Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIMimarlık ve işgal: İsrail Filistin’e nasıl “yerleşiyor”?

Mimarlık ve işgal: İsrail Filistin’e nasıl “yerleşiyor”?

Çizilen her sınırda, İsrailli yerleşimcilerin doğal yayılımlarını sağlayacak mekansal avantajlar gözetiliyor. Su kaynakları, verimli araziler hatta ilk bakışta önemi anlaşılmayacak kıymette olan küçük tepeler ve tüm topografya ustaca analiz ediliyor, hava fotoğrafları çekiliyor ve kanunlar, maksimum verim gözetilerek İsrail lehine askıya alınıyor. Gazze’de mülteci kamplarını Haussmanvari bir yöntemle bölüp, askeri birliklerin ve araçların müdahale edebileceği yollar açan da Ariel Şaron olmuştu. 7 Ekim sonrası yaşanan süreçte, Gazze’de yine bir planlama dahilinde operasyon yürütülüyor.

“Herkes harekete geçmeli; yerleşimleri genişletmek için mümkün olduğunca çok tepeyi kapmalı, çünkü şimdi aldığımız her şey bizim olacak. Almadığımız her şey onlara kalacak.” Ariel Şaron, 1998

* Yahudi yerleşimci grubu, 1920

Mimarlık, diğer bilimlerin aksine katı ahlaki kuralları, yasaları olmayan bir alan olduğu için egemen gücün aparatına dönüşme imkanı görece yüksek oluyor. Kritik süreçlere, özgün hüviyetini koruduğu sürece dahil edilmiyor, ihmal ediliyor ve gücü azımsanıyor. Oysa planlama ve mekansallaştırma hayatın her alanında gündelik hayatı tanımlıyor ve sürekli inşa ediyor. Bu devinim, mekansal sınırlamalar ve topografyanın doğru kullanımı ile birleştiğinde ise tasarlama gücünü elini bulunduranlara görünmez bir güç sağlayabiliyor.

* Tel Aviv’in ilk binaları inşaat aşamasında , Arieh Şaron arşivi

İsrail’in Filistin’i işgalinden bahsedebilmek için işgalin nereden başladığını, İsrail’i var eden mekanların hangi planlar ve temayüller üzerine kurulduğunu anlamak gerekiyor. Bunun için tek bir tarih ve kırılma noktası vermek çok zor elbette. İlk siyonist göçlerden, 1948’e kadar devam süreç kabaca bu zemini hazırlıyor.

*https://101.visualizingpalestine.org/

İsrailli mimarlık tarihçisi Zvi Efrat’a göre stratejik planları, doğaçlamalar ve kaos ile birleştiren İsrail’in aslında bir nazım imar planı etrafında var olduğunu söylemek mümkün. 1967 savaşından önce planlamalara hakim olan profesyonel mimarlar ve planlamacılar savaş sonrası yerlerini politikacılara, generallere ve ideolojik aktivistlere bırakıyorlar. Bu tarihe kadar, İsrail’in Filistin toprak haklarına saygılı bir strateji yürüttüğünü söyleyemeyiz elbette.

* Arieh Şaron tarafından hazırlanan 1950 ulusal planı, arşiv için, www.ariehsharon.org

Aralarında, dönemin modernist duayenlerinin yetiştiği Bauhaus’tan mezun olan ve Walter Gropius’un da öğrencisi olan Arieh Şaron’nun da olduğu bir grup mimar ve planlamacının kent politikalarında etkili olabildiği, bölgesel planlamalar yapabildiği bir dönem bu. Bundan sonra yaşanan değişim mimarlığın ele alınış biçiminde köklü bir farklılık yaratıyor. Bu tarihten sonra, görece istikrarlı modernist planlamalar ve sabiteler yerini, mekanı bir tür savaş arenası ve mevzi olarak okuyan ve ona göre şekillendiren stratejik mekansal tasarım hilelerine bırakıyor. Dönemin İsrail savaş kumandanlarının aralarındaki güç savaşları, devletin, askeri başarıların popülerliği ekseninde politika üretmesine sebep oluyor. Oluşan militarist hava İsrail’in topografya ve tekniği bir silah gibi kullanan askeri mimarlığını mümkün kılıyor.

