Zamanı gelmiş bir fikir, ona sahip çıkanların elinde maddi bir güce dönüşür… Zamanla toplumun anlamlı büyüklükteki kesimleri bu fikrin etrafında birleşirse buradan genellikle yeni bir iktidar çıkar; meğerki fikre sahip çıkan özne, o fikirle uyumlu olmayan siyasi basiretsizlikler sergilesin. Böyle bir durumda galip ihtimal yenilgidir ve bu gerçekleştiğinde sadece ‘özne’ değil, onun savunduğu ‘doğru’ da yara alır; çünkü umuda kapılan insanlar sadece ‘özne’den değil, onun taşıdığı ‘doğru’dan da soğurlar.
Şimdi başta CHP ve CHP’liler olmak üzere muhalefet cephesinde tam olarak böyle bir ruh hali hâkim.
Benim ruh halim de aşağı yukarı öyle; seçimlerden sonra zaman zaman kendimi büyük bir ‘doğru’yu yanlış pratikleriyle heder eden muhalefet liderliklerine (sadece Kılıçdaroğlu değil) sinir olurken buluyorum. Yine böyle bir ruh halindeyken ve onların bile savunamaz hale geldiği ‘doğru’larını savunmak amacıyla bir yazı yazmaya karar verdiğim bir anda karşıma aşağı yukarı söylemek istediğim her şeyi söyleyen bir yazı çıktı: Mesut Yeğen, “CHP’de ne değişsin?”, Perspektif, 11 Ağustos).
Parantez: Yukarıda, yenilginin sorumluluğu bahsinde “sadece Kılıçdaroğlu değil” dedim… Gerçekten de, başta İYİ Parti ve İYİ Partililer olmak üzere yenilgiyi sadece Kılıçdaroğlu’nun hatalarına bağlama ısrarı artık can sıkıcı bir pratik haline geldi. Oysa olaylar hepimizin gözü önünde cereyan etti. Bu bağlamda, mesela İYİ Parti’den istifa eden eski İzmir milletvekili Aytun Çıray’ın Meral Akşener’i “siyasi canlı bomba”ya benzetmesine (3 Temmuz), ya da 3 Mart’ta yaşanan ‘masadan kalkma’ krizi olmasa -İYİ Parti’nin 3 Mart’la birlikte dramatik ölçülerde düşen oy oranlarını hatırlatarak- Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanacağını öne sürmesine (11 Temmuz) kafadan karşı çıkılabilir mi?
Ahmet Davutoğlu örneğini de unutmayalım: O da Cumhurbaşkanının alacağı kararların beş yardımcı tarafından onaylanacağını, onaylanmadan bir karar alırsa kriz çıkacağını söylemişti; bu kadar tecrübeli bir siyasetçinin böyle bir şeyin seçmenlerde yaratacağı duyguyu kestirememesi nasıl açıklanabilir? Şimdi anlıyoruz ki Davutoğlu bu çıkışı “CHP’ye oy vermeye ikna edemeyeceği” tabanını korkacak bir şey olmadığı hususunda temin etmek için yapmış. Ölçemeyiz, belki üç beş Gelecek Partili böylece ikna olmuştur ama kimbilir kaç kararsız seçmen “buradan yönetim değil kaos çıkar” sonucuna varıp ayrıldığı limana geri dönmüştür?
Değişimciler ‘muhteva’ya neden bir türlü gelemiyor?
