İstanbul Erkek Lisesi ve olaylar: Tarafımız hangisi?

İstanbul Erkek Lisesi mezunlarından psikiyatri asistanı Dr. Mehmet Zahit Şerefoğlu, lisede son yaşanan olayların arka planını Serbestiyet için yazdı: İstanbul Erkek Lisesi’nde akran zorbalığı, baskı, taciz, şiddet olaylarının arka planında Hiyerarşi denen bir yapı / işleyiş var. Bu yapının çekirdek grubunun başında ise bir mezun kliği ve temsilcisi bulunuyor. Elinde sigara ve tabancayla havaya ateş ederken çekilmiş videosu dolaşıma giren bu temsilci, Hiyerarşi’nin baskısı yüzünden bir öğrenci aşırı doz ilaç alımı yaptığında gelip öğrenciyi hastaneye götürüp, konuyu örtbas etmekten, son taciz listesi ve darp krizini yönetmeye kadar okuldaki bütün olayları yönlendiriyor. Okul yönetiminin de bu Hiyerarşi yapısı ve başındaki mezun kliği üzerinde otoritesi yok. Bir şiddet olayına öğretmen müdahale etmek isteyince öğrenciler kolundan tutup “Hocam herkes işine baksın!” deyip öğretmeni sınıftan uzaklaştırabiliyorlar. Büyük bir çoğunluk, bu yapıdan ve işleyişinden haberdar değil. İstanbul Erkek Lisesi'ndeki olayları bu kurumun ve öğrencilerinin bir yardım çığlığı olarak okumak gerekir.

              Geçtiğimiz eğitim yılında, Hiyerarşi’nin çekirdek grubu mensubu bir on ikinci sınıf öğrencisi, bir yatakhane odasında aynı gruba mensup on birinci sınıf öğrencileri tarafından ağır şekilde dövülüyor. Sebep: Hiyerarşi’nin ‘ilişki yasaklarını’ ihlal edecek biriyle sevgili olmak… Bu yasağa göre öğrenciler yalnızca kendi dönemleri, bir alt ve bir üst dönemlerindeki öğrencilerle sevgili olabilirler.

              Alt dönem kız öğrenci kendi çevresinde dışlanıyor; üst dönem erkek öğrencinin de ceza aldığını düşünüyor fakat öğretmenler gününde üst dönem erkek öğrenciyi seremoninin merkezinde görünce isyan ediyor: “Beni mahvettiniz, bu adam hâlâ okul yönetiyor!”

              Bu arada yatakhanede olan bir öğrenci şöyle aktarıyor: “Sesler duydum, gitmek istedim. Karşıma biri çıktı: ‘Bu adam biraz dövülecek!’ dedi. Odama dönmemi istedi, kapıyı kapattı.” Dövmenin ‘ayarı kaçıyor’. Olay disipline gidiyor. Yine falan mezun ertesi sabah okulda, idareyle görüşmeler yapıyor. Sonuç: öğrenciler tatil günlerine denk gelen göstermelik bir uzaklaştırma cezası alıyorlar. Ne şiş yanıyor ne de kebap!

              Burada dikkatimizi şu çekiyor: Bu şiddet eylemini gerçekleştiren öğrencilerin duygusal bir motivasyonları görünmüyor. Kendilerine kurallar hatırlatılınca ‘kuralları uygulamak, Hiyerarşi’nin gereğini yerine getirmek’ motivasyonuyla kendilerinden yaşça büyük bir yatılı öğrenciyi dahi fiziksel şiddetle cezalandırıyorlar. Böylece yatakhanede düzeni herhangi bir şekilde bozabilecek öğrencilere de bir gözdağı veriliyor.

              İstanbul Erkek Lisesi’nde (İEL) yaşanan bazı gelişmeler kısa sürede ülke gündemine taşındı ve manşetlerde yer aldı. Olaylar henüz idari ve adli soruşturma aşamasındayken, hangi bilgilerin doğrulanmış, hangilerinin ise iddia düzeyinde olduğunu tespit etmek zorken; meselelerin iki öğrenci grubunu da doğrudan hedef gösteren bir dille tartışılması, bu gençlerin ilerleyen süreçte topluma yeniden kazandırılmasını daha da güçleştirme riski taşıyor. Öte yandan, olayların kamuoyuna yansımış olması, “Burada neler oluyor?” sorusuna cevap arayan kamuoyunu bilgilendirme sorumluluğunu da beraberinde getiriyor. Bu nedenle, ortaya çıkan tabloyu doğru değerlendirebilmek için, olayları içeriden bilen ve bu lisenin ikliminden geçmiş kişilerin görüşlerine de başvurmak önem taşıyor.

              Hadiselerin kamuoyuna yansıtılış biçimi, bizi adeta bir taraf seçmeye itiyor. Bir yanda, kız öğrencilere yönelik saldırgan ve cinsel içerikli konuşmalar yaptıkları iddia edilen dokuzuncu sınıf öğrencileri; diğer yanda ise bu öğrencileri birden fazla kez darp ettikleri ve kesici aletlerle tehdit ederek hesaba çektikleri iddia edilen on birinci sınıf öğrencileri var. Bu tabloda kim mağdur, kim haklı? İki taraflı bu anlatı, kimi zaman “Zorbanın hakkından ancak zorba gelir!” şeklinde bir düşünceyi meşrulaştırıyormuş gibi görünüyor; kimi zaman da “Olur mu canım, cezayı da öğrenci mi kesecek?” diye düşünmeye sevk ediyor.

              Peki ya her iki öğrenci grubu da aynı hikâyenin neticesi, aynı dünyanın çıktısı; bir bakıma da mağduruysa?

              İstanbul Erkek Lisesi’nde huzur ve güvenin zedelenmesi aslında yalnızca son döneme özgü bir durum değil. İELİM (İstanbul Erkek Liseli Mezunlar Derneği) çatısı altında bu meseleyle uzun süredir yakından ilgilenen bir mezun grubu olarak, aylardır okulumuzda geçmişte görev yapmış veya hâlen görev yapmakta olan öğretmenlerimizle, farklı dönemlerden mezunlarımızla ve şu anda okulda öğrenimine devam eden öğrencilerle görüşmeler gerçekleştiriyoruz. Elbette, tek bir yazı ya da tek bir konuşma ile meselenin tüm boyutlarını kavramak mümkün değil; ancak bu görüşmeler çerçevesinde oluşan değerlendirmeyi paylaşmanın, konuyu daha sağlıklı ve yapıcı bir zeminde ele almak için bir başlangıç olabileceğini düşünüyoruz. Bu lisede okumuş, bu kurumun eğitim tarihimizdeki yerine ve gelecekte de taşıyacağı değere inanan mezunlar olarak, yaşananları dikkatle değerlendirme sorumluluğu hissediyoruz.

              OLAYLARIN BAĞLAMI: YATAKHANE DÜNYASINI ANLAMAK

              Öncelikle şu noktayı belirtmekte fayda var: Bu olayda -ve aslında son yıllarda gündeme gelen pek çok benzer olayda- özne konumunda olan öğrenciler yatılı öğrenciler, daha spesifik olarak erkek yatılı öğrenciler. Okulda huzur ve güveni zedeleyen neredeyse her vakanın doğrudan yatakhane ile ilişkilendirilmesi de bunu doğruluyor. Dolayısıyla yatılı olmayı ve İstanbul Erkek Lisesi’ne özgü yatılılık kültürünü anlamadan bu hadiseleri doğru şekilde değerlendirmek mümkün değil.

              Yatılılık psikolojisi üzerine Türkçe literatürde yapılan çalışmalar oldukça sınırlı. Şükran İlimsever Başarır’ın editörlüğünü yaptığı Yatılı (Okulda) Büyüme bu alanda önemli bir başvuru kaynağı (1). Mehmet Ali Akyurt’un Nihayet dergisinde yayımlanan Yatakhanenin Çocuğu Olmak yahut Yatakhane Acı Vatan başlıklı yazısı (yazar İEL 2001 mezunudur), yatılılık deneyimine dair derli toplu bir çerçeve sunarken aynı zamanda Tanıl Bora’nın Kebikeç’te yayımlanan İstanbul Erkek Lisesi ve Bizim Sınıf isimli yazısına da göndermeler içeriyor (yazar İEL 1980 mezunudur) (2,3). 2021 yapımı Okul Tıraşı filmi de yatılılık hâlini hissederek anlamak isteyenler için dikkat çekici bir anlatı sunuyor.

