Süleymancıların lideri Süleyman Hilmi Tunahan, 1888 yılında Silistre’nin Hezargrad kasabasının Ferhatlar köyünde dünyaya geldi. Babası Hocazade Osman Efendi, tahsil hayatını İstanbul’da tamamladıktan sonra Silistre’ye dönmüş meşhur bir âlimdi. Osman Efendi çocuklarının ilk tahsillerini kendisi verdi. Oğlu Süleyman Efendi’yi, Rüştiye Mektebi’nden sonra yüksek tahsil yapması için İstanbul’a gönderdi.
Süleyman Efendi, İstanbul Fatih Medreseleri’ne geldiğinde, medresede yer kalmamıştı. Bu sebeple, bodrumda yatıp kalkıyorlardı. İmkân olmadığı için çok zor şartlar altında, mum ışığında ders çalıştılar. Çalışkan bir talebe olan Süleyman Efendi, 1916’da birincilikle diploma aldı. Ardından Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi kısm-ı âli (İlahiyat Fakültesi) bölümüne kayıt yaptırdı, iki yıl sonra mezun oldu.
Üniversite tahsilini bitiren Süleyman Efendi akademik kariyer yapmak için Süleymaniye Medresesi’ne bağlı “Medrestü’l-Mütehassisîn”e (yüksek lisans-doktora) kaydoldu. Buradaki tahsilinin ilk iki yılını tamamladıktan sonra 1918’de “İstanbul Müderrisliği Ruusu” unvanını aldı.

Süleymaniye Medresesi’ne girmeden önce Medresetü’l-Kuzât’ın (Hukuk Fakültesi) giriş imtihanını birincilikle kazanmıştı. Bunu babasına mektupla bildirdi, ancak “Üç kadıdan ikisi cehennemdedir” meâlindeki hadis-i hatırlatan babası, “Süleyman! Ben seni İstanbul’a, cehenneme gitmen için göndermedim” cevabıyla uyardı. Süleyman Efendi, babasına verdiği cevapta; maksadının hakimlik mesleğine geçmek olmayıp, devrin bütün ilimlerinde kemâle ermek olduğunu bildirdi.
1 Haziran 1920 tarihinde Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesinde müderrisliğe başladı, ancak 3 Mart 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat kanunu gereğince medreseler kapatılınca müderrisliği bırakmak zorunda kaldı. Bu durum Süleyman Efendi’nin hayatında bir dönüm noktası oldu.
İstanbul’daki müderrisler cemiyetinde hararetli tartışmalar yaşandı. O dönemde var olan 520 müderrisin görevlerine son verilecek, hükümetin uygun göreceği imamlık, vaizlik veya emeklilik gibi yeni vazifelere tayin edilecekti. Müderrisler ister istemez durumu kabullenmiş görünüyorlardı. Sadece Süleyman Efendi, bu hadisenin din ilimlerinin ve Kur’an ilimlerinin kaybolmasına sebep olacağını düşünerek diğer arkadaşlarına ikazda bulundu:
“Ey dersiamlar! Sizler bu memlekette, bugün için dinin teminatlarısınız. İkişer, üçer kişi oturup, onlara dini öğretirseniz asgari 50 sene bir-iki nesil boyu İslam’ın ömrünü uzatmış olacaksınız. Bunu yapmazsanız, huzur-u İlahide mesuliyetten yakanızı kurtaramazsınız.”
Süleyman Efendi sonunda arkadaşlarının bazılarını, “Biz, aşağıda isim ve imzaları bulunan dersiamlar, dini ve İslami ilimleri ücretsiz gönüllü okutmaya hazır olduğumuzu bildiririz” telgrafını çekmeye ikna edebildi. Fakat cevaben gelen telgrafta “Memlekette, tevhid-i tedrisat kanunu yürürlüktedir, aksine hareket eden şiddetle cezalandırılacaktır” deniliyordu.
Böylelikle Süleyman Efendi’nin müderrisliği sona erdi ve kendisi İstanbul vaizliğine atandı. Diğer müderris arkadaşları ona, “Artık hocalıkta bize ekmek kalmadı. Bize tevdi edilecek yeni mesleklere gidelim.” diyordu. O ise bu sözlere karşı çıktı: “Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık, İslam’ın tebliğ memurluğudur.”
