Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI‘Türkiye’nin emperyal vizyonu’ 15 Temmuz 2016’dan sonra kurulan ittifakın ‘kuruluş senedi’nin maddelerinden...

‘Türkiye’nin emperyal vizyonu’ 15 Temmuz 2016’dan sonra kurulan ittifakın ‘kuruluş senedi’nin maddelerinden biri miydi?

Son iki yazımda Erdoğan’ın yıllardır ısrarla dile getirdiği “Türkiye’nin Misak-ı Milli meselesi”ni bir kez daha hatırlattım ve özetledim. Bunlar, işin olgusal yanı. Bu son yazıda ise olgulardan yola çıkıp bir iddia öne sürmüş oluyorum. Diyorum ki, 2016’da başlayan Misak-ı Milli kararlılığı çok büyük bir ihtimalle Erdoğan’ın darbe girişiminden sonra devletle kurmak zorunda kaldığı ittifakın bir çıktısı olarak, yeni İttihatçı kadroların ısrarıyla hayatımıza girdi. Böyle olup olmadığını belki ancak ileride ‘anılar’ kaleme alındığında öğrenebileceğiz.

Bir yazı başlığı için kabul edilemeyecek uzunlukta olmasaydı, 23 ve 27 Aralık tarihli yazıların devamı olan bu yazının başlığı için ikincisinin sonunda sorduğum soruyu seçerdim. Yani:

“Türkiye’de 2015-2016’dan sonra kurulan ittifakın ‘kuruluş senedi’nin bir parçası da devlet içindeki ittihatçı güçlerin Misak-ı Milli’yi kuvveden fiile çıkarmak talebi miydi acaba?”

Bana bu spekülasyonu öne sürme cesareti veren şey, daha önce defalarca hatırlattığım gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz’un hemen ardından “Türkiye’nin bir Misak-ı Milli meselesinin olduğu”nu dile getirmesi ve sonrasında bunu sık sık tekrar etmesi oldu.

Oysa Erdoğan 11 yıllık başbakanlığı (2003-2014) ve iki yıllık cumhurbaşkanlığı (2014-2016) dönemi boyunca bir kez bile “Türkiye’nin Misak-ı Milli meselesi”nden söz etmemişti. Google’a “Erdoğan” ve “Misak-ı Milli” sözcüklerini birlikte yazıp tarih aralığı olarak da 2003-2016’yı seçtiğinizde karşınıza sadece Erdoğan’ın şu ya da bu vesileyle Anıtkabir’deki Misak-ı Milli Kulesi’nde bulunan defteri imzaladığı haberleri çıkıyor. Yani bu dönem boyunca Erdoğan için Misak-ı Milli sadece bir kulenin adı. Oysa aynı taramayı 15 Temmuz 2016 sonrası için yaptığınızda “Erdoğan: Misak-ı Milli Hedeflerimizi Koruyamadık…”, “Erdoğan: Misak-ı Milli’mize yeniden sahip çıkmak zorundayız…”, “Erdoğan, ‘Misak-ı Milli’yi anlarsak Musul’u da anlarız’ dedi” gibi başlıklarla karşılaşıyorsunuz. (Bazen de bu meseleyi hatırlatan benim yazılarımla… Başka bir söyleyişle, Erdoğan’ın çok anlamlı bir tarihte başlattığı, sonra da peşini bırakmadığı bu hikâyeyi bu yıllar boyunca benden başka kimse anlamlı bulmamış; halen de öyle.)

İşte sözünü ettiğim o yazılarımın birkaçında, Erdoğan’ın Misak-ı Milli meselesini, konuşmalarında olduğundan çok daha vurgulu biçimde dile getirdiği imzalı bir yazısına yer vermiştim. Ne var ki “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan” imzalı bu yazı az satışlı ‘butik’ bir derginin önsözü olarak yayımlandığı için hiçbir habere konu olmamıştı, yani ‘kamuoyunun’ bilgisi dışındaydı fakat hiç kuşkusuz hepsinden önemliydi.

Hayır, bu önem, Misak-ı Milli vurgusunun bu defa imzalı yazı suretinde dile getirilmesinden kaynaklanmıyordu, derginin ‘özel’ bir dergi olmasından kaynaklanıyordu. Eski milli eğitim bakanlarından Hasan Celal Güzel yönetiminde yayımlanan Yeni Türkiye ‘sıradan’ okurlara değil devlet içindekiler de dahil olmak üzere kanaat önderlerine hitap eden bir dergiydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan imzalı önsöz, işte bu derginin Misak-ı Milli özel sayısı için kaleme alınmıştı (Mart 2017). Derginin sunuşunda şöyle deniyordu: “Yaklaşık bir asır sonra yeniden gündeme gelen ‘Mîsâk-ı Millî’ (Millî Yemin), kalplerimizde hiç kapanmamış bir yaradır. Yakın dönem Türk tarihinin ‘Kızıl Elması’ olan Mîsâk-ı Millî, bilimsel ve akademik makalelerle çeşitli açılardan tahlil edilmiştir. Özel Sayımız kendi alanında hazırlanmış önemli çalışmalardan bir tanesidir.”

