Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIYa saçmaladığımı gösterin ya siz de bir şey söyleyin… Konu: ByLock, soru:...

Ya saçmaladığımı gösterin ya siz de bir şey söyleyin… Konu: ByLock, soru: Yüz binlerce kişilik gizli örgüt iletişim aracı olur mu?

Yaygın görüşe göre ByLock’çular ikiye ayrılır: a) ‘Morbeyin’ vb programlarla iradeleri dışında uygulamaya girmiş görünenler ve b) gönüllü katılımcılar. Birinciler ‘ByLock mağduru’dur ve mağduriyetleri giderilmelidir, ikinciler örgüt üyesidir ve cezalandırılmalıdır. Ben, ByLock’un ona gönüllü olarak katılanlar için de suç teşkil edemeyeceğini söylüyorum. Bir gizli örgüt, en mahrem sırlarının yüz binlerce kişi tarafından paylaşıldığı bir platform kurar mı?

Birkaç yılda bir, bana çok önemli ve apaçık gibi görünen, fakat kimse ilgilenmediği için bazen kendimden kuşku duyduğum bazı sorular beliriyor kafamda. Hatta bu kategorideki yazılarıma “Ya saçmaladığımı gösterin ya siz de bir şey söyleyin” gibi bir disiplin başlığı bile uydurdum. Bu başlıklardan biri de ByLock. Fakat benim ByLock sorunum bu uygulamayı kullanmadığı halde şu ya da bu hata nedeniyle kullanmış gibi görünenlere dair değil; onu herkes sorun olarak kabul ediyor zaten. Ben ByLock’un, ona gönüllü olarak katılanlar için de suç teşkil edemeyeceğini söylüyorum ve vesile çıktıkça bu görüşümü bir daha, bir daha anlatıyorum. Bir şey olacağından değil; kendi yazı tarihime not düşmek için… Zamanı gelip de “iltisaklı”, “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek”, “aynı baz istasyonundan sinyal vermek” gibi suç gerekçelerini hatırlayıp da “neler olmuş bu ülkede ve ben hiçbir şey yazmamışım” dememek için…

Bu defaki ByLock vesilesi, bir Levent Mazılıgüney yazısı…

Levent Mazılıgüney’in ikna gücünü retorikten değil bilgiden alan, muhtemel muarızlarının muhtemel itirazlarını -sanki sorulmuş gibi- önceden peşin peşin cevaplayarak ilerleyen yazılarını dikkatle izliyorum.

Serbestiyet’teki son yazısı, ezeli konusu ByLock hakkındaydı. Mazılıgüney, konuya bu defa 18 Ocak 2022 Çarşamba günü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire’de görülen Yalçınkaya/Türkiye başvurusunun duruşması vesilesiyle dönmüştü.

Yüksel Yalçınkaya Kayseri’de bir öğretmendi. Terör örgütü üyeliği suçlamasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştı. Ceza ByLock kullanımı iddiasından verilmişti. AİHM’deki Türk yargıç Saadet Yüksel de Büyük Daire duruşmasında heyetteydi. Mazılıgüney, “son derece donanımlı bir hukukçu” diye tanımladığı Saadet Yüksel’in sanık Yüksel Yalçınkaya’ya yönelttiği, epeyce de ihsas-ı rey kokan bir soruya çok şaşırmıştı: “Başvurucunun 6 farklı tarihte 308 defa sunucuya bağlandığını gösteren HTS CGNAT kayıtları hakkındaki bilirkişi raporları… Başvurucu bu mahkemenin tüm bu bulguları bir kenara bırakmasını mı istiyor?”

Mazılıgüney, bu soru karşısındaki şaşkınlığını şöyle ifade ediyor: “Büyük Daire panelini izlediğimden bu yana, hâlâ nasıl olur da 308 satırdan ibaret olan CGNAT kayıtları ByLock sunucusuna 308 bağlantı olarak anlaşılabilir diye düşünüyor ve mantıklı bir cevap bulamıyorum.”