Süleyman Efendi İstanbul vaizliğine tayin edilmekle beraber o günden sonra talebe okutmayı hayatının gayesi olarak gördü. Fakat okutacak talebe bulunmuyordu. Bazen dersiam arkadaşlarını ziyaret eder, torunlarını okutup okutmadıklarını sorardı. Onlardan, “Nerede.. böyle bir devirde nasıl okutabiliriz ki…” cevabını alınca üzülür ve kendisine verilmesi halinde okutabileceğini söylerdi. Ancak bu da kabul görmezdi.
O zor günleri şöyle anlatıyordu:
“Okutma imkânı yoktu fakat okuyan dahi bulamadım. Bir zaman geldi, mebus maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim bulamadım. Parayı alıp kaçıyorlardı, çünkü korkuyorlardı. O zaman ümidim kırıldı. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum. Bunun üzerine kızlarımı okutmaya başladım. Sonradan talebe okutma imkânı buldum. Yaşlılardan başladık, gençler daha sonra geldi.”
Süleyman Efendi bir yandan İstanbul’un değişik camilerinde vaaz ederken, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya başladı. Gedikpaşa’daki Azakzade apartmanının bodrumunda, Avukat Osman Bey, Hacı Refik, Mehmet Efendi’yle oluşan halkaya, daha sonra Biletçi Hüseyin Efendi, Tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı Hocalar dahil oldu. Peşinden Topçular’da, Kısıklı’da, Şehzadebaşı’nda halkalar oluştu.
Talebelerini işçi olarak gösteriyordu
Çok sıkı takibat altında olduğu için sıkça yer değiştirmek zorundaydı. Bir gün Şehzadebaşı’ndaki caminin müezzin odasında, diğer gün Erenköy’de bir talebesinin evinde, öbür gün bir apartmanın bodrumunda, bir sonraki gün bir başka yerde ders okutuyor, Kur’an öğretiyor, nasihat ediyordu.
“Evlâtlarım! Bugün insanların pek çokları vadilerden akan sel gibi cehenneme doğru hızla akmaktadırlar. İnsanlar bu selden kendilerine lâzım olanları kurtarmak için nasıl çırpınırlarsa; biz de ilim ve cihadla cehenneme gitmekte olan bu insanlardan elimizden geldiği kadar kurtarmaya çalışacağız.”
Fakat öyle zamanlar geldi ki, talebeyle bir yerde toplanıp okutmak imkânı kalmadı. Taksi kiralayıp İstanbul’u gezermiş gibi okutmayı denedi. Birkaç talebesi ile Haydarpaşa Gar’ından Ankara istikametine giden trene biniyor, Arifiye istasyonuna kadar ezberden ders okutuyordu. Arifiye istasyonunda iniyor, Ankara’dan gelen trene binerek İstanbul’a kadar okutmaya devam ediyordu.
1930-36 yılları arasında Çatalca’da kiraladığı Halit Paşa’nın Kabakça Çiftliğinde bulabildiği birkaç talebe ile derse başlamıştı. Bir taraftan ders okutuyor, diğer taraftan da Sirkeci’ye gelerek, Anadolu’dan bir liraya çalışmak için gelen gençlere üçer lira vererek okutmak için yanına alıyordu. Kabakça çiftliğinde beş ayrı değirmende talebe okutup derse devam ederken bu durumdan şüphelenen polisler bu kadar gencin çalışmasında bir iş var diyerek takibe aldılar. Çünkü Süleyman Efendi, talebeleri işçi olarak gösteriyordu.
Süleyman Efendi bu takipten kurtulabilmek için talebeleriyle oraya 20 km uzakta olan Kuşkay dağına gitmek zorunda kaldı. Eşya ve kitaplar sırtlarında oldukları halde orada bir kulübede derse yine devam ettiler. Ancak bunu haber alan jandarmalar Süleyman Efendi’yi Kur’an öğretirken yakaladılar.
