Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKürt barışı otoriterliğin elindeki en büyük kozu alacak, fakat en azından seçime...

Kürt barışı otoriterliğin elindeki en büyük kozu alacak, fakat en azından seçime kadar onu seyreltemeyecek

Söylemin algı inşa etme gücü sayesinde ‘gerçek’in artık kendinde bir şey olmaktan çok öznenin yarattığı bir şey (‘alternatif gerçek’) haline geldiği yeni dünyada bir gelişmenin ‘doğal olarak’ şuraya ya da buraya evrileceğini, şu ya da bu sonucu doğuracağını söylemek büyük hesap hatalarına yol açabilir. Kürt barışı demokrasi için büyük bir imkân fakat tıpkı 15 Temmuz’daki gibi otoriterliğin mezesi de olabilir. Bölgedeki hercümerci, iktidarın ‘yeni Türkiye’ hedefini ve muhalefeti baskılamak şeklindeki seçim kazanma stratejisini düşünürsek, ikincinin gerçekleşme ihtimali çok daha yüksek.

Bu, aslında bir dizinin üçüncü bölümü… İlk ikisinden sonra uzunca bir zaman geçtiği için başlamadan önce kısa bir toparlamayla bağlantıları kurmak istiyorum.

Yıldıray Oğur’un “İktidarın bugün otoriterleşmeye ihtiyacı var mı?” başlıklı yazısına “hem de nasıl” cevabını vermemden (25 Şubat) iki gün sonra PKK lideri Abdullah Öcalan’ın örgütüne verdiği ‘çapaksız’ talimat geldi: “Silahları bırakın, kongreyi toplayın ve PKK’yı lağvedin.” (27 Şubat).

İlk yazının sonunda ikinci yazının konusunu, “Otoriterleşmenin 10 yıllık geçmişi ve bugünü, iktidarın bundan sonraki adımları hakkında bize ne söylüyor?” diye duyurmuştum. İktidarın otoriterliği hakkındaki eski yazılarımı bilenler yeni yazıda ‘otoriterliğin geleceği’ hususunda ümitli şeyler söylemeyeceğimi tahmin etmişlerdir. Fakat araya Öcalan’ın çağrısı girince, otoriterliğin geleceği tartışmasını bu gelişmeyi ve bu gelişmenin ilk bakışta vaat ettiklerini hesaba katmadan yapamazdım. O nedenle 1 Mart tarihli ikinci yazımda ‘otoriterleşmenin geleceği’ tartışmasının konusunu “Otoriterleşmenin 10 yıllık geçmişi, bugünü ve Öcalan’ın çağrısından sonra doğan atmosfer, iktidarın bundan sonraki adımları hakkında bize ne söylüyor?” diye revize etmiştim.

Şimdi o noktadan devam ediyorum.

Rasyonel bir aklın varsa sana zarar veren bir şeyi kendi iradenle terk edersin!

Öcalan’ın PKK’ya “silahı bırak ve kendini lağvet” çağrısını devletten bir şey ‘almadan’ atmış olması ihtimali birçok insana ‘anlaşılmaz’ geliyor ve zihinlerini bu muğlaklıktan kurtarabilmek için “her şey konuşuldu, Kürt tarafına nelerin ‘verileceği’ belirlendi, tepki çekmemek için şimdilik gizli tutuluyor” argümanına sığınıyorlar.

Gerçekten de ‘her şey’ konuşulmuş olabilir ve silahın bırakılıp PKK’nın kendini lağvetmesinin ardından neyin geleceği belirlenmiş olabilir. Peki bu ‘her şey,’ Kürtlerin bundan böyle bütün taleplerini ceza maddelerinin konusu olmaksızın siyasi zeminde savunma hakkı olabilir mi? Yukarıdaki tez sahiplerine göre bu ‘küçük’ şey için bu adımlar atılıyor olamaz. Öcalan, sırf bu ‘küçük’ şey için 40 yıllık örgütünü lağvedemez, silahı terk edemez.

Bu sonuca götüren çağrının ilk olarak devletten gelmiş olması bir ‘pes etme’ tablosu görüntüsü verebilir, fakat Öcalan’ın televizyonlardan okunan mektubunda yer alan görüşlerinin ne kadar eskilere gittiğini bilenler için bu görüntü gerçeği yansıtmıyor. Kürt sorunu bütün Cumhuriyet dönemi boyunca var olduğu, PKK ve silah da son 40 yılda iktidarların demokrasiyi ve özgürlükleri baskılamak amacıyla kullandıkları bir araç olduğu için, Öcalan’ın PKK’nın ve silahın artık anlamını yitirdiği yönündeki sesi duyulsun istenmedi, baskılandı.

Peki, geldiğimiz noktada neden “bir şey almadan” dahi silahı bırakmak Kürt siyaseti için doğru bir adımdır? Sebebi basit: Çünkü o silah artık bumerang etkisi yapmaktadır, yani savaştığın tarafın elinde, senin uğruna mücadele ettiğini söylediğin insanların üzerindeki baskıyı artırmanın aracına dönmüştür.

