ gazeteciliğin Türkiye vasatında sosyal cesaret de gerektirdiği anlaşılsın:

“Bir yere gittiğimde benim amacım, bismillah burada durum ne, bunu aktarmak… Şunu unutmamak lazım, arkadaşlar bu adamlar iki sene öncesine kadar kafa kesiyordu. Onların haberini veriyoruz, aynı adamlar bunlar yanlış anlamayın. O farkın altını onun için ben de çizmek istiyorum. Yoksa herhalde ben de geri zekâlı değilim. Colani’nin Justin Trudeau olmadığının farkında olmayabilir miyim ben? (…) Kimse keriz değil herhalde, oraya gidip aaa ne güzel cennet kurmuşlar diyecek halimiz yok. Ama iki sene öncesine kadar baya kafa kesen adamların şimdi heykel yıkmaması, kadınlara karışılmayacak diye açıklama yayımlaması falan, bunlar enteresan. Bunları ben bir durum tespiti yapmak için anlatıyorum…”

Bu girişten sonra Mengü, Colani’nin videosuna ve o videonun basındaki yankısına dair konuşmaya başlıyor:

“Bugün Colani’nin bir videosu yayınlanmış. [söyleyeceklerimi] yanlış anlamayın, yanlış tercüme yapılmış. Colani diyor ki, gerçek şer’i yönetim halkla bizim aramıza kimsenin girmemesidir. Bu iş sopayla olmaz. Bu iş diyor, doğru sözü anlatarak olur diyor, mealen söylüyorum. Halkla aramıza girmeye çalışan olursa biz onlara sopa kullanmalıyız, diyor. Ama bunu farklı farklı tercüme ettirmişler. Şimdiye kadar kadınların örtünmesi yönünde bir talimat gelmedi. Gelir mi? Olabilir, bilmiyorum, her şey mümkün. İzleyip göreceğiz, ama dediğim gibi, bunlar bir şey denemeye çalışacaklar belli ki. Olacak mı olmayacak mı?”

Mengü’nün sözünü ettiği çevirilerin nasıl şeyler olduğuna da baktım tabii. Aslında başlıklar her şeyi söylüyordu: “’Kimsenin Suriye’den korkmasına gerek yok’ diyen HTŞ lideri: Şeriat uygulanacak…”, ya da: “HTŞ lideri Colani’nin 2023’teki şeriat konuşması ortaya çıktı: Ahlak polisi olacak…”

Mengü’nün düzeltmeye çalıştığı cümleler de şu surette yer alıyordu haberlerde:

“[Ahlak polisinin işlevini anlatırken] İslam hak dindir, halihazırda güçlüdür. Sadece İslam’a karşı zorlama ile duranlara karşı güç kullanırız. Kendimizi zorla davamızdan uzaklaştırmaya çalışanlara misilleme yaparız ve bu görev bunun için var…” Ya da: “Ahlak polisi, şeriatı uygulayacaktır. Biz, insanları güce değil, şeriata uymaya çağırıyoruz. Davetimize direnirseniz, şiddetin gücü ile karşı karşıya kalırsınız…”

Haberlerde de belirtildiği gibi Colani’nin yayımlanan videosu 2023’te çekilmişti. Peki onun şeriat-şiddet bağlamındaki sözlerinin aslı nasıldı? Bunu da Serbestiyet’teki (13 Aralık) birebir çeviriden öğrendim. Okuyunca anladım ki Mengü “yanlış çeviri” demekte haklıymış, çünkü Colani tam olarak şöyle diyordu tartışmalı bölümde:

“(…) Ancak bazen şeriatı küçültüyor ve sadece ‘mahkeme kapısında bekleyen cellatlar’ ya da ‘elinde sopayla pazarlarda dolaşan davetçiler’ gibi algılıyoruz. Kamu ahlakını denetleyen bir içişleri biriminin olması gerekir, ancak burada öncelikli olan davet olmalıdır, zorbalık değil. Eğer davette zorbalık ön plana çıkıyorsa, bu, hakikati insanlara ulaştırmadaki acizliğimizi gösterir. İslam, kendisi zaten hak dinidir ve güçlüdür. Eğer önümüze bir engel çıkarsa, o zaman [onlara] güçle karşılık veririz. Ancak halkla aramızda bir engel yoksa, sadece daveti kullanmalıyız.”

Başlıkta sorduğum soruya geçmeden önce Colani’nin 2023’teki videosunda yer alan Suudi Arabistan ve IŞİD uygulamalarını eleştirdiği bölümü de aktarmak istiyorum, ayrıca okumayanlar için tümünü Serbestiyet’in haberinden okumalarını tavsiye ediyorum.