Süleyman Efendi daha sonra Lüleburgaz’da pancar çiftliği kiraladı, çapa adı altında talebe okutmaya devam etti. Ardından Anadolu’ya geçerek Konya Ereğlisi kırlarında ve Toros dağlarının tepelerinde kurduğu mandıracılık aracılığıyla talebe okutmakla meşgul oldu. 1936 yılı yaz mevsiminde talebesi ve damadı olacak Kemal Kaçar ile tanıştı. Kaçar talebe organizyonunda en büyük yardımcısı oldu.
Ancak ne yapsa takip ve tevkiflerden kurtulamıyorlardı. 1939 yılında bir gün evinden alınarak İstanbul Emniyeti Birinci Şube’ye getirildi. Oradaki üç günlük işkenceye dostları ve yakınları da ortak edildi. Ama mahkemeye çıkarıldığında Birinci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından salıverildi.
1943 yılında vaizlik yetkisini elinden alındı. İkinci bir takip ve arkasından da tevkife uğradı. Bu defa tabutluklardaki işkence sekiz gün sürdü. Binlerce mumluk ampuller altında uykusuz günler geçirdi. Arkasından yine kefaletle tahliye oldu ve sonuçta beraat etti. Zorluklara rağmen etrafında hatırı sayılır bir halka oluşmuştu. Onlara ‘her tarafa yayılın, kurslar ve yurtlar açın’ öğüdünü veriyordu.
Takibatlar devam ettiği için sürekli yer değiştiriyor, çiftliklerde, tarlalarda, trenlerde dini tedrisat vermeye devam ediyordu.
Tren vagonunda dini tedrisat
1946 yılında Sivas’taki askeri birliğe ‘Süleyman Hilmi Tunahan ismindeki bir zât kiralamış olduğu tren vagonlarında dinî tedrisat yapmaktadır. Derhal araştırıp, yakalanıp tevkif edilmesi..’ emri gönderilmişti. Bu emir üzerine çavuş İbrahim Baştürk’ün emrine 20 asker verildi. Divriği’ye yakın bir istasyonda iki vagonun devamlı beklediğini görünce, tren istasyon şefinin yanına gittiler. Arama emrini göstererek bu vagonları arayacaklarını söylediler. İstasyon şefi biraz panikleyerek ‘o trenler arızalı, onlarda bir şey yok’ dedi.
İbrahim Baştürk yanındaki askerleri dışarı çıkardı ve kendisine: ‘Gerçekten eğer bu zât bu vagonlarda ise ikimiz beraber gidelim, haber verelim, tedbirini alsın. Ben de bir Nakşî evlâdıyım’ dedi. Böyle deyince istasyon şefi biraz rahatladı. Askerleri oradan uzaklaştırdıktan sonra ikisi tren vagonuna doğru gitti. Vagonun birinde yataklar, çuvallar içinde kuru peksimetler vardı. Diğer vagonda da Süleyman Efendi otuz kadar talebesiyle dinî tedrisat yapıyordu. İbrahim Baştürk tebligatı arz etti: ‘Efendim, böyle bir durum var. İki gün sonra bizim görevimiz bitiyor. Biz kışlaya döneceğiz, yeni ekipler vazifelendirebilirler. Siz tedbirinizi alınız’ dedi.
Süleyman Efendi çok memnun oldu. ‘Evlâdım, çok büyük hizmet ettiniz, Allah razı olsun’ diye dua etti. İbrahim Baştürk askerleri alıp oradan ayrıldı.
1950’lere gelindiğinde oluşan serbestlik havası içinde, dini faaliyetler kısmen rahatladı. 1951’de Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey’in Çamlıca’daki evinin birinci katında ilk Kur’an kursu açıldı. İlk resmi Kur’an kursu ise 1952’de Aziz Mahmud Hüdai’nin çilehanesinin yanında bulunan bir binada Üsküdar Müftülüğüne bağlı olarak faaliyete geçti.
1950’lerde, Süleyman Efendi ilerlemiş yaşına ve şekerden rahatsız olmasına rağmen, kış günlerinde bile Kısıklı’daki evinden çıkıyor, iki tramvay, bir vapur ve dört yerde yaya yürüyerek Şehzadebaşı Taştekneler’deki derslerine gidiyordu. 1954 yıllarında cuma ve pazar günleri hariç her sabah Kısıklı’dan Bulgurlu’ya yürüyüp, 6-8 saat gençlere ders vermeye devam etti.