*https://101.visualizingpalestine.org/

Bu yüzden çizilen her sınırda, İsrailli yerleşimcilerin doğal yayılımlarını sağlayacak mekansal avantajlar gözetiliyor. Su kaynakları, verimli araziler hatta ilk bakışta önemi anlaşılmayacak kıymette olan küçük tepeler ve tüm topografya ustaca analiz ediliyor, hava fotoğrafları çekiliyor ve kanunlar, maksimum verim gözetilerek İsrail lehine askıya alınıyor.

Örneğin, Filistinlilere ait bir alanda 2002’de kurulan Migron yerleşimci kampı bugün 200’den fazla yerleşimciye ev sahipliği yapıyor. Arkeolojik öneme sahip ve kutsal sayılan bu alanda daha önceki girişimler engellenince, yerleşimciler bölgede telefonun çekmediğini iddia edip burası için bir anten kurma izni almayı başarıyorlar. Kendi kurdukları derme çatma anteni korumak için ordudan güvenlik görevlisi tutma izni de alıyorlar. Kurulan anten daha önce defalarca işgal ettikleri fakat bir türlü yerleşemedikleri tepeye, önce güvenlik görevlilerinin daha sonra ise ailelerinin gelmesi ile “yerleşmiş” oluyorlar. Sonrasında burası için su, elektirik gibi hizmetleri de talep ettikçe tepe bir yerleşimci kampına dönüşüyor.

Migron yerleşimci kampındaki karavanlar, 2008.

Bunun gibi, suni ve uydurma bahanelerle bugün batı şeria da ve tüm Filistin topraklarında onlarca yerleşimci kampı var. Bu yerleşimci kampları, büyüdükçe birbirini kapsayacak halkalar gibi tasarlanıp, konumlandırılıyor. Filistinlilerin köylerini zamanla yok edecek fiziksel imkanlara sahip oluyorlar ve su kaynaklarını, yolları kontrol ettikçe de alanda egemen bir lokal güç haline geliyorlar.

İsrail devletinin savaş sonrası anlaşmaları ile sahada uyguladıkları arasındaki büyük boşlukta, Filistinlilerin günden güne toprakları parça parça eriyor ve İsrail lehine doğal ve legalize edilmiş sınırlar oluşuyor.

Kudüs yakınlarında ayrım duvarı, Baz Ratner, Reuters, 2012

Batı Şeria’yı saran duvarın 1967’de anlaşılan “yeşil hat” sınırlarından geçmediği ve anlaşmaya rağmen Filistin topraklarının yüzde onunun fiilen İsrail tarafında kaldığı bilinen bir gerçek. Duvar her adımda İsraile maksimum verimi sağlayacak yolu tercih ediyor. Bazen bir tepeye çıkıyor bazen bir yerleşim kampını içine alacak geniş manevralar yapıyor. Bazen de Filisitinlilerin yaşadığı bir yerleşim yerini içine alıp, bölgeyi tahliyeye zorluyor. Bunun yanında, duvarın iç taraflarında kalan yerleşimci kamplarına ve Kudüs’e ulaşımı sağlayan köprü ve tüneller ile de Filistinlilerin arazilerinin üstünden ve altından geçiyor.

İsrail, bugün kısmi uluslararası baskıya rağmen sınırın “yeşil hat” değil, “duvar” olduğunu iddia ediyor.  Köprü ayaklarını birleşitirip buraların da sınır görevi gördüğünü düşünüyor. Milyon dolarlar harcanarak inşa edilen köprülü kavşaklar ve yüksek bariyerli duvarlar İsraillilere herhangi bir engel ile karşılaşmadan seyahat özgürlüğü sağlıyor. Filistinliler ise her geçen gün beton blokların arasında daha da sıkışıp, kendilerine yaklaşan esnek ama bir o kadar sert ve rijit olan yeni sınırlarına uyum sağlamaya çalışıyorlar. Sahip oldukları toprak tüm çevreden hatta havadan ve toprağın altından yalıtılıyor ve hayat bölgede bir çeşit panoptik hapishaneye dönüşüyor. Üstlerinden geçen köprülü yollar ve altlarından geçen tüneller ile yaşam alanlarının geometrisi kırılıyor, gündelik hayatlarının 3. boyutunu kaybediyorlar.