              Yatılı okul kültürünün en belirgin olduğu ülke olan İngiltere’de bile bu konu psikoloji literatüründe yakın zamanlara kadar yeterince ele alınmamıştı. Oysa yatılılık, ülkenin yönetici sınıfını ve toplumsal yapısını şekillendiren; hatta yalnızca İngiltere ile sınırlı kalmayıp sömürge coğrafyalarındaki elit sınıfları ve dolayısıyla sömürge toplumlarını etkileyen güçlü bir kültürel deneyimdir. Harry Potter’ın Hogwarts’ı ya da Her Çocuk Özeldir (Like Stars on Earth) filmindeki Ishaan karakteri bu kültürün popüler örnekleri olarak akla geliyor. Konunun sorunlu yönleri ise bazı İngiliz psikologları Boarding School Syndrome (Yatılı Okul Sendromu) adlı bir kavram geliştirmeye ve Boarding School Survivors (Yatılı Okulzedeler) adlı bir destek grubu oluşturmaya kadar götürmüştür (4,5).

              Bu yazının kısıtlı bağlamında verilen bu örneklerden bile anlaşılabilir ki; yatılılık kendine özgü psikolojik sınamalar barındırır. Yatakhane kapısından içeri adım atıldığı andan itibaren aile ve dış dünya duvarın ötesinde kalır; öğrenci için yeni, kapalı ve yoğun bir yaşam dünyası kurulmaya başlanır. Bu ‘yeni dünya’, her okulda farklı biçimlerde ortaya çıkar. İstanbul Erkek Lisesi’nin bugünkü yatılılık pratiği ise kendine özgü bazı yapısal sorunları da beraberinde getirmektedir.

              YATAKHANENİN GAYRİRESMİ REJİMİ: “HİYERARŞİ”

              Aileniz tarafından özenle yetiştirildiniz; sizin ve belki ailenizin hayallerini süsleyen ortak hedefe ulaştınız: İstanbul Erkek Lisesi. Yoğun bir emek verdiniz, sınavda başarılı oldunuz ve o parıltılı ‘başarılı çocuk’ payesine kavuşarak artık bir ‘İEL’li’ oldunuz. Aileniz gururlu, yaz mevsimi sizin için bambaşka geçiyor. Siz çevrenizin umudu, muzaffer evladısınız. Ancak küçük bir ayrıntı var: Bu okulda okumak, her gün anne-babayı görme imkanından vazgeçmeyi gerektiriyor. Ayrılık günündeki tedirginlik, ikilemler, son el sallayış ve ardından yatakhaneye merhaba…

              Bu noktadan sonra öğrenciyi İEL yatakhanesinde gayriresmi bir işleyiş bekler: “Hiyerarşi”. Bu kavram; kelimenin kendi anlamının ötesinde, öğrenciler arasında belirli bir gayriresmi kurallar bütününü, alt dönemlerden üst dönemlere ve oradan bazı mezunlara ulaşan dikey bir güç ilişkisini ifade eden bir özel isimdir. Klasik alt dönem–üst dönem ilişkisinin ötesine geçen bu yapı, son 10–15 yıldır özellikle sınırlı bir mezun çevresi tarafından kurgulanmış, ardından da sürekliliği sağlanmak üzere sıkı biçimde takip edilmiş bir sistem olarak dikkat çekiyor.

              Yatılı öğrenci, ilk günlerde 10. sınıf ‘ağabeyler’ tarafından toplanır ve “Hiyerarşi’nin kuralları” ciddiyetle dikte edilir. Bir mezunun ifadeleri durumu özetler niteliktedir: “İlk günlerde herkesin ismini ezberlemeye çalışmak ve sorulduğunda bilemeyince ceza almak sanırım Hiyerarşi’nin nadir ‘iyi’ yanlarından biriydi.” İlerleyen haftalarda onuncu sınıfların hayal gücüne göre şekillenen uygulamalarla hazırlık öğrencileri bu kapalı ve psikolojik sınamalarla dolu dünyaya adım atarlar. Kimi gece yarısı aniden uyandırılır ve birbirine koşturulup çarpıştırılır; kimi, “atmayana ben gelip atacağım” tehdidi altında arkadaşına tokat atmak zorunda bırakılır; kimi de toplu bir mekânda ‘absürt’ sesler çıkarmaya zorlanır. Ağabeyler bu esnada ayak ayak üstüne atıp izlerler. Bu seremoniler, üst dönem için ‘rüştün ilanı’, hazırlık öğrencileri içinse onur, benlik ve başkalarına saygının ilk yaralarıdır.

              Bu şok döneminde hazırlık öğrencisinin kulağında ilk toplantılarda verilen o talimat çınlar:

“Hiyerarşi’nin üç kuralı vardır:
1) Yatakhanede olan yatakhanede kalır.
2) Yatakhanede olan yatakhanede kalır.
3) Yatakhanede olan yatakhanede kalır.”

              İlk yılların en büyük korkusu ise “Hiyerarşi’den atılmak”tır: Yani kimsenin selam vermemesi, kişinin adeta yok sayılması; yeni kurulan bu dünyanın bir anda başına yıkılması… Dolayısıyla bu kültüre uyum sağlamak için mutlak itaat şarttır. Anne babayı aramak, yaşananları aktarmak zayıflık olarak görülür. Ayrıca şu duygu baskındır: “Buraya gelebilmek için çok çabaladım; dayanmalıyım.” Ve bir umut vardır: “Bir gün ben de ağabey olacağım.”

              Zaman zaman ailelerin kulağına bazı şeyler gider, dilekçeler yazılır; ancak çeşitli müdahalelerle dilekçelerin geri çekildiği yahut işleme konmadığı, ailelerin olan bitenin ‘normal’ olduğuna ikna edildiği durumlar yaşanır.

              Bu dünyada ağabey kural koyar, ceza verir, ödüllendirir. “Ağabey sever de döver de.” Taze İEL’liyi ve dünyasını, kısaca bu okulu ağabeyler yönetir. Bu nedenle şu kodlar kısa sürede içselleştirilir: “Ağabey gibi olmalıyım, ağabeyimin dediğini yapmalıyım.”

              Elbette her öğrenci bu yapıya aynı düzeyde dahil olmaz. Hiyerarşi’nin merkezinde olmak ‘alfa’ olmayı, sertliği, karizmayı ve yer yer “öğretmene ve idareye ayar vermeyi” gerektirir. Bir mezunun ifadesiyle bu öğrenciler “ne efendilikleriyle ne başarılarıyla tanınan; tuvalette sigara içen, sabahtan akşama okulun magazinel yönüyle uğraşan ve okulu yönetmeyi isteyen” bir kitleyi oluşturur. Kimi öğretmenlere göre bu grup öğrenciler “oturuş kalkışlarıyla, davranışlarıyla kriminalize olmuş karakterler” haline gelirler. Okulun çeşitli ‘koltukları’ da çoğu zaman bu grup tarafından doldurulur. Okulun belli başlı kulüplerinde / organizasyonlarında söz sahibi olmak yahut başkanlık etmek bu grubun ödülüdür. Bu öğrenci grubunu bu yazıda ‘çekirdek grup’ olarak ifade edeceğiz.

               Bu ‘kültür’ün nasıl bir karakter profili idealize ettiğini anlamak için bazı erkek yatılı öğrenciler tarafından okulda açık alanlarda okunan şu marş dikkat çekicidir (büyük ihtimalle Hiyerarşi’yi kuran çevre tarafından üretilmiştir) :

“Ne ÖSS, ne manita, ne de Abitur[1]!
Yatılı, kırman, abaza, psikopat, sersefil, cenabetiz biz!
Yatılıyız biz, kırmanız, mutluyuz!”

