Ülkemizde on milyonun üzerinde bir Kürt nüfusu, bir milyonun üzerinde yerli Arap var. Sadece bunlar mı? Çerkezler, Gürcüler, Ermeniler, Süryaniler, Çingeneler, Pomaklar ve daha birçok farklı ırk bu topraklarda varlıklarını idame ettiriyorlar. Ama biz ısrarla onları yok sayıyoruz. Öğretim programlarımızda, ders kitaplarımızda, sınıf içi süreçlerde adlarını anmaktan imtina ediyoruz. Zor olanı başarıyor, olağanüstü bir çaba gerektiren seçeneği tercih ediyoruz.
Çocuklarımız, eğitim süreçlerinin ilk dört yılını oluşturan ilkokul hayatları boyunca farklı kültürlerin adlarına, onlara ilişkin bilgilere ders kitaplarında tek bir kez dahi rastlamıyorlar.
Ortaokula adım attıklarında da farklı bir tablo beklemiyor onları. Kültürel farklılıkların ele alınma ihtimalinin en yüksek olduğu alan olan Sosyal Bilgiler ders kitaplarını ülkemizdeki farklılıkların içerisinde en kalabalık nüfusu oluşturan Kürtler bağlamında incelediğinizde hiç de iç açıcı sonuçlarla karşılaşmıyorsunuz.
Ortaokul beşinci sınıf Sosyal Bilgiler ders kitabını bilgisayarınızda pdf formatında açtıktan sonra control+f yaparak Kürt ismini tarattığınızda karşınıza çıkan sonuç, sıfır. 208 sayfalık kitabın içerisinde Kürt kelimesine tek bir kez dahi yer verilmemiş.
Aynı işlemi bu defa altıncı sınıf kitabı için tekrarladığınızda Kürt kelimesinin 288 sayfanın içerisinde bir kez geçmiş olduğunu görüp küçük bir umuda kapılsanız da enter tuşuna bastığınızda kitapta bahsedilenin Keçiborlu’da çıkarılan kükürt madeni olduğunu görüyorsunuz.
Yedinci sınıf ders kitabında da tek bir kez dahi Kürt kelimesine yer verilmediğini gözlemledikten sonra aynı işlemi son bir umut sekizinci sınıfta Sosyal Bilgiler dersinin yerine okutulan İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders kitabı için gerçekleştiriyorsunuz. Çıkan sonuç, iki. İnkılap tarihi dersinde kükürt madeninden bahsedilme ihtimalinin düşüklüğünü de göz önünde bulundurarak yine bir umuda kapılıyorsunuz ki enter tuşuna bastığınızda karşınıza “Millî Varlığa Düşman Diğer Cemiyetler” adında bir konu başlığı çıkıyor. Evet, bu defa gerçekten de Kürtlerden bahsedilmiş hem de iki kez ama kurmuş oldukları Kürt teali Cemiyetiyle doğuda bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyen Kürtlerden. Bağımsız devlet kurmak istemeyen Kürtlere ise tek bir kez dahi yer verilmemiş. Kitabın içerisinde Urfa’nın kurtuluşu diye bir başlık var, Urfalıların ve çevre aşiretlerin gönüllü olarak kurtuluş savaşına iştirak edip Fransızları şehirden sürdükleri de var ama o Urfalıların büyük çoğunluğunun, aşiretlerin ise neredeyse tamamının Kürt olduğuna dair herhangi bir bilgi yok.
İyi niyetle açıklayabilme adına beyin damarlarınızı bayağı bir çatlatmanız gereken bir durumla karşı karşıyayız. Kürt ismi itinayla ayıklanmış, saklanmış, gizlenmiş, görülmemesi, duyulmaması için olağanüstü bir çaba sarf edilmiş.
Aynı işlemi bir de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi için yaptığınızda teselli bulabileceğiniz tek şey bu defa en azından Kürtlerden olumsuz bir şekilde bahsedilmemesi olacaktır. Nitekim ilkokul dördüncü sınıftan lise son sınıfa kadar dokuz yıl boyunca okutulan Din derslerinin MEB tarafından hazırlanmış olan kitaplarında tek bir kez dahi Kürt kelimesine rastlayamıyorsunuz. Şafii mezhebinden bahsedilirken bile bu mezhebin takipçilerinin ülkemizde çoğunlukla Kürtler olduğu gibi basit bir bilgiye dahi yer verilmemiş. Ayıklama, saklama, gizleme burada da devam etmiş.
Diğer bütün ırklar gibi Kürtlerin de bir tarihi var, onlar da bir yerlerde yaşamışlar, başka yerlere göç etmişler, savaşmışlar, kazanmışlar, kaybetmişler diyerek şansınızı bir de Tarih dersinde denemek istediğinizde de benzer bir sonuçla karşılaşıyorsunuz. Olurda öğrencilerimiz unutmuş olabilirler diyerek on ikinci sınıflar için geliştirilmiş olan Tarih ders kitabında Kürt Teali Cemiyetinden ve onların zararlı faaliyetlerinden bir kez daha bahsedilme ihtiyacı hissedilmiş, on ve on birinci sınıflarda ise Kürt kelimesine tek bir kez dahi yer verilmemiş. Dokuzuncu sınıfta ise bir lütufta bulunularak farklı coğrafyalarda Müslümanlığı kabul eden kavimlerden söz edilirken Acemler ve Berberilerin yanına Kürtler de eklenmiş. Hepsi bu kadar. “Birlikte yaşadığımız, iç içe geçtiğimiz bu halkın tarihini, en azından temel düzeyde, hep birlikte öğrenelim, onların da kendi tarihlerinden haberdar olmalarını sağlayalım” fikri fazlaca lüks kaçmış.