Şöyle diyor Colani:

“Kardeşlerim, hisbe (halk arasında bilinen ismiyle ‘ahlak polisi’ – A. G.) konusu biraz hassas bir konu. Bizim kültürel mirasımızda bazı yanlışlar olduğunu düşünüyorum.

“Hisbe konusunu düşündüğümüzde, özellikle Suudi Arabistan’da olan şeyleri veya bazı kişilerin DEAŞ bölgelerinde gördüklerinden etkilendiğini görüyoruz. Bana göre bu yöntemler ne örf ne de şer’i kurallar açısından doğru değildir. (…) Marufu emretmek ve münkerden nehyetmek hala var. Camilerde, gümrük kanunlarında, ticaret düzenlemelerinde ve adalet sisteminde bu anlayış hâlâ mevcut. Ancak mesele daha çok kamu ahlakıyla ilgili, ki bu da hisbenin sadece bir parçasıdır.

“Ama biz, Suudi Arabistan deneyimine bakıp, bu işi tamamen bir ‘Emr-i Bilmaruf ve Nehy-i Anilmünker Kurumu’na indirgemeyi doğru bulmamalıyız. Çünkü bu tarz bir uygulamanın olumsuz sonuçları olmuştur, olumlu sonuçlar doğurmamıştır. DEAŞ’ın yöntemleri zaten çok açıktır.”

Hastalıklı bir psikoloji: Kendi ideolojik çemberinin dışında kalanların problem çözmesinden huzursuz olmak

Artık başlıktaki iddiaya gelebiliriz.

Bu yazının başlığını okur okumaz “Bu ne biçim laf, 10 yıl önceki o korkunç tecrübenin tekrar yaşanmaması kimi, neden mutsuz etsin, korkutsun” diye itiraz edenler ilk bakışta haklı gibi görünebilir. Çünkü gerçekten de kavranması çok zor, hastalıklı bir psikolojiyi ima ediyor başlık. Kim kalkıp da “Evet, ben böyle hissediyorum” der? Doğru, kimse demez, fakat zaten ben de insanın bırakın ifade etmeyi kendi kendine bile itiraf etmekten kaçındığı tekinsiz bir psikolojiden söz ediyorum.

Bu tuhaf psikolojiye kaynaklık eden şey, esneme kabiliyetini yitirmiş katı ideolojik aidiyetler, fakat orada da mertebeler var: Bütün sorunları çözme yeteneğine sahip bir ideolojiniz olduğuna inanabilirsiniz; sorunlu bir pozisyon olsa da bu sizi tarif ettiğim psikolojiye mahkûm kılmaz. Fakat bununla yetinmeyip, işi bütün sorunları çözebilecek yegâne ideolojinin sizin ideolojiniz olduğu noktasına varırsanız işte o zaman kendi ideolojik çemberinizin dışında kalanların (da) sorun çözücü olabileceğini kabul etmeniz imkânsızlaşır – hele ki söz konusu olan en sert karşıtınızsa ve hele ki sosyal statü olarak onları kendinizden aşağı görüyorsanız… Bunu reddetmek zorundasınız, aksi durumda katı ideolojinizin temel kabulünü kendi ellerinizle berhava etmiş olursunuz. (Bir tevafuk: Bu yazıyı yazarken okuduğum Suriye konulu bir köşe yazısının başlığı şöyleydi: “Çözüm Atatürk’ün aydınlattığı yoldur”, Fikret Bila, Halk TV, 13 Aralık).

Mutlaklaştırdığınız ideolojiniz çemberin dışında kalanları ayrı ayrı çekmecelere yerleştirir ve sizi birilerinin o çekmecelerin dışına çıkma ihtimalini düşünmekten men eder. Bu da sizi kendi ideolojik çemberinizin dışında kalanların başarısızlığından mutluluk duymaya, başarısından korkmaya sürükler; sonuç birçok insanın felaketi anlamına gelecek olsa da…

Bu yazıyı bir rezervle bitireyim: Buraya kadar yazdıklarımdan HTŞ’nin IŞİD’leşmesinin ihtimal dahilinde olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Gerçi evet, Suriye ne Irak ne Afganistan; yüzyıllar boyunca çok kültürlü çok dinli bir geçmişi tecrübe etmiş, son döneminde de seküler değerlerle barışık bir hayat sürmüş şehirleri olsa da, onca tecrübeden sonra bu ihtimali “laik hezeyan” diye dışlamak düpedüz naiflik olur. Ben de HTŞ’nin IŞİD’leşmesini ihtimal dahilinde gören ve bundan endişe duyanlar arasındayım, fakat bu yazıda eleştirdiklerimden farkım şurada: Ben endişesinin gerçeğe dönüşmesinden korkanlar arasındayım, onlar ise endişesinin gerçeğe dönüşmemesinden korkanlar arasında yer alıyor.

- Advertisment -