İktidar halka ‘eyvah’ dedirtecek ‘alternatif gerçek’ler yaratabilir

Peki, artık iktidarın baskı aracına dönmüş bir aracın terk edilmesi ve iktidar tarafından istismar edilmesi imkânının ortadan kalkması, otomatik olarak ülkede yumuşama yönünde gelişmelere yol açar mı?

Söylemin algı inşa etme gücü sayesinde ‘gerçek’in artık kendi başına bir şey olmaktan çok öznenin yarattığı bir şey (‘alternatif gerçek’) haline geldiği yeni dünyada, bir gelişmenin ‘doğal olarak’ şuraya ya da buraya evrileceğini, şu ya da bu sonucu doğuracağını söylemek büyük hesap hatalarına yol açabilir. Kürt barışı demokrasi için büyük bir imkân, fakat tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi otoriterliğin mezesi de olabilir. Bölgedeki hercümerci, iktidarın ‘yeni Türkiye’ hedefini ve muhalefeti baskılamak şeklindeki seçim kazanma stratejisini düşünürsek, ikincinin gerçekleşme ihtimali çok daha yüksek.

Şimdi bu başlıkları kısaca ele alalım…

Bölgedeki hercümerç, tehlikeler, fırsatlar ve İttihatçı ‘Yeni Türkiye’ hedefi

Geçtiğimiz 10 yıl iktidarın toplumda ‘eyvah’ duygusu yaratma yeteneğinin ne kadar yüksek olduğunu gösterdi. İktidar, terör kozunun elinden gitmesinden sonra halkta ‘eyvah’ duygusu yaratacak ‘alternatif gerçek’ler kurgulayabilir. Yani PKK’nın lağvı “bizi bölmek ve parçalamak” isteyenlerin tümden ortadan kalktığı anlamına gelmeyebilir. Bu bağlamda şimdilik en işe yarar malzemenin İsrail tarafından verileceği anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan daha Suriye’deki gelişmeler olmadan çok önce İsrail’in Türkiye’ye saldıracağı günlerin de geleceğini söylemişti. Kimilerince gülümsemeyle karşılansa da, o gün dahi ‘Türkiye’nin bekası’ hususunda kaygı yaratmada iş gören ‘Siyonizm tehlikesi’nin PKK’dan boşalacak boşluğu rahatlıkla doldurabileceğini söylemek abartı sayılmamalı. Cumhurbaşkanı Erdoğan en son 6 Mart’ta Beştepe’de kolluk personeline verdiği iftar yemeğinde bu konuya bir kez daha dikkat çekti: “Sultan Alparslan’ın ve Selahaddin Eyyubi’nin torunları olarak el ele gönül gönüle vererek, Siyonistlerin bölgemizde yeni ameliyatlar yapmalarına Allah’ın izniyle müsaade etmeyeceğiz.”

Bölgedeki alt üst oluşun yarattığı potansiyel tehlikeler, ülkesinde kurduğu otoriter yönetimi daha da muhkem bir aşamaya ulaştırmak isteyen bir iktidar için paha biçilmez bir fırsat. Fakat sadece ‘tehlikeleri’ değil, 2016’dan itibaren inşa edilmeye başlayan yeni İttihatçı rejime bölgedeki hercümercin sağlayacağı fırsatları da hesaba katmak lazım. Bölge liderliği gibi bir role duyduğu hevesi gizlemeyen bir iktidar, içeride disiplinli, ‘milli’, uyumlu bir toplum talep eder.

İktidarın seçim kazanma stratejisi: Kutuplaştırmayı yükselt, muhalefeti baskıla!

Erdoğan uzun bir zaman önce kendisini önünde kutuplaşmadan ve sertlikten başka bir alternatifin olmadığı bir yola soktu. Belki daha önceki bir tarihte başlamıştı, fakat ben kendi payıma bu tespiti ilk olarak “AK Parti geri dönüşü olmayan yolda mı? Evet!” başlıkla yazımda, 2019’da yapmıştım.

Hatırlayanlar olacaktır, Erdoğan’ın son beş-altı yılda attığı “yumuşama” ve “normalleşme” adımları 2019’daki tespitime inanmaya devam ettiğim için beni hiç heyecanlandırmadı, nitekim hepsinin de zaman kazanmaya ve muhalefeti sersemletmeye matuf olduğu zamanla çıktı ortaya.

Fakat sonbahardan itibaren ortaya çıkan vites yükseltme hamlesi her şeye tuz biber ekti. Şimdi artık kesinlikle anlaşıldı ki bu, iktidarın seçim kazanma stratejisidir ve özellikle bu nedenle ondan vazgeçilemez.

Şu sorulabilir: PKK önümüzdeki aylarda silah bırakıp kendini lağvederse, Öcalan’ın ‘dipnot’la ilettiği “demokratik zemin ve hukuki boyut” meselesi ne olacak?

Benim kanaatim bu yöndeki beklentilerin Erdoğan’ın seçim kazanma planıyla uyumlu bir biçimde adım adım hayata geçirileceği yönünde. Yani “demokratik zemin ve hukuki boyut” kısa vadede değil ama AK Parti’nin erken seçim planladığı 2027’ye doğru ivmelenecek bir şekilde görünür hale gelecek.

- Advertisment -