Erdoğan da önsözünde Birinci Dünya Savaşı’nın “aslında hâlâ sona ermediğini” söylüyor, “kapanmamış bir parantez”den söz ediyor ve bunun “kilidinin” de Misak-ı Milli olduğunu hatırlatıyordu.

Erdoğan konuyu bazen de Misak-ı Milli’yi telaffuz etmeden, fakat “yüz yıl öncesine” gönderme yaparak gündeme getiriyordu. Mesela 2020’de, Suriye ordusunun Soçi anlaşması sınırlarının gerisine çekilmesi için verilen sürenin dolmasına iki saat kala paylaştığı Twitter mesajında (29 Şubat) bir kez daha “yüz yıl öncesi”ne atıf yaptı ve bundan sonra yaşanacakların en az yüz yıl önce yaşananlar kadar önemli sonuçlar doğuracağını söyledi:

“Türkiye, bugünü ve geleceği bakımından tarihi ve hayati bir mücadele içerisindedir. Neticeleri en az 100 yıl önceki kadar büyük olacak bir mücadeleden, ülkemizin ve Milletimizin menfaatlerini koruyarak zaferle çıkmak için gece gündüz demeden çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”

Nevzuhur Misak-ı Milli ısrarının derin tarihsel arka planı

Erdoğan’ın anlamlı bir tarihsel anda başlattığı ve ardından ezber ettiği Misak-ı Milli ısrarını iç politikaya dönük bir hamaset hamlesi sayıp geçebilirdik, fakat bu ısrarın tarihsel arka planını hesaba kattığımızda böyle davranmak zorlaşıyor, çünkü bu arka plan bize Misak-ı Milli’nin devletin aklından hiç çıkmadığını, şartlar olgunlaştığında Misak-ı Milli’nin toprak taleplerini de içeren ‘sert’ ya da sadece bölgesel nüfuz tesis etmeyi amaçlayan ‘light’ biçimlerinin gerçekleştirilmesinin bir ‘kızıl elma’ olduğunu gösteriyor. Bu amacın ciddiyetini en iyi Ecevit’in ölümünden (2006) bir yıl önce söylediği şu sözler kanıtlıyor: “İsmet İnönü, genel sekreteriyken beni çağırıp ‘Şartlar elvermiyordu biz alamadık. Şartlar elverdiğinde Türkiye’nin Musul’u topraklarına katması uygun ve gerekli olacaktır. Bunu hatırından çıkarma’ dedi.”

Ecevit o açıklamasında “o zaman şartlar elvermiyordu, şimdi oluşmuştur” da diyordu. Milliyet yazarı Fikret Bila bu açıklamadan sonra Ecevit’i evinde ziyaret edip, konuşmasının özellikle bu bölümüne açıklık getirmesini isteyince Ecevit şu cevabı vermişti:

“Benim şartlar oluştu derken kastettiğim şudur: Türkiye, Kuzey Irak’a girmezse Kuzey Irak Güneydoğuya inecektir. Kuzey Iraktaki Kürtler siyasi olarak tek çatı altında toplanıyor, buna Güneydoğudaki Kürt kökenli vatandaşlarımızın da iştirak etmesi isteniyor. Söz konusu olan bu. Eğer tek çatı altında toplanma gerçekleşirse, geriye bağımsızlık ilanı kalır. Bu Türkiye’nin parçalanması anlamına gelir. Bunun işaretleri görünüyor. Türkiye’nin önlemini alması gerekir. Eğer geç kalırsa, bölünmeye sürüklenir. Ben geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanına çıkarak bu kaygımı ve bu görüşümü aktardım.” (Milliyet, 4 Ocak 2005).

İşte şimdi, devlette derin kökleri olan bu ‘kutsal’ amacın yeniden ve kuvvetli vurgularla tekrar gündeme getirildiğine şahit oluyoruz. Bölgesel alt üst oluşlar, bölgede tarihi iddialara sahip devletler için fırsatlar ve tabii riskler içerir. O nedenle, Misak-ı Milli’nin yeniden ve bu defa ısrarla dile getirilmesi şaşırtıcı sayılmamalı.

Son iki yazımda Erdoğan’ın yıllardır ısrarla dile getirdiği “Türkiye’nin Misak-ı Milli meselesi”ni bir kez daha hatırlattım ve özetledim. Bunlar, işin olgusal yanı. Bu son yazıda ise olgulardan yola çıkıp bir iddia öne sürmüş oluyorum. Diyorum ki, 2016’da başlayan Misak-ı Milli kararlılığı çok büyük bir ihtimalle Erdoğan’ın darbe girişiminden sonra devletle kurmak zorunda kaldığı ittifakın bir çıktısı olarak, yeni İttihatçı kadroların ısrarıyla hayatımıza girdi.

Böyle olup olmadığını belki ancak ileride ‘anılar’ kaleme alındığında öğrenebileceğiz.  

- Advertisment -