Günlerdir Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier’in Türkiye’ye ziyareti gündemde. Göreve geldiği 19 Mart 2017 tarihinden beri Türkiye’ye ilk kez resmî ziyaret gerçekleştiren Steienmeier’in Türkiye’ye yanında getirdiği 60 kiloluk dönerden İstanbul’a ayak bastığında İstanbul Valisi Davut Gül tarafından karşılanmasına; Sirkeci Garı’nı ziyaretinden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüşmesine kadar her bir adımı tartışma konusu oldu. Tüm bu tartışmaların karşısında İstanbul fotoğraflarında Steinmeier’in bir vapurda tüm bu spekülasyonları umursamadan İstanbul Boğazı’nı hülyalı bakışlarla izlediği görülüyordu.
Steienmeier’in ziyareti hem Alman hem de Türkiye kamuoyunda büyük oranda magazinsel yönleriyle ele alınıyor. Tüm bu magazin malzemesinin arkasında ise iki ülke arasındaki diplomatik sınav ve aşılması zor gerginlikler var.
Steinmeier’in beklenenin aksine Ankara yerine İstanbul’a inmesi ve burada Alman kamuoyunun “Erdoğan karşısındaki büyük umut” olarak nitelendirdiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüşmesi, Berlin’in Türkiye’deki muhalefete desteğinin açık bir göstergesi.
TAZ Gazetesinden Jürgen Gottschlich’e göre bu buluşmanın arkasında finansal bir destek potansiyeli de var. Gottschlich, Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından yönetilen İstanbul ve Ankara metropollerine yönelik merkezi hükûmet kaynaklarının kısıldığı bir dönemde Avrupa’dan gelebilecek fonların muhalefet için büyük önem taşıdığı görüşünde.
Almanya, kendi siyasi pozisyonunu en azından muhalefetin elindeki İstanbul ve Ankara’da güçlendirmek özleminde. Bu, bir yanıyla “Batı” bloğunun Türkiye’nin dış politika tercihleriyle zıt düştüğü dönüm noktalarıyla da ilintili bir özlem. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı savaşta Türkiye’nin Moskova ile ilişkilerini sıcak tutması ve bu yönüyle Batı bloğundan büyük oranda ayrışmasına bir de İsrail’in Filistin topraklarında sürdürdüğü savaş karşısında saflarını sıklaştıran ABD ve AB ülkeleri karşısında Erdoğan’ın Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye ile görüşmesi var. Almanya’nın Orta Doğu’da “adil ve kalıcı barış” ile ilgili tasavvurlarıyla Türkiye’nin bu konudaki pozisyonu, birbirine taban tabana zıt.
Askerî teknolojilere yönelik yatırımlarla Türkiye’nin silahlanma konusunda Batı’ya olan bağımlılığı büyük oranda düştü. Bir yanıyla Ukrayna’ya silah sevkiyatı yaparken diğer yanda Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmaması Türkiye’yi Batı bloğu karşısında ikircikli bir konuma zaten sokmuştu.
Buna bir de Türkiye’nin Gazze ile ilgili dış politika söylemi eklenince, başta Almanya ile mevcut ayrımın daha da devasalaştığını söyleyebiliriz. Almanya 7 Ekim’de İsrail’e yönelik terör saldırıları sonrasında İsrail’le sınırları olmayan bir dayanışma sergilerken, Filistin halkına yönelik katliamları ve doğrudan İsrail savaş kabinesinden çıkan ırkçı, katliam yanlısı ve ultra nasyonalist söylemlere kör kalmayı ve Almanya’daki Filistin’e yönelik dayanışma eylemlerini kriminalize etmeyi tercih etti. Buna karşılık, Türkiye Hamas’ı terör örgütü değil de bir “kurtuluş örgütü” olarak konumlandırmayı tercih ederek Orta Doğu politikasını uluslararası hukuk temelli bir söylemden “inanç kardeşliği” söylemine doğru kaydırmayı tercih etti. Bu durum, Batı bloğu ile ayrışmayı ideolojik damarlarla besleyen farklı bir faktör daha oldu.