              Hiyerarşi’nin bir diğer unsuru ‘yıllanmanın getirdiği ayrıcalıklar’dır. Örneğin hazırlık yılında sigara ve alkol ‘yasak’ görülürken, bir mezunun aktardığına göre lise birin sonuna doğru yatakhanedeki tüm dönem ‘ağabeyler’ tarafından içmeye götürülür. Rüştü veren yine ağabeydir.

              Alt dönem, farklı sebeplerle ağabeyleri tarafından cezalandırılabilir. Bu ceza kimi zaman çarşı yasağı; kimi zaman bağırış, aşağılama ve küfür; kimi zaman fiziksel şiddet; kimi zamansa “Hiyerarşi’den atılmak”tır. Altın kural, hiçbir şeyin ailelere, ‘dışarıya’ yansımaması, “yatakhanede olanın yatakhanede kalması”dır.

              “HİYERARŞİ”NİN SESSİZ CEPHESİ: KIZLAR DÜNYASINDA BASKI VE AİTLİK

              Hiyerarşi olarak adlandırılan sistem, kız yatakhanesinde erkek yatakhanesindeki kadar sert ve görünür biçimde ortaya çıkmaz; belki de bunun nedeni, sistemi sıkı biçimde takip eden mezun ağının burada daha sınırlı olmasıdır. Ancak yine de belirli kurallar koyan, davranış biçimleri üreten ve yatılı öğrencilerin gündelik hayatını şekillendiren bir yapı mevcuttur. Buradaki çekirdek grup, fiziksel şiddetten ziyade sözlü ve psikolojik baskı üzerinden işleyen bir Hiyerarşi kurar.

              Kız yatakhanesine dair tanıklıkların yer aldığı Çatı Serbest adlı podcast’in Mayıs 2020 tarihli ilk bölümü bu açıdan önemli ipuçları içeriyor (6). Hiyerarşi’den geçen bazı mezunlar, İstanbul Erkek Lisesi’nde “akran zorbalığı, baskı, taciz, şiddet” gibi süreçlerin nasıl yaşandığını ve bununla nasıl baş etmeye çalıştıklarını anlatıyorlar. Aradan beş yıl geçmesine rağmen benzer kavramların bugün yeniden gündeme gelmesi dikkat çekici.

              Konuşmacılardan biri, yatılı bir kız öğrenci olarak yaşadıklarını aktarırken, “kabul edilmeyen bir karakter olmaktan, acımasız ve sert bir karaktere dönüşme” sürecini tarif ediyor. İki yıl boyunca zorbalığa uğradığını, ardından “kabul edilme ihtiyacıyla aynı davranışları alt dönemlere yansıttığını” ifade ediyor. Bu nedenle hem zorbalığa uğrayan hem zorbalık yapan biri olarak “aynı düzenin iki farklı açıdan mağduru” olduğunu vurguluyor.

              Başka bir konuşmacı ise okula ilk adım attığında “sisteme uymazsa başına gelebilecek kötü şeylerin açıkça söylendiğini” anlatıyor. Sivrildiği veya öne çıktığı durumlarda “korkutucu on ikinci sınıflar tarafından uyarıldığını” belirtiyor. Bu deneyimler, kız yatılı öğrencilerin de kendi içlerinde bir güç düzeniyle karşı karşıya kaldıklarını gösteriyor.

              Zaman zaman erkek Hiyerarşi’sinin kız yatakhanesi üzerinde de doğrudan etkisi olduğunu fark ediyoruz. Bir konuşmacının aktardığı “ağabeylerimiz dediğimiz erkeklerin, biz yatılı kızları toplayarak ‘fıtratları gereği bize baktıkları’ için tayt giymemizi yasaklamaları” anısı, Hiyerarşi ağabeylerinin kız öğrencilerin kıyafetleri konusunda da kendilerinde müdahale hakkı gördüklerini gösteriyor.

              Bazı tanıklıklar, okul kulüplerinde söz sahibi olmanın çoğu zaman ‘erkekleşme’ beklentisi yarattığını ve ‘alfa’ davranış biçimlerinin burada da bir tür kabul kriterine dönüştüğünü ortaya koyuyor. Başka bir anlatıda ise hazırlık sınıfının sonunda öğrencinin ailesine “Beni buradan alın, kendimi hapishanede gibi hissediyorum!” çağrısında bulunduğu aktarılıyor.

              Bazı kız öğrenciler bu yapıya minimum düzeyde maruz kalırken, bazıları Hiyerarşi’nin yeniden üretilmesinde aktif rol oynuyorlar. Bu spektrumun neresinde yer alırsa alsın, bütün öğrencilerin huzurunda okunan ‘kırman, abaza, psikopat, cenabet’ içerikli erkek Hiyerarşi marşının, kız öğrencilerde nasıl bir tedirginlik yarattığını tahmin etmek zor değil.

              Bu tablo, kız yatakhanesinde fiziksel şiddetin daha az görülmesiyle birlikte; psikolojik baskı, kabul görme arzusu, dışlanma korkusu ve güç ilişkilerinin belirleyici olduğu bir düzenin varlığına işaret ediyor.

              GAYRİRESMİ GÜÇ AĞLARI: OKUL İKLİMİNE MEZUN MÜDAHALESİ

              Yatakhanede son 10–15 yıldır yerleşmiş olan bu kültürün, yalnızca öğrencilerin kendi iç dinamikleriyle sınırlı olmadığı; aksine, bunu dışarıdan besleyen dar bir mezun grubunun da bu yapının sürdürülmesinde belirleyici bir rol oynadığı görülüyor.

              Mezunların okullarıyla bağlarını sürdürmek istemeleri doğal ve anlaşılır bir durum. Ancak bahsedeceğimiz bu tabloda, bu bağın, sağlıklı bir ayrışmanın tam olarak gerçekleşemediği bir hâle evrildiği; mezunların zihinsel ve duygusal hatta zaman zaman fiziksel olarak hâlâ ‘okulda yaşıyor’ oldukları izlenimini veriyor. Bu durumun; gençlik dönemlerinde eksik ya da yarım kaldığını düşündükleri bazı deneyim ve ilişkileri telafi etme arzusuyla bağlantılı olabileceği gibi, geçmişte hayal edilmiş ancak yaşanamamış gençlik pratiklerini yeniden kurma ya da koordine etme isteğiyle de ilgili olabileceği ihtimal dâhilindedir.

              Bu yazıda ‘mezun kliği’ olarak anacağımız bu grubun, öğrenciler üzerinde tesis ettikleri gayriresmi otoriteyi koruyabilmek için, Hiyerarşi yapısının devamlılığını yakından izledikleri görülüyor. Halihazırdaki öğrencilerle kurdukları ilişkiler, bu noktada mentörlük ve yol göstericiliğin ötesine geçerek, onları kendi arzuları doğrultusunda yönlendirme ve kontrol etme eğilimine dönüşüyor. Bu klik içinde özellikle bir mezun, öğrencilerle kurduğu düzenli temas ve belirgin biçimde yönlendirici tutumlarıyla öne çıkıyor. Burada ‘falan mezun’ olarak anacağımız bu kişinin, Hiyerarşi yapısının adeta fiilî işletmecisi konumunda olduğu dikkat çekiyor.

              Genç bir mezunun “lise sıralarındayken bu ağabey herhalde Hiyerarşi’nin en başı diye düşündüm” sözleri, falan mezunun öğrencilerin gözündeki konumunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Bu kişi, yatakhanenin gündelik akışında öğrencilerle temas hâlinde kalmakla yetinmiyor; özellikle ‘olay zamanlarında’ aktif biçimde devreye girerek öğrencilere yönlendirici mesajlar iletiyor. Hiyerarşi’nin çekirdek grubu da büyük ölçüde bu mezunla yakın ilişki kuran öğrencilerden oluşuyor. Böylece Hiyerarşi, okul içinde başlayıp biten bir akran zorbalığı yapısı olmaktan çıkıyor; bir mezun ağınca aktif yönlendirilen yarı-organize bir öğrenci hareketliliğine dönüşüyor.

