İlk çıkışı Lama Abbas adında yandaş bir kadın gazeteci yaptı. Facebook sayfasından bir video yayını yaparak özellikle muhalif cenahta çok ses getirdi. Suriye halkının yaşadığı vahim koşullardan uzun uzun bahsetti ve bu durumu doğrudan siyasi otoriteye bağladı. Artık insanlar açlıktan kırılma noktasına gelmiş, elektrik ve sudan mahrum, üstüne üstlük şehir caddelerini kesen askeri denetleme noktalarına haraç ödeme belasına maruzlardı… Yakıt kıtlığı bir yandan insanların evlerinden çıkıp işlerine gitmelerini engellerken, az miktarda bulunduğu durumlarda fiyatları ateş olup ceplerini yakıyordu.
Ve “hükümetmiş, millet meclisiymiş, isterseniz liderliğin (liderlik sözü, resmi dilde cumhurbaşkanı yani bizzat Beşşar Esed anlamında kullanılır) kendisi bile, bırakın çözümler üretmek, karşımıza çıkıp bizi teselli edecek lafı bile esirgiyorlar.”
Abbas bununla da kalmadı, insanları açıkça başkaldırmaya çağırdı: “Birinci tokatı yediniz, suskun kaldınız; ikinci ve üçüncü tokatları da aynı suskunlukla karşıladınız; sonra sağ kolunuzu kestiler, yine bir ses çıkmadı sizden. Sol kolunuzu da kestiler, sonra sağ ve sol bacaklarınızı da birer birer kestiler, yine aynı suskunlukla karşıladınız. Böyle olunca da artık size hiç itibar etmemeye karar verdiler. Sen kendini böcek olarak görüyorsan, seni ayaklarıyla ezmelerine şaşırmamalısın! Ne zamana kadar böyle sessizce bizi ezmelerine seyirci kalacağız? Başını kaldır ve ‘hayır’ diye haykır! Artık yerlerde sürünüyoruz, bulunduğumuz durumdan daha aşağısı kalmadı, kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmadı…”
Bu, yandaş mahallede bir ilkti. Gerçi geçen yıllarda, sadece sosyal iletişim mecralarında değil, rejimin resmi yayın organlarında bile ekonomi ve kamu hizmetleri konularında hükumete ya da şu veya bu bakana, valiliklere, yerel yönetimlere falan görece sert eleştiriler yöneltenler oluyordu ama hiç kimse ne siyasi konulara, ne de özellikle ‘liderliğe’ yaklaşıyordu. Bu da rejimin işine yarıyordu, çünkü kötü şartları gerçekte hiçbir otoritesi olmayan odaklara mal etmek, gerçek otoritenin merkezindeki ‘liderlik’ ve yakın çevresini sorumluluklarından muaf tutma anlamına da geliyordu.
Abbas liderliğin yanı sıra rejimin müttefikleri olan Rusya ve İran’a da ateş püskürüyordu: “Sözde müttefiklerimiz bu en zor durumumuzda yardım eli uzatmıyorsa, demek ki müttefik değiller, ülkemizin topraklarını kendi çıkarları için işgal eden güçlerdir” deyip “Madem savaş zaferimizle sonuçlanarak bitti, bu işgalcilerin ülkemizde ne işi var?” diye saydırmaya devam ediyordu.
Abbas video yayınını akşam saatlerinde yaptı. Ardından sosyal iletişim mecralarında kıyamet koptu. Muhalifler bu beklenmedik yayını paylaşırken yandaş kesim ona ateş püskürüyordu. Onu kalleşlikle, satılmışlıkla, terör seviciliğiyle suçlayanlar oldu. Resmi makamlar ise sessiz kalmayı yeğledi. Ama daha birkaç saat geçmeden, sabahın ikisinde Abbasların kapısı çaldı. Gelen bir emniyet görevlisiydi, Abbas’tan kendisiyle gelmesini, emniyetteki bir subayın onu ‘görmek’ istediğini söyledi.
Lama Abbas, oğlu ve kızıyla beraber görevliye yüklendi: “Saat sabahın ikisinde kapımı çalıyor ve elinde resmi bir sevk belgesi olmadan beni götürmek istiyorsun. Seni gönderen subaya söyle, beni görmek istiyorsa kendisi buraya gelsin!” Kızı, ‘Lama Abbas’ı tutuklarsanız yerine binlerce, milyonlarca Lama Abbas çıkacaktır!’ dedi, oğlu ise görevliyi resmen kovdu. Ve bu olup bitenleri cep telefonuyla görüntülü ve sesli kaydeden kızı videoyu hemen Lama’nın Facebook sayfasında yayınladı ve herkes de olanları seyredebildi.
