Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIİsrail, nasıl müttefiki Arap devletleri için de bir tehdit haline geldi?

İsrail, nasıl müttefiki Arap devletleri için de bir tehdit haline geldi?

Körfez ülkeleri açısından İsrail ile normalleşme adımları aynı zamanda mega projelerle toplumsal refahın artırılması, rejimlere tehdit oluşturan toplumsal muhalefetin azaltılması, dış yatırımın artırılması ve İran tehdidine karşı bir denge olarak tanımlanmaktaydı. Ancak Gazze Savaşı Yemen’i savaşın içerisine çekerek Kızıl Deniz’deki ticareti riskini artırdı. Her ne kadar Körfez ülkeleri, Ürdün ve Mısır halk gösterilerini yasaklasa da zamanla muhalefetin önüne geçmek zor olabilir. İran’ın savaşa çekilmesi bölgesel istikrarı bozdu. Ve tabii İsrail’le normalleşmeyle bağımsız bir Filistin devletinin kurulacağını öngören Arap devletleri yanıldı.

İsrail’in 7 Ekim 2023’de geniş kapsamlı işgal ve askeri operasyonları sonucu Gazze’de büyük çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu resmî 40 bine yakın kişi hedef gözetilerek öldürüldü.  Ancak dünyanın önde gelen tıp dergilerinden Lancet, Gazze’deki ölü sayısının 180 bine ulaşabileceğini ifade eden çalışmasını Gazze Sağlık Bakanlığı tarafından bildirilen ve bağımsız analizlerle desteklenen verilere dayandırdı. Saldırılar sonucu binlerce kişi yaralanırken yaklaşık 1.5 milyon insan da zorunlu göçe tabi oldu. Bu, Filistinliler için Nekbe (Büyük Felaket) olayından sonra yaşanmış en büyük göç hareketi olarak tanımlanmaktadır. Nekbe’den sonra Arap devletleri ve halkları günümüze kadar süren bir istikrarsızlığın içine sürüklendi. Dolayısıyla Gazze Savaşı sonrası da Arap devletleri ve halklarını bekleyen büyük bir istikrarsızlığın yaşanabileceğine dikkat çekmek gerekir. En önemlisi de İsrail’e çok yakın duran Suudi Arabistan, BEA, Ürdün ve Mısır gibi devletlerin halklarıyla yaşayacağı güven bunalımının toplumsal hareketlere yol açma ihtimalidir.

İsrail ile Normalleşme: Arap Devletlerinin Güvenlik Arayışı

Arap-İsrail uzlaşmazlığını sonlandırma ve İsrail’in bir devlet olarak tanınması yönünde önemli bir adım olarak tanımlanan İbrahim Anlaşmaları, İsrail ile Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında 15 Eylül 2020’de imzalandı. Anlaşmaların bir parçası olarak hem Birleşik Arap Emirlikleri hem de Bahreyn, İsrail’in bir devlet olarak egemenliğini tanıdı ve diplomatik ilişkiler kuruldu. İbrahim Anlaşması’nın imzalandığı günlerde hem Suudi Arabistan hem de diğer Arap ülkeleri İsrail ile barış anlaşması imzalamak için görüşmeleri sürdürmekteydi.

Ancak Gazze Savaşı, Ortadoğu’nun geleneksel Arap monarşileri ve özellikle Mısır ile İsrail arasında başlayan normalleşme girişimlerine ciddi bir darbe vurdu. 2020’de İbrahim Anlaşmaları kapsamında İsrail ile ekonomik, toplumsal ve diplomatik ilişkiler kurmaya başlayan Arap ülkelerinin amaçları arasında İran tehdidini dengelemek, ekonomiyi çeşitlendirmek, dış yatırımcıları ülkelerine çekmek ve uzun vadede de İsrail’i bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasına ikna etmekti. Normalleşme ile birlikte artan toplumsal  refahın ve zenginliğin Ortadoğu’daki gerginliği azaltacağı ve Arap Baharı gibi yeni bir halk ayaklanmasının önüne geçileceği ifade edilmekteydi. Dolayısıyla Arap ülkeleri kendi rejimlerine bir tehdit olarak tanımladıkları radikalizm, yoksulluk, teknoloji transferi ve İran yayılmacılığı karşısında İsrail’i önemli bir partner olarak tanımladılar. Özellikle uluslararası finans dünyasında İsrail desteği ile ilan ettikleri birçok mega projeye dış finansman sağlamanın ötesinde ABD ve Batı dünyasının da karşılıklı bağımlılık ilişkileri sayesinde rejimlerinin güvenliklerini daha güçlü bir şekilde sağlayacaklarını hesapladılar.