1956’larda tekrar baskı ortamı oluşmaya başlamıştı. Destekledikleri DP’nin İçişleri Bakanı Namık Gedik, cemaat ve tarikatlara nefes aldırmıyor, CHP’nin o yıllarda yaptığı sert muhalefetten çekinen Menderes, ona müdahale etmiyordu. Said Nursi ve Nurcular, Süleyman Efendi ve Süleymancılar, diğer cemaatler ve tarikatlar hapishanelere atılıyor, sürgünlere gönderiliyordu.
Bursa Ulucamii olayı ve Kütahya Hapishanesi
1957’de Bursa Ulucamii’nde Kütahya Tavşanlı’dan Akif Efendi adlı bir şahsın taraftarları kılıçla ortaya atılıp Süleyman Efendi’nin Mehdi olduğunu haykırdılar, müdahale edenlere de saldırdılar. Yakalandıkları vakit kendilerini Süleyman Efendi’nin gönderdiğini söylediler. Bu olay üzerine Süleyman Efendi, Kütahya Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceli sorgunun ardından tutuklandı.
Süleyman Efendi, 69 yaşında olmasına rağmen 59 gün Kütahya hapishanesinde tutuldu. Kendisi, Kemal Kaçar ve içeride olan talebeleri ağır eziyetlere maruz kaldılar. Mahkemede Süleyman Efendi tarafından gönderildiklerini iddia eden kimseler, Süleyman Efendi’nin “hazirundan hangisi olduğu”nu bilemediler ve Hakim tarafından kovuldular. Süleyman Efendi 29 Ağustos’ta kefaletle serbest bırakıldı ve 8 Kasım’da beraat etti.
Süleyman Efendi, yüksek derecede şekerden dolayı 16 Eylül 1959 tarihinde 71 yaşında iken vefat etti. Hastalığının ağırlaştığı günlerde hükümetin izniyle Fatih Camiinde Fatih türbesinin yanına defnedilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak İçişleri Bakanı Namık Gedik’in emriyle Karacaahmet mezarlığında açtırılan mezara gömülmesi için yakınlarına baskı yapıldı. Cenazesi Altunizade Câmii’nin musalla taşında saatlerce bekletildi. Fatih’e defnedilmesi için yapılan teşebbüsler fayda vermedi, Altunizade’den büyük bir cemaatle yola çıkan cenaze, yolu kesilerek Karacaahmet istikametine döndürüldü. Cenaze sahipleri bu karara rıza göstermek zorunda kaldılar ve Süleyman Efendi’yi Karacaahmet mezarlığına defnettiler.

Süleymancıların Kemal Kaçar dönemi
Süleyman Efendi’nin biri erkek, ikisi kız üç çocuğu vardı. Oğlu Faruk, erken yaşta vefat etmişti. Kızlarını adı Bedia ve Ferhan’dı. 1936 yılında Süleyman Efendi ile tanışan Kemal Kaçar, 1944 yılında Süleyman Efendi’nin büyük kızı Bedia Hanım ile evlendi. Süleyman Efendi 1959’da vefat edince cemaatin lideri oldu.
Süleyman Efendi’nin 1956’dan itibaren hükümetin Cezayir politikasını eleştirmesi ve bunu cami kürsülerine taşıması, Demokrat Parti iktidarıyla arasının açılmasına neden olmuştu. 1957 seçimlerinde Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni desteklediler. Kaçar, Osman Bölükbaşı liderliğindeki CMP’nin Kütahya listesinden milletvekili adayı oldu. Ancak Bursa Ulucamii hadisesiyle Süleyman Efendi ile birlikte tutuklanınca seçime giremedi.
Kemal Kaçar, 1965’te Millet Partisi’nden, 1969’da da Adalet Partisi’nden Kütahya milletvekili seçildi. Bu dönemde cemaat siyasileşti ve her biri Adalet Partisi’nin militanı gibi faaliyet göstermeye başladı. Toplumdan uzak, kapalı, dua ederken avuçları bitişik yapan, kadınlarını Hacca göndermeyen, Cuma namazlarını yurtlarda kılan, Süleyman Demirel için koşturan bu cemaate halk Süleyman Efendi’den çok Süleyman Demirel’in cemaati anlamında Süleymancılar adını taktı.

