“(…) Serginin açılışı için düzenlenen gala yemeğinde sahne alan Mübadele Korosu Türkçe ve Rumca şarkılar söyledi. (…) Şarkıları dinlerken İzmir Belediyesi’nin yetkililerinden biri kulağıma eğilip ‘Bir gün Kürtçe şarkılar da dinler miyiz İzmir’de’ diye sordu.”
Bu satırları Yıldıray Oğur’un, 5 Kasım tarihli “Gâvur Mahallesi’nde bir akşam” başlıklı yazısından aldım. Oğur, sanatçı Ahmet Güneştekin’in yüzleşme temalı sergilerinden sonuncusu olan, İzmir Kültürpark’taki “Gâvur Mahallesi” başlıklı serginin galasını anlatıyordu bu yazısında.
Tevafuk işte; şu anda ben de belediye yetkilisinin Oğur’un kulağına eğilerek sorduğu sorunun cevabının peşine düşmek isteyenler için başlangıç kitabı niteliğinde bir kitap okumaktayım: İZMİR DUVARI / Laik Mahallede İktidar ve Kültür Savaşı…
İletişim Yayınlarından çıkan kitabın yazarı İrfan Özet sosyal hareketler, kültür, ilişkiler sosyolojisi, kent sosyolojisi gibi alanlarda araştırmalar yapan çok çalışkan bir sosyolog. Özet’in yine İletişim’den çıkan ilk kitabı Fatih-Başakşehir: Muhafazakâr Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus (2019) başlıklı kitabı hakkında da yazmıştım (yazar bu kitabıyla 2019 Yunus Nadi sosyal Bilimler Ödülü’ne layık görülmüştü).
İrfan Özet kitabında “modernleşen toplumların rutin bir deneyimi olarak kültür savaşı”nın İzmir’deki tezahürlerine odaklanıyor ve şöyle soruların cevaplarını arıyor: Bir zamanlar merkez-sağ iktidarlara yeşil ışık yakan kozmopolitan ve çoğulcu İzmir, nasıl oldu da “Cumhuriyet’in son kalesi”, “öteki Türkiye’nin başkenti” haline geldi? Sağ iktidarların İzmir’den “sınır dışı edilmesinin” sebepleri neler? CHP’nin yeni uzlaşmacı dili İzmir’de artan hegemonik ulusalcılığı dönüştürmeye yetecek mi?
Kitabın adı, kolayca tahmin edilebileceği gibi ‘Berlin Duvarı’na nazireyle düşünülmüş… İrfan Özet, kitabı yayımlandıktan sonra Perspektif’e verdiği söyleşide ‘İzmir Duvarı’nın neyi sembolize ettiğini şöyle anlatmıştı:
“’Berlin Duvarı’, özellikle 20’nci yüzyılın ikinci yarısı Avrupa toplumundaki kültürel ve ideolojik yarılmayı kalın hatlarla resmeden mimari bir tasarımdı. Öte yandan farklı toplumsal dünyaların sınır hatlarını ortaya koyma iddiasıyla, 21’inci yüzyıl Türkiyesi’nde olan bitenleri anlamamızda da hayli işlevsel gözüküyordu. Özellikle de bu duvarın sembolik bir hat üzerinden görünüm kazandığı mekân-iktidar ve kültür üçgeninde biriken enerjiye yöneldiğimizde… Çalışmada ‘İzmir Duvarı’ olarak başlığa çektiğim bu sembolik sınır ise, AK Parti’nin kesintisiz iktidarına eşlik eden yeni hegemonyanın dışında kalan coğrafi ve toplumsal kuşağı resmeder. Bir başka ifadeyle ortaya koyduğu politik ve kültürel kimlikle İzmir, muhafazakâr siyasetin erişemediği kentsel-seküler kuşakların mekânsal ifade alanı halindeydi.”
Sıradan bir sahil kasabasından görkemli bir kente
Kitap, Philip Mansel’in Levant adlı ünlü eserinde İzmir için yazdığı şu cümleyle başlıyor:
“Şayet Konstantiniyye’nin kaderi, doğası gereği büyük bir imparatorluğun payitahtı olmak idiyse; 1922’ye kadar adı Smyrna olan İzmir’in kaderi de büyük bir liman olmaktı.”
Gerçekten de, İrfan Özet’in cümlesiyle, “Liman, Doğu Akdeniz’deki ticari dengeleri değiştirmekle kalmamış, sıradan bir sahil kasabasının görkemli bir kente dönüşümüne kapı aralamıştı.”
İzmir’i 17. yüzyıldan itibaren Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Felemenklerin, İngilizlerin, Fransızların, Venediklilerin yaşadığı kozmopolit bir yer haline getiren, Anadolu’nun tarımsal üretiminin Avrupa’ya sevkinde ana üs vazifesi gören bu limandı.