Bu ikinci video yayını muhalif ortamlarda ters tepti: Esed rejimi Muhaberat’ı ne zaman bir muhalifi tutuklamaya geldiğinde bu kadar nazik davranıyordu? Bir düzine silahlı adam evi istila ederek içerdeki her şeyi alt üst ettikten sonra istenen kişiyi yakasından tutup merdivenlerden alaşağı sürükleyerek, sille tokat hırpalayarak, anasına avradına sayıp söverek, pijamasında ve yalınayak götürürlerdi. Bütün bunlar 2011’de patlak veren halk ayaklanmasından önce de olağan bir ‘prosedür’ gibiydi. Ama bu tarihten sonra daha vahim bir duruma dönüştü, bazı durumlarda sadece istenen kişiyi değil evdeki herkesi götürmeye kadar varıyorlardı.
Muhaliflerce Lama Abbas ile çocuklarının cesur davranması, emniyet görevlisinin nezaketi ve Abbas’ı götüremeden ayrılıp gitmesi ailenin ‘güçlü’ durumuna yoruldu. Çünkü o bir yandaştı ve bir Alevi yandaş! Muhaberat diğer insanlara yakıştırdığı ‘normal’ davranışı ona karşı yapamazdı.
Bu yorum kısmen doğru olsa da, rejim başka türlü düşünüyor olabilir. Çünkü 2011’de ayaklanma başladığında az sayıda olsa da muhalif duruş sergileyen Aleviler de rejimin baskısından paylarını almış, ülkeden kaçmak zorunda kalmışlardı. Ama şimdi durum çok farklı ve rejim de yeni şartları göz önünde tutarak davranmak zorunda.
Hem rejimin kendisi, hem de ülkenin kontrol ettiği bölgeler siyasi ve ekonomik açıdan çok zor şartlarla karşı karşıya, Arap Ligi’nin ona sunduğu çözüm alternatifini, onu tatmin etmekten uzak olduğu için, kabul etmiş görünse de pratikte elinin tersiyle reddetmiş durumda. Dolayısıyla Arap ülkelerinden beklediği mali yardım musluğunun, istenen hiçbir şeyi yapmadığı (uyuşturucu ihracatını durdurmak, mültecilerin güvenlik bakımından güvence altında ülkeye geri dönmelerini kabul etmek, BM Güvenlik Konseyinin siyasi geçişi içeren 2254 sayılı kararı çerçevesinde bir çözüm sürecini başlatmak gibi) sürece açılmayacağını biliyor.
Yegane müttefikleri olan Rusya ve İran’ın da ona zor ekonomik şartlarını biraz hafifletebilecek hiçbir yardım sunmayacaklarını, başta ABD olmak üzere Batı bloğunun da yaptırımlarını sürdüreceğini ve gittikçe daha da sertleştireceklerini bildiği için istediği en son şey kontrol ettiği bölgelerde yeni bir halk başkaldırısı olacaktır. Hele bu başkaldırı yandaş çevrelerden, bilhassa Alevi toplumundan gelecekse son ‘meşruiyet’ unsuru olan, ‘toplumsal bir tabanı olduğu’ gerekçesini kaybedecektir. Daha da kötüsü, çoğunluğu Alevi kökenli istihbarat ve şebbiha teşkilatlarının, aynı kökenden gelen insanları bastırmak konusunda ne dereceye kadar itaatkar davranacakları koca bir bilinmez olarak rejimin karşısında duruyor. Ve bu da elini kolunu büyük ölçüde bağlayacak, 12 yıl önceki sivil ayaklanmayı ateşle püskürtme stratejisini tekrarlamasını zor kılacak gibi görünüyor. Buna bir de Rusya gerçeğini eklemek gerekiyor: 2011’de ayaklanmayı şiddet ve aşırı şiddet kullanarak bastırmaya (İran’ın da teşvikiyle) karar verebiliyordu; şimdi ise Rusya’dan yeşil ışık almadan bunu yapamaz durumda. Rusya ise kendi kontrolünde bir siyasi çözüme varmak istiyor, yani Esed’in inisiyatifiyle yapılacak bir çözüm. Bu da Esed’in kendi toplumsal tabanını, ne kadar dar olursa olsun, muhafaza etmekten geçiyor.
Nitekim Lama Abbas tutuklanmadı ama ciddi olarak tehdit edilmiş görünüyor, bunu da ilk videosundan sonra sözlerini kısmen geri alan ve artık yayınlarını durduracağını söylediği yeni bir yayınından anladık.
Bu günlerde Lama Abbas vakası çok gerilerde kalmış görünüyor, çünkü onun açtığı ‘yeni muhalif’ diyebileceğimiz çizgiye yeni Alevi kökenli sesler eklendi ve daha sert yayınlar peş peşe gelmeye başladı. Dahası bu durum bireysel düzlemden toplu örgütlenmelere evrildi. Ülkenin güneyinde El Suveyde ilinde ise 2011’i hatırlatan gösterilere kadar vardı.
Bunları da ikinci bir yazıda ele alacağım.