              Birkaç yıl önce elinde sigara ve tabancayla havaya ateş ederken çekilmiş videosunun dolaşıma girdiği falan mezunun, okuldaki Hiyerarşi yapılanmasına eleştirel yaklaşan bir öğrenciye “Bu okulda bensiz rüya görülmez, görülen de hayra yorulmaz!” dediği anlatısı, söz konusu kişinin kendisine atfettiği nüfuzu yansıtıyor. Buna karşın mezunlara ve velilere karşı nazik, “sevgili ağabeylerim ablalarım” üslubuyla ilerleyen bir dil kullanması, iki ayrı imajın aynı anda inşa edildiğini düşündürüyor. Falan mezunun ve mezun kliğinin temel işlevlerinden biri, ‘camia’ ve ‘gelenek’ kavramlarını bilinçli biçimde Hiyerarşi ile ilişkilendirerek öğrencilere ‘Bu yapı okulun ezelî geleneğidir; ne kadar bu çevreye yakın olursanız o kadar İEL’li olursunuz.’ mesajı vermek. Bu etkiyi güçlendirmek için mezun camiasıyla öğrenciler arasında bir ‘kapı’ olarak görünmek ve bazı ekonomik desteklerde aracılık yapmak da önem taşıyor.

              Falan mezunun yönetiminde bulunduğu mezun kuruluşunun bir üyesi, “Lise kendisinde takıntı mı oldu, yoksa birilerine mi çalışıyor bilmiyorum; bu adamın okulda reislik oynamasından ben de rahatsızım.” diyerek duruma dair soru işaretlerini dile getiriyor. Bu mezun kuruluşunun okul öğrencileriyle kurduğu neredeyse tüm temaslarda falan mezunfotoğraflarda yerini alıyor. Kuruluşun bir yetkilisine bu kişinin yürüttüğü gayriresmi faaliyetler ve sonuçları aktarıldığında “Ben onu okulunu seven bir mezunumuz olarak görüyorum.” diyor. Bu tablo, falan mezunun kendisine, mezun kuruluşunun birçok üyesinin bilgisi ve onayı dışında bir otorite ve paye atfettiğini ancak kuruluşun yönetiminin onun bu fiilî temsil pozisyonunu tartışmaya açmaktan kaçındığını gösteriyor.

              Yıllar önce bir öğrencinin falan mezunun okul üzerindeki nüfuzunu mezun Facebook grubunda “İyilik yapıyor ama minnet altında bırakarak okulu kontrol ediyor. Her gün okulda ve yatakhanede. Kulüp başkanlarıyla WhatsApp grubu var. Adeta bir paralel yapılanma var, psikolojik dışlama tehdidiyle her şeyi yönetiyorlar.” şeklinde dile getirmesinin ardından yaşananlar da dikkat çekiyor. Mezun camiasında “birleştirici ablamız” olarak bilinen, yukarıda bahsettiğimiz kuruluşun o zamanki bir yetkilisinin, öğrenciyi dinlemek yerine “Bunu hemen silmeni istiyorum, yoksa beni ablan bilme. İttifakıma saldıranlarla iş birliği yapamam!” demesi, kuruluşun falan mezunun’okul yönetmesine’ dair öğrencilerden gelen eleştirilere karşı ne kadar düşük bir toleransla hareket ettiğini gösteriyor. Aynı süreçte bazı mezunlar ve öğrenciler tarafından bu öğrencinin baskılanması, korkutulması da bu gayriresmi düzenin nasıl korunduğunu ortaya koyuyor. İstanbul Erkek Lisesi’nde öğrenim görmüş, okulun niteliği ve bu niteliğin sürekliliği hakkında örnekliği beklenen kişilerin, öğrencilerle kurduğu ilişkileri ‘ittifak’, ‘iş birliği’ gibi politik terimlerle tanımlaması ise başlı başına incelenmesi gereken bir sosyolojik olgu olarak karşımıza çıkıyor.

              Falan mezunun okulda neredeyse mesai dolduruyormuşçasına bulunması, Hiyerarşi yapısının ve okuldaki nüfuzunun sürekliliğini nasıl sahiplendiğini gösteriyor. Özellikle Hiyerarşi’nin çekirdek grubu öğrencileriyle kurduğu yoğun iletişim üzerinden yatakhanedeki en küçük gelişmeyi dahi anlık olarak takip ediyor ve zaman zaman öğrencilerin birbirlerine ve öğretmenlerine karşı tepkilerini doğrudan yönlendiren talimatlar veriyor. Bir öğretmenin ifadesi de tabloyu tamamlayıcı nitelikte: “Öğrenci öyle bir moda giriyor ki, dersin ortasında ‘Hocam abi arıyor abi arıyor!’ diyerek heyecanla telefonu açmak için dersten çıkıyor.Falan mezunun öğrencilerle kurduğu yakın ilişki, yatılı öğrencileri gruplar halinde evinde ağırlamak seviyesine varabiliyor. Bazı genç mezunlar, yatakhaneden arkadaşlarının “gruplar halinde falan mezunun evinde ilk alkol tecrübelerini edindiklerini” söylüyorlar.

              Hiyerarşi’nin çekirdek grubu öğrencilerinin yatakhane dışına taşan, disiplin sürecine takılabilecek bir davranışta bulunmaları durumunda ise, aynı kişi, idare ve ailelerle iletişime geçerek bu cezaların uygulanmaması için devreye giriyor. Bu müdahaleler de okul içinde belirgin bir otorite boşluğu yaratıyor. Sınır aşımları sonrasında ceza almayan bu öğrencilerde, akranlarına karşı “benim sırtım yere gelmez, falan mezunabi arkamı kollar” fikri yerleşiyor. Falan mezunun elindeki en güçlü koz, öğrencileri idareye karşı örgütleyebilme ve gerektiğinde eylem yaptırabilme kapasitesi oluyor; bu durum hem öğrenci-idare ilişkisini hem de okulun iç işleyişini derinden etkileyen bir baskı unsuru hâline geliyor.

              Tüm bu tablo, sınırını aşan bir ‘yetişkin mezun-öğrenci’ ilişkisinin, öğrencilerin sağlıklı bir psikolojik iklimde eğitim alma haklarıyla nasıl çatıştığını, nasıl zorbalık sorunsalını besleyen bir zemine dönüştüğünü açık biçimde ortaya koyuyor. Bu nedenle yaşanan olayları tekil hadiseler olarak değil, bu geniş çerçevenin içinde değerlendirmek kritik önem taşıyor.

              Şunu da belirtmekte fayda var: Yarın falan mezun gidip yerine filan mezun da gelebilir. Konu falan mezunun nüfuz etme becerisi, ikna yetkinliği değildir. Mezun kliğinden Hiyerarşi yapısıyla öğrencilere uzanan dikey güç ilişkisinin; açık edilmediği, yapı söküme uğratılmadığı ve alaşağı edilmediği sürece, kendine maşalar bularak bir eğitim kurumunu kontrol altına alması ve zorbalığı meşrulaştırması durumudur.  Buradaki problemi bu kadar hayati yapan şey, kendisini Hiyerarşi’nin görünen yüzü olarak konumlandırmaya kalkanların her zaman olabileceğidir; bu kişilerin kendilerine biçtikleri rol, öğrencilerle kurmakta ısrar ettikleri sağlıksız ilişkidir.

              “HİYERARŞİ” KÜLTÜRÜNDE ŞİDDET DÖNGÜSÜ: SİSTEMİN AYNASINDA ÜÇ VAKA

              Güncel tartışmaların daha sağlıklı biçimde değerlendirilebilmesi için, yakın dönemde yaşanan birkaç olayın ana hatlarını gündeme getirmekte fayda var. Bu hadiseler, yalnızca münferit öğrenci davranışları olarak değil, okul ikliminin ve özellikle yatılılık kültürünün nasıl işlediğini gösteren örnekler olarak karşımıza çıkıyor.