Mesut Yeğen, yukarıda andığım yazısında CHP’nin (ve muhalefetin) yenilgisinin, onların taşıdığı fikrin de yenildiği (yanlış olduğu) anlamına gelmediğini, CHP’deki değişimcilerin bir türlü değişimin muhtevasına gelmemelerinden (gelememelerinden) yola çıkarak çarpıcı bir akıl yürütmeyle anlatıyordu. Yeğen’e göre ‘muhteva’ya bir türlü gelinememesinin nedeni, seçimde muhalefet partileriyle birlikte ‘yenilmiş’ muamelesi çekilen ‘muhteva’nın aslında işleyebilecek, iktidara karşı alternatif olabilecek yegâne ‘muhteva’ olmaya devam etmesidir… Kendi cümleleriyle:
“CHP’de değişim tartışmasından kayda değer, kulak verilebilir bir öneri çıkmıyor, çünkü esas sorumuz ‘sana ya da bana göre Türkiye için en iyi olan nedir’ değil, Erdoğan ve Cumhur İttifakı seçimde nasıl yenilir sorusu ve Türkiye siyaseti bu sorunun optimum cevabını seçim öncesinde vermişti. CHP liderliğinin katkısıyla oluşan bu cevaba göre Erdoğan ve Cumhur İttifakı sekülerleri, milliyetçileri, Kürtleri ve muhafazakârları bir araya getiren bir demokrasiye dönüş programıyla yenilebilirdi. Bu optimum fikre göre muhalefetin daha adil, daha demokratik, daha rasyonel ve daha liyakatli bir yönetim fikrinde uzlaşması seçimlerde başarıyı getirebilirdi. CHP’nin, kurucu kodlara yapışıp kalmadan ya da saf bir sosyal demokrat parti olmaksızın temsilciliğine soyunduğu teklif buydu ve feraset sahipleri de farkında ki bu teklif geçerliliğini yitirmiş değil. Seçim sistemi aynı kaldıkça ve merkezinde AK Parti ve MHP’nin olduğu Cumhur İttifakı dağılmadıkça seçimlerde Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nı yenmenin yolu sekülerleri, milliyetçileri, Kürtleri ve muhafazakârları bir araya getiren bir siyasi cephe oluşturabilmekten geçiyor. CHP’de değişim tartışmasında kayda değer bir teklif çıkmamasının ilk sebebi bu. Ortada kayda değer, optimum bir teklifin olması.”
Yazının ana fikri bu, fakat Yeğen’in dikkat çektiği bir başka nokta da çok önemli. Ona göre, CHP’de ‘değişim’ derken esasen -ve utangaçça- liderlik ve kadro değişiminden söz eden fakat ‘muhteva’ya dair bir şey söyle(ye)meyenlerden istihza ile söz etmek doğru değil. Çünkü başka geçerli bir muhteva yok ve dolayısıyla ‘çözüm’ de bu muhtevaya sahip çıkıp onu düzgün bir pratikle savunmaktan geçiyor:
“CHP’de değişim tartışmasından kayda değer bir teklif çıkmıyor, çünkü Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nı iktidardan gönderememenin ardında CHP’nin temsilciliğine soyunduğu teklif değil, söz konusu teklifin Kılıçdaroğlu ve ekibince icra edilebilir bulunamaması var. Seçim öncesinde yapılan araştırmalar da gösteriyordu ki seçmenlerin yarısından epey fazlası Erdoğan’ın gitmesinden yanayken, yarısından çok azı Erdoğan sonrası için Kılıçdaroğlu’nu uygun buluyordu. Böyle olmakla beraber muhalefetin cumhurbaşkanı adayının Kılıçdaroğlu olması, CHP’nin temsilciliğine soyunduğu teklifin seçmene ümit ve güven vermekte başarılı olmayan Kılıçdaroğlu’yla özdeşleşmesinin ve seçim yenilgisinin önünü açtı. Kılıçdaroğlu aday olduktan sonra yaşananlar, Akşener’in gidip gelmesi, yedi cumhurbaşkanı yardımcılığı ihdas edilerek yönetim problemi çıkacağının neredeyse garanti edilmesi, buna mukabil Kılıçdaroğlu’nun icrayı hangi kadroyla yapacağını açıklamaktan imtina etmesi, bütün cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının Kılıçdaroğlu personasına yaslanması, Kılıçdaroğlu’nun ilk turdan sonra ani bir dönüşle Özdağ’a yanaşması vs., merkezinde CHP’nin olduğu söz konusu teklifin icra edilebilirliğini şüpheli kıldı ve malum yenilgiyi getirdi.”
Yeğen’in final cümleleri de şöyle:
“Bu durumda, CHP’de ne değişsin sorusuna, bütün yavanlığına rağmen, ‘o gitsin, bu gelsin’ cevabının verilmesi o kadar da anlaşılmaz olmayabilir. CHP’nin başına ‘sekülerleri, milliyetçileri, Kürtleri ve muhafazakârları genel bir demokrasiye dönüş programı etrafında bir araya getirmeyi esas alan mevcut teklifi icra edebileceği ümit ve güvenini verebilen biri gelsin’ demek, aslında o kadar da yavan bir değişim önerisi olmayabilir.”
Ben bu yazıyı çok önemli buldum, o nedenle kendi değerlendirmelerimi de katarak Serbestiyet okurları için özetledim. Tamamına şuradan ulaşabilirsiniz.