Ancak Gazze Savaşı ile birlikte bir kez daha ortaya çıkan İsrail saldırganlığı Arap ülkelerini büyük bir çıkmazın içerisine sürüklemiştir. Güvenilir ortak olarak tanımlanan İsrail, Gazze’deki soykırım politikaları, İran’ı savaşa çekme adımları ve istikrarsızlığı Yemen’den Tahran’a kadar geniş bir bölgeye yaymasından sonra, Arap rejimleri açısından güvenilir bir ortak olmaktan çıkmış; bizatihi tehdidin kendisi olmaya başlamıştır.

İsrail’in Arap Güvenlik Çıkarlarına Yönelttiği Tehditler

Gazze Savaşı bir kez daha İsrail’in Ortadoğu’daki istikrarı tehdit eden ülkelerin başında geldiğini göstermiştir. Özellikle İsrail’in Gazze’yi işgali, Lübnan’a saldırıları ve suikastları, İran’ı bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlayan Arap ülkelerini, bu kez hem İsrail’in hem de İran’ın Arap ülkeleri ve halklarına bir tehdit haline dönüşmeye başladığını düşünmeye sevk etmiştir. Bu kapsamda ana başlıklar altında İsrail’in nasıl bir tehdit aktörü olduğunu irdelemekte fayda vardır;

-Körfez ülkeleri açısından İsrail ile normalleşme adımları aynı zamanda mega projelerle toplumsal refahın artırılması, rejimlere tehdit oluşturan toplumsal muhalefetin azaltılması, dış yatırımın artırılması ve İran tehdidine karşı bir denge olarak tanımlanmaktaydı.

Ancak Gazze Savaşı sonra İsrail bir yandan Yemen’i savaşın içerisine çekerek Kızıl Deniz’deki ticareti risk altına koymuş diğer yandan da dış yatırımcıların bölgeye olan ilgisini sonlandırmıştır. Dolayısıyla ilan edilen bir çok mega projeye dış yatırımcı ilgisi azalmıştır.

-Öte yandan İsrail’in Gazze’de uyguladığı insanlık dışı şiddet tüm Dünya’da olduğu gibi Arap kamuoyunda da büyük bir tepki ve protestolara yol açmıştır. Her ne kadar Körfez ülkelerinin yanında Ürdün ve Mısır’da halk gösterilerine yasaklamalar getirmişse de toplumsal muhalefetin önüne geçmek zamanla daha da zor olabilir. Bu durum bölgede yeni halk ayaklanmalarının yaşanmasına yol açabilir. Dolayısıyla İsrail saldırganlığı Arap ülkeleri açısında bir rejim güvenliği sorununa dönüşmeye başlamıştır.

-İran ve bölgesel milis kuvvetlerinin savaşın içerisine çekilmesi bölgesel istikrar arayışında olan Arap ülkelerini tedirgin etmiştir. İsrail’i bölgesel istikrar ve güvenliğin bir aktörü olarak tanımlamaya başlayan Arap ülkeleri, son saldırılardan sonra İsrail’i, savaşı bölgeselleştirme aktörü olarak görmeye başladılar.

-Arap ülkeleri, İsrail ile diplomatik görüşmeler ve tüm alanlarda normalleşenin sağlanmasıyla birlikte sınırları belli olan bağımsız bir Filistin Devletinin kurulacağını öngörmekteydi. Böylelikle de Ortadoğu’da bölgesel barışın sağlanacağı tahayyül edilmekteydi. Ancak Gazze Saldırıları bir kez daha gösterdi ki İsrail’in Fırat’tan Nil’e kadar olan “Vadedilmiş Topraklar” üzerinde büyük İsrail Devletini kurma projesinden vazgeçmedi Dolayısıyla bu amaç, birçok Arap ülkesinin de zamanla İsrail’in hedefi olacağına işaret etmektedir. Kant’ın 1795’te kaleme aldığı Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme’de belirttiği üzere “içinde yeni bir savaş nedeni saklayan hiçbir uluslararası antlaşmanın barışı sağlamayacağı” fazlasıyla tecrübe edilmiştir. Sınırları ve hedefi muğlak olan (aslında kendileri için vaadedilmiş muayyen toprak) İsrail’in İbrahim Anlaşmaları başta olmak üzere yaptığı antlaşmaların tamamında bir savaş nedenini gizlediğini kurulduğu günden beri yaptığı icraatlarıyla ortaya koymuştur. 

Sonuç olarak Gazze Savaşı bir kez daha İsrail’deki aşırı radikal sağ hükümetinin güvenilir bir ortak olmadığını, Vadedilmiş Topraklarda Büyük İsrail projesinden vazgeçmediğini ve Arap halklarının yaşam hakkı ve iki Devletli bir çözüme diplomasi ile ulaşmanın gerçekçi olmadığını göstermiştir. Daha ötesinde İsrail hükümeti, izlediği politikalarla Arap rejimlerini iç ve dış tehditlere daha açık hale getirmiştir. 

- Advertisment -