              1. Sıkışmışlığın Dışa Vurumu: Aşırı Doz İlaç Alımı (2021-2022)

              2021 sonbaharında yatakhanede meydana gelen bir olay, öğrencilerin maruz kaldığı baskının nasıl bir ruh hâli üretebildiğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Hiyerarşi’nin çekirdek grubu öğrencileri, alt dönemlerini yine bir ‘terbiye seansı’ndan geçiriyorlar ve bu süreçte fiziksel ya da psikolojik baskının hangi düzeye ulaştığı tam olarak bilinmiyor. Ancak bu atmosfer içinde sıkışan bir alt dönem öğrencisi, fazla miktarda ilaç alarak kendine zarar verme girişiminde bulunuyor. Psikiyatri literatürü bu tür davranışları bir ‘yardım çağrısı’ olarak tanımlıyor: Kendini ifade edemeyen bireyin, bir sıkışmışlığı bedeni üzerinden duyurma çabası.

              Olay büyüyor, zorbalık yapan öğrenciler paniğe kapılıyor ve hemen falan mezuna haber veriyorlar. Mezun kısa sürede okula geliyor, öğrenciyi hastaneye götürüyor ve süreç adeta onun kontrolünde ilerliyor. Hastanede, öğrenciyi baskılayan kişiler ‘ağabeyleri’ olarak başında bekliyorlar, dönem arkadaşlarını gelişmelerden haberdar ediyorlar. Bu esnada Hiyerarşi ağabeyleri arasında, yapılanların dışarıda duyulmasından ve ceza alma ihtimalinden duyulan endişeyle “Psikiyatrist zorbalık tespit etti, işler sarpa sarıyor!” yorumları dolaşıyor. Nihayet falan mezun aileyle görüşüyor ve “şikâyet olmayacağı” bilgisi gruba iletiliyor, herkes derin bir nefes alıyor. Ardından falan mezun tarafından gelen talimat, hangi öğrencilere nasıl davranılacağı konusunda falan mezunun doğrudan müdahalesini gözler önüne seriyor: “Bu öğrenciye artık ceza uygulanmayacak, kötü muamele edilmeyecek!”

              Böylece şu soru kendiliğinden doğuyor: Bu okulda bir öğrencinin yatakhanede zorbalığa uğramadan okuyabilmesi için işlerin bu seviyeye gelmesi mi gerekiyor?

              2. Düzeni Bozanlara Gözdağı (2024-2025)

              Geçtiğimiz eğitim yılında, Hiyerarşi’nin çekirdek grubu mensubu bir on ikinci sınıf öğrencisi, bir yatakhane odasında aynı gruba mensup on birinci sınıf öğrencileri tarafından ağır şekilde dövülüyor. Sebep: Hiyerarşi’nin ‘ilişki yasaklarını’ ihlal edecek biriyle sevgili olmak… Bu yasağa göre öğrenciler yalnızca kendi dönemleri, bir alt ve bir üst dönemlerindeki öğrencilerle sevgili olabilirler.

              Alt dönem kız öğrenci kendi çevresinde dışlanıyor; üst dönem erkek öğrencinin de ceza aldığını düşünüyor fakat öğretmenler gününde üst dönem erkek öğrenciyi seremoninin merkezinde görünce isyan ediyor: “Beni mahvettiniz, bu adam hâlâ okul yönetiyor!”

              Bu arada yatakhanede olan bir öğrenci şöyle aktarıyor: “Sesler duydum, gitmek istedim. Karşıma biri çıktı: ‘Bu adam biraz dövülecek!’ dedi. Odama dönmemi istedi, kapıyı kapattı.” Dövmenin ‘ayarı kaçıyor’. Olay disipline gidiyor. Yine falan mezun ertesi sabah okulda, idareyle görüşmeler yapıyor. Sonuç: öğrenciler tatil günlerine denk gelen göstermelik bir uzaklaştırma cezası alıyorlar. Ne şiş yanıyor ne de kebap!

              Burada dikkatimizi şu çekiyor: Bu şiddet eylemini gerçekleştiren öğrencilerin duygusal bir motivasyonları görünmüyor. Kendilerine kurallar hatırlatılınca ‘kuralları uygulamak, Hiyerarşi’nin gereğini yerine getirmek’ motivasyonuyla kendilerinden yaşça büyük bir yatılı öğrenciyi dahi fiziksel şiddetle cezalandırıyorlar. Böylece yatakhanede düzeni herhangi bir şekilde bozabilecek öğrencilere de bir gözdağı veriliyor.

              3. Kardeşlik Retoriği, Şiddet Pratiği (2025-2026)

              İEL’de geçtiğimiz senelerde ek yatakhane binası olarak kullanılan bina, yatakhane teftişlerini geçemediği için şu anda yemekhane olarak kullanılıyor. Okuldaki artan yatılı öğrenci nüfusuysa, halihazırdaki yatakhane binasına sığmıyor. Bundan dolayı hazırlık sınıfı kız ve erkek öğrenciler için Küçükçekmece’de birer yatakhane belirleniyor. Bu durum yatakhane içerisinde ‘Hiyerarşi geleneğinin baltalanması, kardeşliğin parçalanması, yapının dağıtılmak istenmesi’ şeklinde yankılanıyor.

              Bu atmosfer içinde bir kıvılcım yetiyor. İEL’in kendi yerleşkesindeki yatakhane binasında bir kız öğrenci asansörde kalıyor, bir grup erkek yatılı öğrenci belletmenleriyle beraber asansörü açarak kız öğrenciyi çıkarıyorlar. Olay ‘idarenin beceriksizliği’ söylemiyle büyüyerek, asansör arızasıyla doğrudan bağlantılı olmayan, Küçükçekmece’deki hazırlık yurduyla ilgili bir eyleme dönüşüyor.

              Erkek yatakhanesinden kalabalık bir grup, geç vakitlerde yemekhane binasındaki masa ve sandalyeleri okulun önüne yığıyor, turnikeleri kırıyor, çeşitli yerlere zarar veriyorlar. Durum üzerine okula gelen öğretmen ve idarecilere şu talep iletiliyor: “Burası artık hazırlık yatakhanesi! Kardeşlerimizi yanımızda istiyoruz!

              Dışarıdan bakınca bu, ‘uzaktaki küçük kardeşlerinin derdini dert edinen ağabeylerin’ romantik bir çıkışı gibi görünebilir. Ama içeriden bakınca tablo değişiyor: Tepki, tam da Hiyerarşi sisteminin beslediği ‘geleneği koruma’ güdüsünün mekanik bir yansıması.

              Nitekim ertesi gün, bazı onuncu sınıf erkek yatılı öğrenciler okul çıkışında, okul binasının sakin olduğu bir vakitte, bazı hazırlık sınıfı yatılı erkekleri bir sınıfta topluyorlar. Bir öğretmen bağırış çağırışları, küfürleri duyunca sınıfa gidiyor. İçeride sinmiş ve tedirgin hazırlık sınıfı öğrencilerini ve öfkeli onuncu sınıf ağabeylerini görüyor. Başka kaynaklardan öğrenildiğine göre bu esnada hazırlık sınıfı öğrencilerine gözdağı verilerek falan mezunun ilan ettiği ‘bazı yasaklar’ telkin ediliyor. Öğretmen müdahale etmek isteyince öğrencilerden biri kolundan tutup “Hocam herkes işine baksın!” diyor ve öğretmeni sınıftan uzaklaştırıyorlar.

              Bu tablo, bir önceki günkü öfkenin ‘hazırlık sınıflarının hakkını aramak’ gibi duygusal bir çıkıştan çok, Hiyerarşi geleneğinin çözülme korkusunun ürettiği bir eylem olduğunu gösteriyor.

              Bilinen döngü yine başlıyor: Ertesi sabah falan mezun okulda, idareyle görüşmeler yapıyor, cezasızlık zırhı yeniden örülüyor ve konu kapanıyor. Aynı hafta öfkesi yatışmayan bir grup öğrenci tuvalet kapılarını kırarak tepkilerine devam ediyorlar.