Dolayısıyla iki ülke arasındaki ayrımın her bir krizde daha da ideolojikleştiğini ve bunda suçlunun her zaman Almanya olmadığını da buraya ekleyelim. Hem Almanya hem de Türkiye’de hukuk ve adaletten uzaklaşmanın açtığı boşluk; hamaset, ideolojik saplantılar ve jeopolitik ilgilerin cazibesiyle dolmuş durumda. Almanya, Uluslararası Adalet Divanı’nda Nikaragua’nın açtığı davada Gazze’deki soykırıma rağmen İsrail’e silah sağlamak ve böylece soykırıma destek olmakla suçlanırken, Steinmeier’in İstanbul ziyaretinde “Masumiyet Müzesi”ni gezmesindeki ironi buna bir örnek teşkil edebilir. Bunun tam karşısına da Türkiye’de hukuki mekanizmanın büyük ölçüde içinin oyulduğu bir bağlamda uluslararası topluma “hukuk” çağrısının yapılmasını koyabiliriz.
Bir Gastrodiplomasi Hamlesi Olarak Döner
Steinmeier’in döneri Türkiye ziyaretinin ana simgesi oldu. Alman Cumhurbaşkanı’nın Alman ekonomisine senede 7 milyar avroluk bir girdi sağlayan döneri “onurlandırması” belki dostane bir jest olarak yorumlanabilir. Kendisinin döneri “Türk-Alman günlük yaşam kültürünün bir parçası” ve “Alman mutfağından ayrılamayacak bir yemek” olarak tanımlaması da bu yönüyle olumlu bir çaba. Fakat bu jestin gerçekten de isabetli bir “gastrodiplomasi” hamlesi olup olmadığı bir soru işareti.
Steinmeier’in Sirkeci Garı’nı ziyaret ederek onurlandırmak istediği misafir işçi jenerasyonu ve yüzyıllara dayanan köklü Türk-Alman ilişkilerinin dönere indirgenmesi başka bir açıdan da oldukça isabetsiz: Alman Neonazi terör örgütü NSU’nun elini kolunu sallayarak Almanya’da katlettiği Türk esnaflara yönelik ırkçı cinayetler Almanya’da “Döner Cinayetleri” gibi çirkin bir isimle anılmıştı. Steinmeier’in Türkiye ziyaretinde koronavirüs aşısını bulan Türkiye kökenli bilim insanlarını veya Alman film sektöründe köklü bir yere sahip Türkiye kökenli yönetmenleri değil de bir fast food ürünü olan döneri onurlandırmak istemesinin oryantalist bir bilinçaltına işaret ettiğini söylesek, herhâlde abartmış olmayız.
Almanya’da güçlü bir ırkçılıkla mücadele mekanizmasını tesis etmeden, kurumsal ırkçılıkla hesaplaşmadan ve de İsrail-Filistin savaşı karşısında Almanya’daki Müslüman toplulukları kriminalize ettikten hemen sonra Sirkeci Garı’nda “aramızdaki köklü ilişkiler”den bahsetmek, oldukça talihsiz bir duruş. Steinmeier’in koca bir döner balyasının önünde kılıçla döner keserek kamuoyuna sunmak istediği misafirlerini doyuran sevecen dede imajı, Türk-Alman ilişkilerini ideolojiler üstü bir bağlama oturtmaya hizmet etmiyor.
Her iki ülkenin ilişkilerinin son 20 yılına damga vuran büyük diplomatik skandallar, iniş-çıkışlar ve büyük krizler döner yiyerek değil; hem Türkiye hem de Almanya’nın sahip olduğunu iddia ettiği değerlere yönelik politikaları uygulama azmiyle aşılabilir. Belki de bunun ilk adımı, ele talkın veren tarafın önce kendi yuttuğu salkımın farkına varmasıdır.