1969 sonrası Adalet Partisi içinde başlayan Demirel muhalifi 72’ler hareketinin içinde yer alan cemaatin önemli isimlerinden Mersin Milletvekili Hilmi Türkmen, Kaçar’ın talimatını dinlemeyerek bütçe oylamasında ret oyu verdi. Ret oylarıyla 2. Demirel hükümeti düştü. Kemal Kaçar, 1973 seçimlerinde AP listesinden Kütahya’dan aday olmasına karşın seçilemedi. Hilmi Türkmen ise Samsun’dan Demokratik Parti milletvekili seçildi. Kaçar ile Türkmen arasındaki bu görüş ayrılığı, cemaatte yaşanan ilk ciddi bölünme oldu.
Bu arada Necmeddin Erbakan’ın partisi MSP de, sadece Süleymancıların değil, diğer cemaatlerin de hedefindeydi. CHP’nin karşısında AP’yi bölecek, CHP’yi tekrar iktidar edecek kaygısıyla Erbakan’a şiddetli muhalefet ediyorlardı. CHP’nin yeni lideri Bülent Ecevit’in halk nezdinde popüler hale gelmesini dehşetle izliyorlardı. CHP-MSP koalisyonu kurulunca MSP’yi, “yeşil komünist” olmakla, anarşistleri affetmekle, solcuları iktidara getirmekle itham ettiler. Bu eleştiriler 1977 yılı seçimlerinde MSP’nin oylarının düşmesine yol açtı.
Kemal Kaçar, 1977 seçimlerinde AP’nin İstanbul listesinden milletvekili seçildi. 12 Eylül darbesi olduğunda bir buçuk yıla yakın Antalya’da tutuklu kaldı. Askeri yönetim 1982’deki anayasa referandumunda “Evet” oyu vermesi karşılığında cemaatin mal varlıklarına el konulmayacağını söyledi. İşkencelerden ve evinde yaptığı konuşmaların kasetinin önüne konulmasından sonra kabul etmek zorunda kaldı. Yeni partiler kurulunca 1983’de MDP’yi, 1987 seçimlerinde ANAP’ı desteklediler. 1991 seçimlerinde Doğru Yol Partisi’nin yanında oldular, cemaatin önde gelen isimlerinden İsmail Amasyalı DYP Kocaeli listesinden milletvekili seçildi.
1995 seçimlerinde yeğeni Arif Ahmet Denizolgun Antalya’dan Refah Partisi milletvekili adayı olunca yıllarca mücadele ettikleri Erbakan’ın Refah Partisi’ni destekleme kararı aldılar. 2000 yılında vefat eden Kaçar’ın cenazesi, bir milyona yakın kişinin katılımıyla Karacaahmet Mezarlığı’nda, Süleyman Efendi’nin hemen yanı başındaki kabrine defnedildi.

Birbirine düşman iki kardeş: Mehmet Beyazıt ve Arif Ahmet
Süleymancıların RP’yi desteklemesi ve Arif Ahmet Denizolgun’un RP macerası uzun sürmedi. Arif Ahmet Denizolgun 28 Şubat sürecinin ardından Mesut Yılmaz Başbakanlığında kurulan Anasol-D hükümetine partisiz Ulaştırma Bakanı olarak atandı. Oğlu olmayan Kemal Kaçar’ın vefatından sonra Arif Ahmet Denizolgun cemaatin yeni lideri oldu.
Süleyman Hilmi Tunahan’ın küçük kızı Ferhan Hanım, Hüseyin Kamil Denizolgun ile evlenmiş, bu evlilikten Mehmet Beyazıt Denizolgun, Arif Ahmet Denizolgun ve Gülderen Kuriş dünyaya gelmişti. Cemaat liderliği için iki erkek kardeşten küçük olanı Arif Ahmet Denizolgun tercih edilmişti. Anneleri Ferhan Hanım’ın tercihi de böyleydi.