              Bu üç olayda da şu temalar ön plana çıkıyor: Hiyerarşi sistemini koruma, uygulama ve devam ettirme kaygısı; öğrencileri yakından takip eden ve yönlendiren, idari ceza almamalarını sağlayan bir mezun kliği; hiçbir şekilde sonuçlarla yüzleşme ve rehabilite olma imkânı bulamayan problemli davranışlar.

              Daha da önemli olan durum şu: Hadiseler okul sınırları içinde kaldığı sürece bir şekilde üstü kapatılıyor. Ancak olay ailelere ya da mezunlara yansıyacağı anda, falan mezunun -ve arka planda mezun kliğinin- yönlendirmeleriyle nasıl bir anlatı geliştirileceğine karar veriliyor. İntihar girişimi için “Çocuğun psikolojik sorunları vardı; ağabeyleri yardımcı oldu.” deniliyor, yemekhane olayları için ise “Hazırlıktaki kardeşlerimiz Küçükçekmece’de zor durumdalar.” mesajları yayılıyor. Bu anlatılar karşısında insanın aklına ister istemez şu soru geliyor:

              Burası gerçekten bir okul mu? Yoksa okul formuna bürünmüş, kendini sürekli yeniden üreten bir güç düzeni mi?

              SEMBOLLERİN GÜCÜ: GELENEK SÖYLEMİNİN ARAÇSALLAŞTIRILMASI

              140 yılı devirmiş İEL’in geniş mezun kitlesinde, son 10-15 yılda yerleştirilmiş olan Hiyerarşi yapısı ve okulda sebep olduğu iklimle ilgili farklı yaklaşımlar öne çıkıyor. Büyük bir çoğunluk, bu yapıdan ve işleyişinden haberdar değil. Haberdar olanların kimileri bunu tuhaf buluyor. Eski bir mezun “Şu andaki bu Hiyerarşi işleyişini ve okuldaki havayı öğrendikçe dehşete düşüyorum. Distopya gibi!” diyor. Çatı Serbest‘in yukarıda adı geçen bölümünde, 1997 mezunu bir konuşmacının da durum karşısında “Şok edici, kendimi uzaylı gibi hissediyorum!” dediğini öğreniyoruz.

              Kimi mezunlar yüzeysel bir bilgiyle bu kültürün “iyilik dolu bir ağabeylik/ablalık-kardeşlik sistemi” olduğuna ikna edilirken, kimi mezunlarsa bu yapı aracılığıyla liseye dair hazır otorite ve etki alanına yukarıdan dahil olmaktan, öğrencilerle bu şekilde bir ilişki kurmaktan memnun oluyorlar.

              Geniş çerçevedeki mezun buluşmalarında yerini bulan, marş söylenmesi (Sakarya marşı), yürüyüş yapılması gibi ritüeller ve semboller birçok mezun için nostaljik bir anlam taşırken; bu buluşmalarda öğrencilerle geniş mezun camiası arasındaki köprü görevini mezun kliğinin üstlenmesi ile ‘gelenek’ ve ‘Hiyerarşi’ kavramları iç içe geçiyor ve öğrencilere verilen ‘ne kadar bu çevreye yakınsanız o kadar gerçek İEL’lisiniz’ mesajı pekiştiriliyor. Diğer bir yandan mezunlar tarafından özellikle okul kulüplerine verilen ekonomik desteğin Hiyerarşi’nin takipçisi mezun kliğinceyönlendirilmesi, aynı mesajın desteklenmesinde önemli bir rol oynuyor.

              YATAKHANE GÖLGESİNİN UZANDIĞI ALAN: GÜNDÜZLÜLERİN KONUMU

              Hiyerarşi kültürünün etkisi yatakhane sınırlarını aşarak gündüzlü öğrencilerin dünyasına da nüfuz ediyor. Son yıllarda artan yatılı öğrenci sayısı bu zemini güçlendiriyor. Mehmet Ali Akyurt’un tarif ettiği gibi, farklı yatılılık düzeyleri nasıl kendi “geometrilerini” oluşturuyorsa, gündüzlüler içinde de benzer bir çeşitlilik var: Kimi öğrenciler tamamen yatılı atmosferinin dışında kalırken, yaşın öne çıkan özellikleri gereği otoritenin parçası olma aruzu ile kimileri zamanla bu kültürün etkisine giriyor. Ancak bu spektrumun bir ortak noktası bulunuyor: Eğer gündüzlü bir öğrenci ya da bir öğrenci grubu, çekirdek grubu öğrencilerinetki alanına alternatif bir cazibe odağı hâline gelirse, hızla radara giriyor. Geçtiğimiz yıllarda gündüzlü bir öğrencinin başkanlık yaptığı kulübün popüler olmasının sonrasında, bu öğrencinin çekirdek grupöğrenciler tarafından itilip kakılması ve diğer öğrencilerin bu kulübe dahil olmalarının yahut etkinliklerine katılmalarının yine Hiyerarşi yapısının önde gelen ağabeylerince yasaklanması, yatakhanede örgütlenen gayriresmi otoritenin gündüzlü alanlara da nasıl müdahil olabildiğini açık biçimde gösteriyor.

              OTORİTE VAKUMU: CEZASIZLIK DÖNGÜSÜNDE SIKIŞAN OKUL

              İEL’de son yıllarda dikkat çeken tablo, idare ile mezun kliğinin birbirinden bağımsız gibi görünen davranış kalıplarının aslında aynı eksende buluştuğunu gösteriyor: idari cezasızlık. Her iki yapı da problemli davranışların mümkün olduğunca görünmez kılınmasından fayda sağlıyor. Okulda disiplin süreci gerektirecek bir olay meydana geldiğinde devreye giren falan mezunun tarafları yatıştırması, meseleyi kendi kanallarında ‘çözmesi’, idarenin yükünü hafifleten ve ‘Benim idarem altında olay çıkmış olmasın’ isteğini karşılayan bir pratik hâline geliyor. Böylece idare, olayın resmi bir süreç hâline gelmesinden kaçınmış oluyor; mezun kliği ise Hiyerarşi’ye yakın öğrencilerde ‘arkamız kollanıyor’ algısını pekiştirerek okuldaki fiili otoritesini güçlendiriyor. Diğer yandan idarenin otorite koymak istediği bazı durumlarda, Hiyerarşi kanallarıyla yönlendirilebilecek öğrenci hareketliliği ve tepkisi, mezun kliği tarafından idareyi pasifize etmek için bir koz olarak masaya koyulabiliyor.

              Bu cezasızlık döngüsü, çoğu zaman ‘okulun itibarını koruma’ retoriğiyle meşrulaştırılıyor. Ancak aslında korunmaya çalışılan itibar, kurumsal bir saygınlıktan çok, mevcut güç ilişkilerinin sarsılmaması. Ne idarenin ne de mezun kliğinin aklında, öğrencilerin iyi oluşuna dair gerçek bir hassasiyetin ağır bastığını söylemek kolay değil. Karşılıksız kalan her kötü davranışın, mağdur öğrencileri güvensizlik ve tedirginlik, fail öğrencileri de sınır tanımazlığa ittiğini göz ardı ediyorlar.

              Mezun kliğinin öğrenciler üzerinde kendilerinden daha fazla etkiye sahip bir güç kabul etmediği bu ortamda, öğretmenlerin de öğrencilerle derin bağlar kurması zorlaşıyor. Otorite kurmaları gereken durumlarda ise öğretmenler tuttukları tutanakların bu cezasızlık ortamında buharlaştığını görebiliyorlar. Böylece okul içindeki en güven vermesi gereken yetişkin özneler bile, öğrencilerin gözünde etkisizleşebiliyor.

              Tüm bu dinamikler birleştiğinde, dışarıdan prestijli görünen bir okulun içinde, gerçekte bir otorite vakumu oluşuyor. Bu vakumda adalet, resmi mekanizmalarla değil, gayriresmi güç ağlarının belirlediği kurallarla sağlanıyor; öğrenciler için güven duygusu değil, belirsizlik hâkim oluyor. Bu tablo da bize şu soruyu hatırlatıyor: Bir okulun gerçek itibarı, sorunlarını görünmez kılmakla mı, yoksa yüzleşme ve dönüşme cesareti göstermekle mi korunur?