Bu planlama ve örgütlü kötülük hali hemen her türlü katliam ve soykırımı legalize edebilecek bir stratejiye sahip. Filistinliler, İsrailin işgal ve savaş mimarisi ile mücadele edebiecek ekipman ve teknik bilgiye sahip değiller. Bunun hukuki mücadelesini verebilecekleri bir alan da yok. Ariel Şaron’un kişisel hırslarını da kulanarak büyük bir incelik ile öncülük ettiği bu yöntem, mimariyi mekanların gözetim ve fiziksel müdahaleye açık olmalarını sağlamak üzerine düzenleniyor ve gözetlenen, hukukun adil dağıtılamadığı bir mekanlar bütünü yaratmasını sağlıyor.

Ariel Şaron, 1973 Yom Kipur savaşı

Şaron bunu yapabilmek için sınır hatlarını yeniden yapılandırıyor. Golan tepelerinden Mısır sınırlarına kadar her kritik noktayı uçaklarla gezip, kararlar alıyor ve bölgeyi gizli bir nufüs ve yapılaşma savaşı yürütürcesine dizayn ediyor. Sadece kırsalda ve sınır hatlarında değil kent merkezlerine de benzer müdahalelerde bulunuyor. Gazze’de mülteci kamplarını Haussmanvari bir yöntemle bölüp, askeri birliklerin ve araçların müdahale edebileceği yollar açan da yine Şaron oluyor.. Bu çabaları, Şaron’u yavaş yavaş iktidara taşıyor. Fakat, İsrail yerleşimciliği Şaron’nun düzenlemelerinden ibaret değil elbette, büyük oranda dağınık yerleşimci gruplarının bireysel işgalleri devlet tarafından destekleniyor ve süreç içerisinde meşrulaştırılıyor. Lobi faaliyetleri zamanla oldukça faydalı bir sonuç alma yöntemine dönüşüyor.

Givat Zeev, Ramallah yakınlarında bir İsrail yerleşimi, Ahmad Gharabli AFP

Bugün devam eden savaşta ise, Filistinlilerin mücadelesinin mimari ve tekniğin aleyhte kullanılabilecek tüm yöntemlerin kullanılarak kısıtlandığını unutmamak gerekiyor. 7 Ekim sonrası yaşanan süreçte, Gazze’de yine bir planlama dahilinde operasyon yürütülüyor.

1 Aralıkta İsrail ordusu tarafından yayınlanan bir haritada Gazze, 623 gridal bölgeye bölündü ve operasyona dair tahliye alanları bu harita üzerinden paylaşıldı. Ordu, numaralarla operasyon yapılacak alanları işaretliyor ve bu alanda yaşanan sivil kayıplardan sorumlu olmadığını iddia ediyor. Forensic Architecture’ın son yayınladığı “Humanitarian Violence in Gaza” adlı rapor bu tahliye alanlarını aşamalı bir şekilde haritalarla gösteriyor.

IDF’nin yayınladığı tahliye haritası, 6 Mayıs 2024.

Gazze, İsrailin abluka altına aldığı fakat bir türlü bütünüyle kontrol altına alamadığı bir alan. 7 Ekim sonrası başlayan operasyonlarda, Gazzenin Şifa Hastanesinin de olduğu batısından büyük oranda çekilen İsrailin, şimdi 1.5 milyona yakın insanın abluka altında yaşadığı Rafah mahallesine girmesi ile başlayan yeni operasyon dalgasının olası bir katliama sebep olması çok mümkün.

İnternet ve elektrik erişiminin bile sınırlı olduğu bir alanda, online yayınlanan ve oldukça karmaşık haritalar üzerinden tahliye alanları belirlemek, İsrailin ilerde yapılacak suçlamalara karşı savunmasının bir parçası olabilir. Bir taraflarında Mısır sınırı diğer taraflarında İsrail ordusu bulunan insanların gidebilecekleri herhangi bir alan ise kalmadı.

7 Ekim sonrası Gazze sahili, IDF.

Mekan orada yaşayıp, toprağı işleyip, hatıralar edindikçe toplum ile bağını kuruyor. Bunun uydurma hikayeler ve türlü hilelerle yapılıyor olması, İsraili Filistin topraklarında meşru kılmıyor. Hemen her yere, akla gelebilecek her yöntemle koşan İsraillilerin Filistin topraklarında günden güne yayılmasının alameti farikası belki biraz da burada yatıyordur. Evet, Şaron’un dediği gibi şimdi aldıkları her şeyi kendilerinin zanneden ve alamadıkları toprakların işgal edildiğini düşünen tehlikeli bir kurnazlık ile karşı karşıyayız.

Kaynakça,

*Ömer Keskin: Mimar

- Advertisment -