Ama ağabey Mehmet Beyazıt Denizolgun bunu kabullenmedi. Kardeşi cemaatin lideri ilen kendisi Ak Parti’nin kurucular kurulu üyeleri arasında yer aldı. Onun AK Parti’de siyaset yapmaya başlamasıyla, cemaatteki pek çok isim AK Parti’ye üye olmuştu. Ancak Arif Ahmet Denizolgun’a bağlı Süleymancılar, bu isimleri engellemek için binlerce “Bu kişileri aday yapmayın!” faksları çektiler. Lider Arif Ahmet Denizolgun, abisinin kendisine rakip olmasını istemiyordu. Mehmet Beyazıt Denizolgun 2002 seçiminde milletvekili seçilirken Arif Ahmet Denizolgun Anavatan Partisi’nden aday oldu ama kazanamadı. Bu cemaatte büyük hayal kırıklığına yol açtı. Arif Ahmet Denizolgun, onca uyarılara, gönderilen fakslara rağmen abisini milletvekili yapan Erdoğan’a düşman oldu.
Bu süreçte Ferhan Hanım, büyük oğlu Mehmet Beyazıt Denizolgun’a mesafe koydu, yıllarca kendisiyle konuşmadı. Cemaat içinde söylenenlere bakılırsa, annesi hastanedeyken hastaneye alınmadı. 2004 yılındaki vefatında cenazeye bile alınmadığı yönünde konuşanlar var.
2007 seçiminde Arif Ahmet Denizolgun bu defa DYP ile birleşen Demokrat Parti’den Antalya 1. sıra adayı oldu. Cemaatin bütün imkânları Demokrat Parti için seferber edilerek sıkı bir propaganda yürütüldü. Cemaatin yurtları Demokrat Parti’nin seçim ofisi gibi çalıştı. Fakat yine seçilemedi.
İki seçimde de kazanamaması, lideri olduğu cemaatin sanıldığı kadar güçlü olmadığı veya liderini dinlemediği yorumlarına yol açtı. Yeniden milletvekili seçilen Mehmet Beyazıt Denizolgun ise bir yandan kurslar ve yurtlar açıyordu. Liderliğin onun hakkı olduğunu düşünenler, yanında yer alıyordu. İki kardeş cemaati bölmüştü.
Süleymancılar CHP’yi desteklemeye başlıyor
2009 yerel seçimlerinde Süleymancılar, Antalya’da AK Parti’nin karşısında ilk kez CHP’yi destekledi. Ancak bu destek tabanda şok etkisi yaptı ve büyük tepki gördü. Süleyman Efendi’nin “CHP’ye bırakın oy vermeyi, muhabbet beslemek bile imanı götürmeye kafidir” sözleri dilden dile dolaştı, yazılar yazıldı. Tüm tepkilere rağmen cemaat 2014 seçimlerinde de Antalya’da CHP’ye olan desteğini sürdürdü. Çünkü hükümet ile Fetullahcıların kavgası başlamış, 17-25 Aralık süreci yaşanmış, Fethullahçıların artık Ak Parti karşıtı olmasıyla, büyük oy kaybı yaşanacağı kanaati oluşmuştu. Fakat Ak Parti oyunu %38,4’e çıkardı, CHP %23’de kaldı. Fetullahçıların ve Süleymancıların desteği CHP’ye %1 bile artış getirmemişti. Aynı yıl yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklediler.
İki kardeşin kamuoyuna yansıtmamaya çalıştığı mücadele 2016 yılına kadar sürdü. 15 Temmuz darbe girişiminde Arif Ahmet’in liderlik yaptığı grup, “Sokağa çıkmayın, askere karşı gelmeyin” mesajlaşmaları yapınca, Süleymancılar “İkinci FETÖ” muamelesine maruz kaldılar. Kamuoyunda ciddi anlamda Süleymancıların da üstüne gidileceği görüşü oluştu. Süleymancılar sıra bize geldi tedirginliği yaşarken, 8 Eylül 2016’da Arif Ahmet Denizolgun vefat etti. Cenaze töreninde ilk kez toplu halde mavi takke taktılar. Cemaatin yeni lideri Ferhan Hanım’ın kızı Gülderen Kuriş’in oğlu Alihan Kuriş oldu. Mehmet Beyazıt Denizolgun, kardeşinin ölümünün şaibeli olduğunu iddia ederek Alihan Kuriş’i suçlamaya başladı.