              BASINA YANSIYAN SON OLAYLARA BİR KEZ DAHA BAKMAK

              2025 Aralık ayının ilk haftalarında olaylar medyada önce, İstanbul Erkek Lisesi’nde bazı dokuzuncu sınıf öğrencilerin “kız meselesi” sebebiyle bir grup on birinci sınıf öğrenciler tarafından darp edilmesi şeklinde duyuldu. Ardından bu anlatının yerini, “okuldaki kız öğrenciler hakkında cinsel içerikli konuşmalar yapan dokuzuncu sınıf öğrencilerine, kız öğrencileri korumak isteyen üst dönem erkek öğrenciler tarafından müdahale edilmesi” anlatısı aldı. Aslında her iki anlatı da resmi tamamlayamıyor ve konu anlaşılmazlığını sürdürüyor.

              Anlatılardaki boşluklarda; bu anlatıları oluşturan taraflarca haklı görünme isteği, mevcut sistemi koruma arzusu veya yaşananlardan sorumlu tutulma kaygısının rol oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

              Bütün bu haberler ve değerlendirmeler arasında Selçuk Şirin’in Oksijen’de yayımlanan Erkeklik Krizi: İstanbul Erkek Lisesi Buzdağının Görünen Yüzü başlıklı yazısı, konuya oldukça isabetli bir yerden yaklaşıyor (7). Şirin, “Çürük elma yok, çürüten bir iklim var.” diyerek bizleri problemli davranışları doğuran iklimi görmeye davet ediyor. İstanbul Erkek Lisesi özelinde bu “çürüten iklim”, ne yazık ki otorite vakumu ile Hiyerarşi kültürünün iç içe geçtiği zemin olarak karşımıza çıkıyor. Zira hem öğretmenler hem de öğrenciler, güncel olaylarda adı geçen iki öğrenci grubunun da Hiyerarşinin çekirdek grubu içinde yer aldığını ifade ediyorlar. Hatta bu öğrencilerin bir kısmı, Hiyerarşi’nin sağladığı fiili liderlik pozisyonları üzerinde iddia sahibi öğrenciler.

              Güncel olaylarda söz konusu edilen her iki davranış dizisini bu çerçeveden incelediğimizde, ikisinin de aynı düşünce paterninin sonuçları olduğunu görüyoruz. Bu kapsamda kız öğrenciler hakkında cinsel içerikli ve saldırgan konuşmaları ‘birinci davranış’; bu birinci davranışa karşılık olarak öğrencileri hesaba çekmek, onlara şiddet uygulamak ve kesici aletle tehdit etmek davranışını da ‘ikinci davranış’ olarak ele alacağız.

              1. “Hiyerarşi” Kültürünün Özendirdiği Persona

              Öncelikle şu tespiti açıkça yapmak, tabloyu anlamayı kolaylaştırıyor: Tanıklıklar bize; dokuzuncu sınıf öğrencilerini yaptıkları konuşmalar sebebiyle cezalandıran bazı on birinci sınıf öğrencilerinin, önceki yıllarda “benzer cümleleri dile getirdiklerini, bugün cezalandırdıkları davranışın geçmişte bizzat yaptıklarından çok da farklı olmadığını” söylüyor. Dolayısıyla bu tür konuşmalar, Hiyerarşi’nin özendirdiği ortak bir dilin yansıması gibi görünüyor.

              Bu tabloyu besleyen kültürü anlamak için, erkek yatılı öğrenciler tarafından okulun çeşitli açık alanlarında yüksek sesle okunan ve “abaza, psikopat, kırman, cenabet” gibi ifadelerle övünen Hiyerarşi marşını hatırlamak yeterli. Böylesi bir atmosferde bazı yatılı öğrenciler arasında kullanılan dilin saldırgan, cinsiyetçi, kaba ve sınır aşmaya meyilli olması şaşırtıcı değil. Bu dilin ve personanın hâkim olduğu konuşmalarda; öğrenciler kendi aralarında, birbirlerine ne kadar ‘alfa’ olduklarını ispat etmeye, bu kimliğin gerektirdiğini düşündükleri şekilde sınırları zorlamaya ve cesaretlerini -kendilerince- bu söylemler üzerinden kanıtlamaya çalışıyorlar gibi görünüyor.

              2. “Yatakhanede Olan Yatakhanede Kalır” İlkesi ve Kapalılık

              Hiyerarşi’nin altın kuralı olarak yeni gelenlere tekrar tekrar dikte edilen “Yatakhanede olan yatakhanede kalır” ilkesi, her iki davranış dizisi için de kritik bir zemin oluşturuyor. Bu ilke, öğrencilere yatakhane içinde yaptıkları veya maruz kaldıkları eylemlerin toplumun kabul ettiği normların dışında olabileceği fakat bunun ciddi bir sorun teşkil etmeyeceği yönünde dolaylı bir mesaj veriyor. Kısacası “nasıl olsa kimse bilmeyecek” hissi hem dilin hem davranışların sınırlarını gevşeten bir güvenlik perdesi işlevi görüyor.

              3. Okuldaki Sınırsızlık ve Cezasızlık İklimi

              İEL’de son yıllarda oluşmuş olan, sınırların belirsiz olduğu ve çoğu problemli davranışın yaptırımsız kaldığı iklim, her iki davranış dizisinin de ortak zemini. Bu ortamda öğrenciler hangi eylemlerin ne zaman sınırı aştığına dair sağlıklı bir muhakeme yetisini giderek kaybedebiliyorlar.

              Aynı zamanda Hiyerarşi’nin merkezinde bulunmanın getirdiği ayrıcalıklı hâl, her iki davranış için öğrencilerde ne yaparlarsa yapsınlar ceza almayacakları, diğer öğrencilerin sınırlarını ihlal edebilecekleri ve hatta diğer öğrencilerden daha üstün oldukları yanılgısını oluşturabiliyor.

              4. “Hiyerarşi” Kültürünün Yüklediği Hesaba Çekme, Hüküm Verme, Ceza Kesme Yetkisi ve Sorumluluğu

              İkinci davranışın ardındaki motivasyonun; Hiyerarşi’nin öğrencilere yüklediği ‘ağabey’ rolünün gereğini, yani hesaba çekme ve ceza kesme sorumluluğunu yerine getirme düşüncesiyle ilişkili olduğu görülüyor. Nitekim bu öğrencilerin bir kısmının geçmişte benzer üslupta konuşmalar yapmış olmaları; yaptırımın, konuşmaların içeriğinden duyulan samimi bir rahatsızlıktan çok, bu konuşmaların görünür hâle gelmesiyle birlikte kendilerinden ‘ağabeyler’ olarak bir müdahalede bulunmalarının beklendiği fikrini işaret ediyor. Bu bağlamda cezalandırma davranışının kaynağı, ahlâki bir tepki olmaktan ziyade, Hiyerarşi’nin mutlak hüküm veren rolünün mekanik bir şekilde icra edilmesi olarak karşımıza çıkıyor.      

              Bu ‘mutlak hükmü veren ağabeyler’ ilkesi, dokuzuncu sınıf öğrencilerince o kadar benimsenmiş ki, öğretmenler, dokuzuncu sınıf öğrencilerinin darp edildikten ve durumun ailelere aksetmesinden sonra dahi “Acaba ağabeylerimiz bizim itibarımızı iade ederler mi?” ümitleri olduğunu ifade ediyorlar. Ancak bu sefer bekledikleri gibi olmuyor, falan mezunun ve dolayısıyla mezun kliğinin de onayıyla kendileri için “okuldan nakil” kararı çıkıyor.