Mazılıgüney, benim dahi anlayabileceğim bir şekilde anlatmış, “308 satırdan ibaret olan CGNAT kayıtlarının ByLock sunucusuna 308 bağlantı olarak anlaşılamayacağını…”

Burada aktarmayacağım, isterseniz Mazılıgüney’in yazısına göz atabilirsiniz, ama sizi temin edebilirim: Yazıyı okuduğunuzda, “308 satırdan ibaret olan CGNAT kayıtları”nın ByLock sunucusuna değil 308 kere, bir kere bile bağlandığınızın kanıtı olmayabileceğini net olarak anlıyorsunuz.

Yani anlayacağınız Yüksel Yalçınkaya (da) bir ByLock mağduru.

Mazılıgüney daha sonra ‘ByLock mağduru’ olmanın başka kaynaklarından söz ediyor ve bunların başında da tabii ki Morbeyin geliyor. Yani mesela siz şarkı dinlediğinizi zannederken altta işleyen ve sizi sizin ruhunuz duymadan ByLock sunucusuna bağlayıveren meşhur program… Malum, Morbeyin’in marifetleri Mazılıgüney’in de katkısıyla açığa çıkarıldı ve bu sayede ByLock kullanmadığı halde kullanmış gibi işlem yapılan 11 bin 480 kişi aklandı.

Levent Mazılıgüney ByLock mağduru olmanın muhtelif yollarını anlattığı yazısının sonunda şöyle bir soru soruyor: “(…) Daha, ByLock sunucusuna gerçekten bağlantı oldu mu aşamasındayız. ByLock kullanılıp ne yapılmış, yemek tarifi mi, aşk mektubu mu, dedikodu mu, darbe planı mı aşamasını hiç sormayalım mı?”

İşte bu paragraf, 15 Temmuz’un (2016) ardından yazdığım birkaç yazıda sorduğum bir soruyu bir kez daha tetikledi zihnimde. Gerçekten: Yüz binlerce insanın katıldığı bir platformda ne konuşulur ve öyle bir platform nasıl gizli örgütün iletişim ağı olabilir?

Bu paragrafın bana verdiği ilhamla bir kez daha sorduğum soru, hatırlayalım, şöyleydi: ByLock mağdurları derken hep iradesi dışında bu programa dahil edilenler (Morbeyin kurbanları) ya da hata sonucu sanki ByLock kullanıcısıymış gibi gösterilenler anlaşılıyor. Bu yaklaşım, ByLock’un gönüllü kullanımının kullananı ‘suçlu’ yaptığını örtük olarak kabul ediyor. Acaba öyle mi? ByLock’a gönüllü olarak katılmak katılanı otomatik olarak örgüt üyesi yapar mı?

“Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gülen organizasyonu için “Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet” formülasyonunu ilk olarak 22 Ekim 2015’te, Hukuki Araştırmalar Derneği heyetini kabulünde kullanmıştı. O sözlerin devamında yer alan “Bakıyorsun tabanda ibadet var, ortada ticareti görüyorsun, ama tepede, tavanda ihaneti doğrusu tespit edememenin zaafı içinde olduk” cümlesini, birçokları gibi ben de Gülenciliğe karşı mücadele ederken “teşkilat” ile sempatizan ağına karşı farklı tavırlar geliştirileceği biçiminde yorumlamıştım.

Buna göre, devlet, Cemaat örgütlenmesinin tavandaki “ihanet” boyutu ile tabanda yer alan ve o boyuttan haberdar olmayan geniş kesimler arasında fark gözetecek; ince ayarlı yaklaşımlarla, “tavan”ın propaganda ağına malzeme sağlayacak uygulamalara girişmeyecekti.