Mehmet Beyazıt Denizolgun ve oğlu Fatih Süleyman Denizolgun onlara Kurişi cemaati adını verdiler ve dünyanın en büyük terör grubu olarak itham ettiler. Bu suçlamalara ve Süleymancılara FETÖ gibi üzerine gidilecek beklentisine rağmen hükümet cemaatin üzerine gitmedi, Cumhurbaşkanı Erdoğan cemaate açıktan eleştiri getirmedi.
Erdoğan Nurcuların neredeyse tamamını Fethullahçılara karşı yanına almışken, başka bir cemaatin üstüne gitmeyi gereksiz buluyordu. Kendisi çocukluğunda Süleymancı kurslarına gitmiş, annesi de Süleymancılara yakınlık duymuştu. Ayrıca Süleyman Efendi’yi seviyor, takdir ediyordu. Bunun dışında Erdoğan’ı destekleyen Süleymancılar da vardı.
Hatta hükümetin dinî yapılara tanıdığı imtiyazlardan Süleymancılar da yararlanıyordu. Hükümetin Diyanet’in çerçevesinde kolaylaştırdığı her şeyden onlar da faydalandı. Süleymancı kurslarının bütün iaşeleri devlet tarafından karşılanıyor, onlar ise hem bu iaşeyi alıp hem de Erdoğan aleyhine konuşuyordu.
Mehmet Beyazıt Denizolgun hastalıklarla boğuşması nedeniyle oğlu Fatih Süleyman Denizolgun bayrağı devir aldı ve 2018 yılında Ak Parti’den milletvekili seçildi. Alihan Kuriş ise siyasetle ilgili görünmedi ama cemaatini Ak Parti hariç diğer partilere oy vermeye yöneltti.
2018 Genel Seçimleri’nde Meral Akşener ve İYİ Parti’yi desteklediler. Yerel seçimlerde ise AK Parti’nin karşısındaki en güçlü aday kimse ona oy verdiler. Örneğin İstanbul, Ankara ve Antalya’da CHP desteklenirken, Güneydoğu’da HDP’nin desteklendiği iller bile oldu. Bu karar da cemaatin içinde çeşitli tepkilere yol açtı.
2019 yerel seçimde, Alihan Kuriş’in cemaati, İstanbul’da CHP adayı Ekrem İmamoğlu’na destek verdi ve İmamoğlu İBB Başkanı seçildi. Geçmişinde Süleymancılık olduğu söylenen İmamoğlu’nun kazanması Alihan Kuriş’in cemaatinde büyük bir sevince yol açtı. Dualar edildi, kurbanlar kesildi.
Ancak onlara yönelik bazı tavırlar bu seçimden sonra kendini göstermeye başladı. Antalya’da Süleymancı yurtların ve kursların kurban toplamaları yasaklandı. Yardım amaçlı düzenledikleri kermesler jandarma tarafından basıldı. Özellikle Anadolu’da “Süleymancılara kurban derisi yok” kampanyası yaygınlaştı ve etkili oldu. Artık çoğu evden kurban derisi alamadıkları gibi, gittikleri kapılarda hakaretlere uğruyorlardı. Yaptıkları kermesler de tepki görüyor, bazı yerlerde talan ediliyordu. Kurslara, yurtlara ve okullara eskisi gibi öğrenci gönderilmiyor, sadaka-bağış-zekat gibi yardımlarda büyük düşüş yaşanıyordu.
Bugüne gelirsek, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, ardından İBB’de yolsuzluk iddiasıyla Silivri cezaevine konması olayında Alihan Kuriş’in Süleymancılarının sıkça anılması, Erdoğan’ın Süleymancıları ima ettiği söylenen konuşması, o cemaati diken üstünde tutuyor. Fatih Süleyman Denizolgun ise o cemaatin “FETÖ’den beter bir terör ögütü” olduğunu daha sık söylüyor, kuzeni Alihan Kuriş için terörist başı nitelemesi yapıyor.
Bir yandan her an gelebilecek bir operasyon endişesi, bir yandan Süleyman Efendi’nin torunları arasında yaşanan aile içi savaş, diğer yandan cemaat içinden savcılara bilgi aktaran kişilerin olması, Süleymancılara bugüne kadar hiç yaşamadıkları günleri yaşatıyor.