O kozmopolit İzmir, Cumhuriyet’le birlikte hepimizin malumu olan büyük bir değişim yaşadı, fakat İrfan Özet esasen ‘Duvar’ı anlatmak istediği için anlatısını çok partili hayatla başlatıyor: Milli Görüşçüler, Gülenciler, gecekondularda yükselen SHP, ANAP ve AK Parti…
“Huzur İzmir’de”: ‘Beyaz göç’ün hedef kenti
İzmir’in ‘Duvar’ olmasının hikâyesinin kabaca 2010’dan itibaren başladığını söylüyor İrfan Özet:
“2010 sonrasında muhafazakâr siyaset bütün alanları hegemonyası altına aldıkça siyasal tansiyon da tırmandı. Gelişen yeni kültürel fay hattı, kentli-seküler kitleleri ‘maduniyet’ ve ‘azınlık’ bilinciyle donatıyordu. AKP’nin siyaset sahnesindeki kesintisiz iktidarına eşlik eden hegemonya arayışlarının basıncı bu tabakalarda yankılanıyordu. Literatürde kentli-seküler kitleler uzun bir dönem ‘endişeli modernler’ olarak anıldı. Laik-seküler hassasiyeti olan geniş kesimler, siyasal alandaki rekabetin ‘distopyan bir İslâmcılığı’ işaret etmesiyle, mikro-bireysel dünyalarına çekiliyordu. Bu çekilme süreci aynı zamanda siyasal İslâm ve taşra muhafazakârlığından nispeten korunan ‘steril ve pür’ mekânlarda yaşama arzularını da tetikliyordu. İzmir, ‘beyaz göç’ diye tabir edilen bu mekânsal yönelimin temerküz ettiği alanların başındaydı. Özellikle Urla, Çeşme, Seferihisar gibi denizle iç içe ilçeleri, kültür motivasyonlu seküler tabakaların yeni yaşam alanı olarak cazipti.”
Muhafazakârlar ve İzmir’de gündelik hayat
İrfan Özet’in çalışmalarını kıymetli hale getiren en önemli nokta, ele aldığı konunun somut aktörleriyle yaptığı uzun-derinlemesine görüşmeler… İzmir Duvarı’nda da bolca var bunlardan… Ama en ilginçleri kitabın sonundaki ‘beyaz göç’ bölümünde yer alıyor.
Buradaki şaşırtıcı olmayan gözlem şu: İzmir’deki laik-seküler hegemonyanın gündelik hayattaki yansımaları sorulduğunda, İzmir’de yaşayan ve kendisini muhafazakâr ya da dindar olarak tanımlayanlar arasında çok farklı değerlendirmeler ortaya çıkıyor. Daha köklü, uzun bir süredir İzmir’de yaşayan muhafazakâr-dindarlar daha yumuşak bir karşıtlıktan söz ederken, gündelik hayatın daha geleneksel yaşandığı Anadolu kentlerinden İzmir’e gelenler çok sert bir karşıtlık tablosu yansıtıyor.
Kitabın yazarının milliyetçi-muhafazakâr kanattan diye tanıttığı avukat Mevlüt Evren’in tanıklığı, ‘seküler dışlama’nın artık eskisi kadar sert olmadığı yönünde:
“Eskiden burada başörtüsü düşmanlığı vardı. Din düşmanlığı da vardı. Şu an bu din düşmanlığı yok. (…) Yani İslam’a karşı önyargı kalktı. Fakat İslam’ı temsil edenlere karşı tepki çok daha fazla oldu. Yani İzmir’de İslam’a karşı bizim anladığımız anlamda bir tepki yok. Müslümanlara, daha doğrusu siyasal İslamcılara tepki var İzmir’de.”
Yazarın bu alıntının ardından gelen cümlesi de şöyle:
“Evren’in aktardığı deneyimlerin benzerlerini farklı görüşmeciler de dile getirdi. Bu alanda kamusal alanda karşılaşmanın hatırı sayılır bir bölümü, konsensüs ve diyaloğu içeren deneyimlere sahne oluyor.”
İrfan Özet, kendi kanaatlerini sergilemekten çok ayna tutmayı seviyor. Dolayısıyla, mesela ‘İzmir Duvarı’nın 2010’daki kadar muhkem olup olmadığını anlayabilmek için tanıklıklara ve Özet’in sunduğu olgusal malzemeye odaklanmanız, kendi yorumunuzu yapmanız gerekiyor. “Yazarın nihai düşüncesi ne” sorusunun cevabı yok. Fakat ‘Sonuç’ bölümünde yakaladığım bir cümle, yazarın da ‘seküler dışlama’ eğiliminde ciddi bir yumuşamanın olduğuna inandığını gösterir gibi… O cümleyle bitiriyorum:
“Muhafazakâr blok bilişsel haritasının otoriter ve içe kapanmacı değerlere açıldığı ‘güvenlikçi-asayişçi siyaset nöbetini’ sürdürebilmek için bu kez yeni paydaşlarla anlaştı. Sol kanat siyasetin zeminin oluşturan demokrasi, adalet ve özgürlük arayışları ise, mevcut geniş seküler kuşağı da kucaklamaya başlıyor hatta belirli ölçülerde dönüştürüyordu. İzmir’deki dönüşümlere bakınca, ana hatlarıyla bu çerçevenin izlerini görüyoruz.”