              Net olarak ifade etmek gerekirse; kimi öğrencilerin kız öğrenciler hakkında saldırgan ve cinsel içerikli konuşmalar yaparak, Hiyerarşi’ce ‘makbul görülen personayı’ yaşatmaları da bu davranışın yine öğrenciler tarafından ‘gayriresmi düzen kuralları gereği’ fiziksel şiddet yoluyla cezalandırılmaları ve kesici aletlerle tehdit edilmeleri de aynı Hiyerarşi’nin gayriresmi iktidarını yeniden üreten davranışlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada, birinci davranışın haklı olarak kabul edilemez bulunması karşısında, ikinci davranışın meşrulaştırılması ya da alkışlanması, öğrencileri her iki davranışa da iten zihniyeti pekiştirerek, okul ortamında her iki tür ihlalin yeniden ortaya çıkmasını daha da muhtemel hâle getiriyor. Özünde aynı iklimin ve aynı kültürel yapının ürünü olan bu iki davranış dizisini, sanki daha basitmiş yahut birbirinden bağımsız münferit hadiselerden ibaretmiş gibi okumaya çalışmak, bütünü gözden kaçırmak anlamına geliyor. Bu bütünlüğün inkârı ise, okulun bugününü ve geleceğini paylaşan hem kız hem erkek tüm öğrenciler için huzur ve güven ümitlerini ciddi biçimde zedeliyor. Dahası, eğitim almak için bu kadar emek veren çocukların, ailelerinin ve ülkenin yıllara yayılan maddi ve manevi emeklerinin heba edilmesi sonucunu doğuruyor.

              OKUL İKLİMİNİ ONARMAK: BİZLERE NE DÜŞÜYOR?

              İstanbul Erkek Lisesi’ndeki olayları ve olayların işaret ettiği problemler bütününü; bu kurumun ve öğrencilerinin bir yardım çığlığı olarak okumak gerekir. Bu aşamada olgun ve öz eleştirel bir yaklaşım; okulun huzurlu, güvenli, şeffaf, saygın bir eğitim kurumu olması için büyük önem taşıyor. Tarafımız, bu yaklaşımı göstermekten yana olmalı.

              Sevgili Öğrenci Dostlarımız;

              Ağabeylik, ablalık kıymetli bir olgudur. Saygı ve sevgi bağlarıyla kurulur. Bu olgunun problemli bir sisteme hizmet eder hâle gelmesine izin vermeyelim. Karşılıklı saygı alanlarımızı koruyalım. Dışardan uzanan ellerden arınalım, yapmacık gömleklerden kurtulalım. Sizlerin sağlıklı ve demokratik bir zeminde doğal çıkışlarınıza, orijinal itirazlarınıza hasretiz. Rahmetli Haluk Dursun hocanın (GSL 1977 mezunu) şu tavsiyesine kulak verelim:

              “Kısacası gençler, sıradan ve sürüden olmayın. Başkaları sizi gütmesin, yönlendirmesin, dolduruşa getirmesin. Siz onlara ehil iseler, adil iseler danışın ama yine de doğru bildiğinizi, içinizden geleni yapın. Kendinizi her sahada yetiştirin. Her öğrendiğinizden şüphe edin. Kendinizi yenileyin. İstikrar ve istikamet üzere olun. Tembihata (uyarılara) önem verin ama tam teslimiyetten de -Allah hariç- uzak durun. Hayırlı insan olun. Başkaları sizin elinizden, dilinizden, işinizden emin (güvende) olsun. İnsanın hayırlısı, insanlığa hayırlı olandır.”

              Kıymetli Aileler;

              Çocuklarımızla iletişim kanallarını diri tutalım; sık sık hatırlaşalım, onların heyecanlarını, kaygılarını, başarılarını ve korkularını paylaşalım. Problemli davranışlar söz konusu olduğunda görmezden gelmeyelim; sonuçlarla yüzleşme süreçlerini birlikte yönetelim, bu süreçlerin çocuklarımız için birer öğrenme ve büyüme imkanına dönüşmesine destek olalım.

              Saygıdeğer Eğitimciler;

              Öğrenciler için yapabileceğimiz en iyi şey onlara sağlıklı sınırlar çizmek ve bu sınırlar içerisinde onların ilgi alanlarını beslemek. Rehberlik ve psikolojik danışmanlık çalışmalarını destekleyelim, kapsamlarını ve derinliklerini artıralım. Yatılı öğrenciler başta olmak üzere öğrencilerin kuracağı yapıcı ilişkileri, gelişimlerine olumlu katkıda bulunacak ortamları çeşitlendirmeye gayret edelim.

              Sevgili Mezunlarımız, Arkadaşlarımız;

              ‘Gelenek’ ve ‘İstanbul Erkeklilik’ kavramlarını fanatik ve muğlak bir bağlamda ele almayı bırakalım. Bu kavramlara yüklediğimiz çeşitli anlamlar üzerinden lise öğrencileri üzerinde baskı kurmaktan, onları kalıplara sokmaya çalışmaktan kaçınalım.

              Öğrencilerden ‘kontrol ve sevk edilebilir gruplar’ olmalarını değil; kendi özgünlükleri içinde, saygılı, huzurlu ve bağımsız bireyler olarak yetişmelerini bekleyelim. Öğrencilerle bu şekilde bir güç ilişkisi kurmanın problemli olduğunun farkına varalım, bunu normalleştirmeyelim, bunu desteklemeyelim.

Sonuç olarak;

İstanbul Erkek Lisesi’nde yaşananlar, tekil hatalar ya da münferit taşkınlıklar olarak değil; okul iklimini zedeleyen, güven duygusunu aşındıran ve uzun süredir biriken yapısal sorunların görünür hâle gelmiş sonuçları olarak ele alınmalıdır. Okuldaki idari otorite vakumu, Hiyerarşi yapısını doğal ve kaçınılmaz bir düzen gibi sunan anlayış, bu yapı üzerinden mezun kliği ve falan mezun figürü etrafında şekillenen gayriresmi müdahaleler, bu okul için onarıcı ve koruyucu değil, açık biçimde düzen bozucu nitelik taşımaktadır.

Gelenek, kapalı güç ağlarını sürdürmek değil, bu okulun eğitim ruhunu, eleştirel aklını ve adalet duygusunu kuşaktan kuşağa aktarabilmektir. Sağlıklı bir gelenek anlayışı, öğrenciyi itaate zorlamak yerine; düşünen, hisseden, empati kuran, sorgulayan ve sorumluluk alabilen bireyler olarak gelişmelerine olanak tanır.

Okul iklimini onarmak, ‘geleneği koruma’ söylemi altında meşrulaştırılan bu yapılarla açık bir yüzleşmeyi zorunlu kılıyor. Şeffaflık, adalet ve karşılıklı saygı temelinde kurulacak bir ortak zemin olmaksızın ne öğrencilerin kendilerini güvende hissetmeleri ne de bu köklü kurumun eğitimsel ve ahlaki mirasının sağlıklı biçimde geleceğe taşınması mümkündür. Temennimiz, bu sürecin İstanbul Erkek Lisesi’nin birikimini zayıflatmadan; öğrencilerin kendilerini güvende ve değerli hissettikleri bir okul ikliminin yeniden inşasına vesile olmasıdır.

Kaynakça:

  1. https://baglam.com/home/book/yatili-okulda-buyumek-
  2. Nihayet Dergi, Eylül 2024
  3. https://kebikecdergi.wordpress.com/wp-content/uploads/2015/01/07bitti_istanbulerkeklisesi_tanilbora.pdf
  4. https://www.routledge.com/Boarding-School-Syndrome-The-psychological-trauma-of-the-privileged-child/Schaverien/p/book/9780415690034
  5. https://www.boardingschoolsurvivors.co.uk
  6. https://open.spotify.com/episode/24rvm9TTfYkGegQ7ibbzBW?si=385mdTH-Sp-wFZr3mTtWgA
  7. https://gazeteoksijen.com/yazarlar/selcuk-sirin/erkeklik-krizi-istanbul-erkek-lisesi-buzdaginin-gorunen-yuzu-259251

[1] Alman lise diploması. İEL öğrencileri bu diplomayla Almanya’da lisans eğitimi almaya hak kazanırlar.

Önceki İçerikABD Adalet Bakanlığı Epstein dosyalarını sansürlü yayınladı: Clinton mağdurlarla jakuzide, Trump hiç yok
Sonraki İçerikSaran ifade verecek. Sabah’n iddiası: Sadettin Saran, Ela Rümeysa Cebeci’ye sordu: Sen de esrar var mı?