Oysaki önyargılardan arınmış, kalıplara sıkıştırılmamış, baskılanmamış zihinler tarafından geliştirilen ders kitapları, müfredatlar ister istemez tüm farklılıklara yer verecektir. Kolay olan budur, doğru olan budur, herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan hayatın olağan akışı içerisinde ortaya çıkacak olan sonuç da budur.
Olağan olanı değil, olağanüstü olanı tercih ediyoruz. Doğru yolu değil yanlış yolu takip ediyoruz. Olması gerekeni değil, olmaması gerekeni yapıyoruz.
İyi ama neden?
Rastgele alınmış bir karar, bilinçsizce yapılmış bir tercih olamaz. Nitekim hiç kimse tam önünde duran dümdüz aynı zamanda kestirme olan yoldansa uzun ve karmaşık olanı bilinçsizce tercih etmez. Kolay olanı değil de zor olanı tercih etmişseniz eğer vardır bir gerekçeniz.
Farklılıklarımızı, üstün bir çaba sarfederek saklama ihtiyacı hissedenlerin de kendilerince tutarlı birtakım sebepleri vardır muhakkak. Ne var ki olayı evrensel insan hakları çerçevesinde ele aldığımızda şu kadarını kolaylıkla söyleyebiliriz ki o sebeplerden hiçbirinin ahlaki bir tutarlılığa sahip olabilmesi mümkün değil. Art niyetle, bencillikle ya da en iyi ihtimalle sığ bir bakış açısıyla açıklayabiliriz bu durumu ama ahlaki bir zemine oturtamayız.
Öğrencilerimiz çokkültürlü bir toplumda yaşıyor fakat gözlerini tüm farklılıkların itinayla ayıklandığı bir eğitim sistemine açıyorlar.
“Çok mu önemli yani?” tarzında bir soru zihinlerimizde yer ediniyor olabilir. Sorunun cevabı ise net bir evet. Çok önemli, hayati derecede önemli.
Çünkü dinini, ırkını, mezhebini hayatının hiçbir safhasında, hiçbir ortamda saklama ihtiyacı hissetmeyen bireylerden oluşan bir toplum değiliz. “Bilmeseler daha mı iyi olur? Bilirlerse bana yönelik tutumları değişir mi acaba?” tarzında soruların zihinlerde sıkça dolaştığı bir toplumuz. Baskın kültürden değilseniz eğer bu gerçekle kısa ya da uzun bir süre zarfında, hayatınızın bir ya da birçok safhasında yüzleşmek zorunda kalmış olma ihtimaliniz oldukça yüksektir.
Ortaya çıkan bu can acıtıcı sonucun bütün kabahatini tek başına eğitim sistemimize yükleyemeyiz. Kültürümüzü oluşturan öğelerin tamamının omuz omuza vererek böylesi bir defoyu oluşturduğu bir gerçek. Ne var ki eğitim sistemimiz bu defonun tek sorumlusu olmasa da suç ortaklarından biri ve bu defonun ortadan kaldırılmasına tek başına güç yetiremeyecekse bile diğer tüm değişkenlere nazaran daha büyük bir güce sahiptir daha kritik bir pozisyonda.
Onları göklere çıkarmaya ya da sahip oldukları güzel hasletlerden daha fazlasını onlara atfetmeye de gerek yok. Öğrencilerimizin, vatandaşı oldukları devletin eğitim sistemi aracılığıyla farklılıkları tanıması amaca hizmet edecek bir uygulama olacaktır. “Devletim bana onlardan bahsediyorsa ve bunu yaparken hiçbir olumsuz tanımlamada bulunmuyorsa bu insanların öcü olma ihtimali yok” fikri erken yaşlarda çocukların zihinlerinde yer edecektir.
Toplum her zaman ideal olanı, doğru ve ahlaki olanı önümüze koymaz. Eğitim ise bunu yapmakla mükelleftir. Zihinlere nefret ve önyargı ekilmeden önce sevgi ve empatiyi yüklemekle görevlidir eğitim. Ama yapmıyoruz bunu. Yapmak istemiyoruz. Çocuklarımız, kendileriyle aynı topraklarda yaşayan kültürlerin isimlerini dahi duymadan eğitimlerini tamamlıyorlar. Ermeni’yi, Süryani’yi, Yahudi’yi işitmeden Kürt’ü ise Kürt Teali Cemiyetinden öğrenerek mezun oluyorlar ve toplumun insafıyla baş başa kalıyorlar.
“Dünyayı sadece kendi kültürel bakış açılarından anlamaya çalışan bireyler insanlık tecrübesinin önemli bir bölümünden mahrum kalmaktadırlar” diyor hayatını çokkültürlü eğitime adamış dünyaca meşhur eğitim bilimci James A. Banks. Olaya ahlaki açıdan, insan hakları açısından yaklaşamıyorsanız pragmatik bir bakış açısıyla yaklaşın diyor. Her hâlükârda aynı sonuca ulaşacaksınız diyor.
Çokkültürlülüğü, eğitim sistemimizin baş köşesine oturtmak sadece doğru ve ahlaki olanı hayata geçirme anlamı taşımıyor. Çocuklarımıza daha zengin bir hayat tecrübesi daha geniş bir bakış açısı daha güçlü bir karakter kazandırmak istiyorsak, matematiğin, coğrafyanın, edebiyatın yanında çağın gerektirdiği becerilere de sahip olmalarını hedefliyorsak bu paha biçilmez hazineden istifade etmek zorundayız.
*Lisans eğitimini Siirt Üniversitesi Eğitim Fakültesinde, yüksek lisansını eğitim bilimleri alanında Cambridge College ABD’de, doktorasını ise yine aynı alanda Düzce Üniversitesinde tamamladı. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Çokkültürlülük ve karakter eğitimi üzerine çalışmalar yapıyor.