Erdoğan bu değerlendirmeyi yaptığında henüz 15 Temmuz darbe girişimi olmamıştı. Dolayısıyla, 15 Temmuz’da, Cemaat’in “kriminal” tavanının Cemaat tabanının şaşkın bakışları arasında sahne aldığı koşullarda Hükümetin bu ayrımı titizlikle yapıp, tabanla tavanın ayrışmasını teşvik eden bir mücadele çizgisi izlemesini ummak makul bir beklentiydi; ilk haftalar ben de öyle bir beklenti içerisindeydim.

17-25 Aralık sonrası: Devletin ‘FETÖ teröristi avı’nda olta balıkçılığından ağ balıkçılığına…

Fakat bu ‘naif’ bakışı nakzeden yaklaşımlar aslında 17-25 Aralık’tan itibaren görülmeye başlamıştı.  Savcılar, iktidardan gelen telkinler ve yol göstermelerin ışığında 17-25 Aralık’ı bir kırmızı çizgi olarak belirledi ve o tarihten sonra Gülen organizasyonunun bankasıyla, okullarıyla, yayın kuruluşlarıyla vb ilişkisini devam ettirmeyi suç kategorisi içine alan bir iddia retoriği geliştirdi. “Terör örgütüne üyelik” için esas alınan bu ilişkiler, devletin ‘FETÖ teröristi avı’nı olta balıkçılığıyla ağ balıkçılığı arasındaki fark kadar genişletti.

Böyle bir suçlama karşısında hemen akla gelen şu savunma çizgisi tabii ki geçersiz sayıldı: “Madem bu bankalar, bu okullar vb terörist bir organizasyonun parçasıydı, neden devlet 17-25 Aralık’tan sonra bunları yasaklamadı? Vatandaşların, devletin ‘yasal’ saydığı kurumlarla ilişki kurması nasıl ‘suç’ oluyordu?” (Mesele sonra anlaşıldı: Evet, bu kuruluşlar yasaldı ama fark eder mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan 17/25 Aralık’ın milat olduğunu söylememiş, televizyonlardan bunu açıkça ve defalarca ilan etmemiş miydi?)

15 Temmuz 2016 sonrası: ByLock ve devletin ‘FETÖ teröristi avı’nda ağ balıkçılığından trol balıkçılığına

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden iki ay kadar geçtikten sonra, artık “FETÖ” olarak adlandırılan Cemaat örgütlenmesine karşı mücadelenin yukarıda tarif ettiğim “ince ayarlar”dan yoksun bir biçimde, “koy çuvala” tarzıyla yürütüleceğine dair ciddi emareler ortaya çıkmaya başladı.

Fakat bankaya para yatırma, okulda öğretmenlik etme gibi ‘suç’ gerekçeleri trol balıkçılığında olduğu gibi tabanı kazıyarak tamamını ‘avlama’ imkânı vermiyordu. Bu gerekçelerle belki binlerce kişi cezalandırılabilirdi, fakat ihtiyaç on binlerce kişinin cezalandırılmasıydı. Çare ByLock’ta bulundu.

Cep telefonunda Gülencilerin şifreli haberleşme programı ByLock tespit edilenlerin “terör örgütüne üye” sayılmaya başlaması, devletin ‘FETÖ teröristi avı’nı ağ balıkçılığı ile trol balıkçılığı arasındaki fark kadar genişletti. ‘FETÖ teröristleri’ artık binlerle değil 10 binlerle ‘avlanıyordu…

Burada kesiyorum. Sonraki yazıda şu iki sorunun cevabını arayacağız:

Birinci soru: Bir gizli örgüt, en mahrem sırlarının yüz binlerce kişi tarafından paylaşıldığı bir platform kurar mı?

İkinci soru: Birinci soruya “örgütün sırları bu platformda fâş edilmiyordu; burası, ‘taban’ın aidiyet duygularını pekiştirdiği bir yerdi” gibi bir cevap veriliyorsa, o takdirde bu kişilerin tamamı nasıl örgüt üyesi olmakla suçlanır?

- Advertisment -