Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIYardım duygusunu şeytanlaştırmak ve bundan siyasi zarar görmemek!

Yardım duygusunu şeytanlaştırmak ve bundan siyasi zarar görmemek!

Pandemide gördük, daha sonuçlanmadı ama depremde de görmekteyiz: Siyasetçiler kendilerinden olmadığını düşündüklerinin yardım gayretlerini şeytanlaştırıyor ve fakat bundan siyasi bir zarar görmüyorlar; taraftarları onları ayıplamıyor. Bir toplumun ahlaki ayarlarındaki bozulmanın büyüklüğünü bundan daha iyi ne anlatabilir? Peki neden böyle oldu? Neden böyle oluyor?

Pandeminin ilk aylarında, iktidarın belediyelerin halkın yardımına koşma çabalarına engel olmaya karar verdiği, bu amaçla banka hesaplarına gönderilen bağışlara el koyacağı haberini ilk olarak bir Twitter hesabında gördüm. Altında ‘bunlar’ın ‘işte böyle insanlar’ olduğunu haykıran kıyamet gibi yorum vardı.

İnanmadım.

Sosyolojimizin, ‘bunlar’a tepki duyan laik-seküler kısmının bazen kapıldığı abartılı ruh hallerinden birinin daha sergilendiğini düşündüm. Biri ortaya bir laf atmış, duyguları zaten patlamış birileri de o hesaba misafir gelmiş olmalıydı. Varsayımıma duyduğum inanç o kadar güçlüydü ki, söylenenin doğru olabileceğini bir an bile düşünmeden, ertesi gün yalan olduğu tabak gibi açığa çıkacak bu ‘dezenformasyon’u ilk ortaya atanın amacı üstüne tefekküre daldım. Aslında cevabı biliyordum, o nedenle ‘tefekkür’ kısa sürdü: “Dezenformasyonun ‘ilk etki’sinin gücü” konusunda bilgi sahibi olan birinin marifeti olmalıydı bu. Buna göre, bir dezenformasyonun ipliği isterse birkaç saatte pazara çıksın, istendiği kadar yalanlansın, ilk zokayı yutanların çok büyük bir bölümünün bundan haberi olmuyor, dolayısıyla da ilk duyduklarının-okuduklarının ‘doğru’ olduğuna inanmaya devam ediyorlardı.

Heyhat ki zokayı yutanın bizatihi ben olduğum ertesi gün çıktı ortaya. Gerçekten de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu talimat vermiş, insanların belediyelere gönderdiği yardım paraları bloke edilmişti.

Habere -çaresizce- inanmıştım ama şimdi de bir iktidarın böyle devâsâ bir ‘hata’yı nasıl yapabildiği kurcalamaya başlamıştı zihnimi. Evet, bu ancak ‘hata’ olarak adlandırılabilirdi, çünkü dünyanın en halis duygularından birini şeytanlaştırıp bundan büyük siyasi zarar görmemeyi düşünmek ancak hatalı bir değerlendirme sonucunda mümkün olabilirdi. Şimdi, gerek iktidarı destekleyen kanaat önderleri gerekse ona oy veren milyonlar “yok artık, bu kadarı da olmaz” diyerek güçlü bir itiraz geliştirecekler, iktidar da böyle bir ‘hata’yı biz nasıl yaptık diye dövünecek, belki de kararını geri alacaktı.

Heyhat ki bu değerlendirmemin de tıpkı birincisi gibi hatalı olduğunu anlamam için birkaç hafta geçmesi yetti. Gördüğüm şey şuydu: Ne iktidarın ‘kanaat önderi’ kılıklı temsilcilerinde ne de tabanında bir tepki vardı. Sonraki aylara, yıllara baktığımda da gördüğüm şey şu oldu: Hayır, iktidar “yardım edeceksen devlet üzerinden et, yok öyle paralel maralel” tavrından dolayı siyasi bir zarara uğramadı, taraftarları onu ayıplamadı.

Peki neden böyle oldu? Neden böyle oluyor? Ne kadar tatmin edici olduğunu bilemeyeceğim kendi cevaplarıma biraz sonra gelmek üzere hadisenin deprem felaketi temelli taze versiyonlarından bir demetle mevzuyu güncelleştirmeye çalışacağım. Üç örnek vereceğim…

Birinci örnek: Yıllardır sürdürdüğü yardım çalışmalarıyla halkın büyük teveccühünü kazanmış Haluk Levent’in AHBAP organizasyonu, bir iktidar kanalında AK’çı-ulusalcı kırması bir zevat tarafından topa tutuldu (aslında bu, sosyal medyada birdenbire başlayan anti-AHBAP alevlenmenin parladığı andı, yani öncesi de vardı): Haluk Levent de kim oluyordu, devlet dururken ona ne oluyordu, 1 milyar lira parayı yönetebilir miydi?

İkinci örnek: Tabii ki Devlet Bahçeli’nin 14 Şubat’ta partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma: “Devleti bir kenara itip, ahbap çavuş ilişkileriyle yardım toplanması, bu kapsamda paralel bir hat kurulması devletin inandırıcılığını bir nevi gölgelemektir. Devletin ve hükümetin hakkını teslim etmek lazımdır. Devletin yapamadığı ne vardır da Ahbapçılar, Babalacılar akbaba gibi kanat çırpmaktadır. Bu sahtekârların Türk televizyonlarında artık yer almaması lazımdır. Devleti acz içinde gösterircesine sosyal medyaya üşüşenler bindikleri dalı kestiklerini ne zaman anlayacaklardır?” (Buna İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun dünkü taze sözlerini üçüncü örnek niyetine ekleyelim: “Devletle eş koşmaya çalışan varsa elbette ki gereği yerine getirilecektir.”)

Bu defa pandemi dönemindeki şaşkınlığımı yaşamadım, Bahçeli’yi, Soylu’yu dinledikten sonra, “nasıl oluyor da dünyanın en halis duygularından biri olan ‘yardım’ı şeytanlaştırıp bundan büyük siyasi zarar görmemeyi düşünüyorlar” diye sormadım. Çünkü pandemi dersinden öğrenmiştim ki, hayır, siyasi zarar görmüyorlar.

Neden böyle oluyor?

İşte şimdi geldik meselenin zor yanına… Evet, nasıl oluyor da zarar görmüyorlar? Nasıl bir sosyolojiye, nasıl bir inanca, nasıl bir zihniyete hitap ediyorlar ki siyasi zarar görmeyeceklerini düşünüyorlar? Ve haklı çıkıyorlar?

Soruyu şöyle de sorabiliriz: Bu siyasetçilerin hitap ettiği insanların yardım ve yardımseverliğe dair duyguları toplumun öbür kesimlerinden farklı olmadığına göre, yani onlar da bu değere pozitif bir önem atfettiğine ve öbürleri kadar yardımsever olduğuna göre, hangi duygu bundan daha üstün gelip onu bastırmaktadır? Ki bu nedenle yardımseverlik duygusunu şeytanlaştıran kendi siyasetçilerini cezalandırmayı düşünmemektedirler.

Kanımca iki nedeni var bunun.  

Birincisi daha kapsayıcı, köklerini derin zihniyet kalıplarından alan bir duygu: Büyük zorluklar karşısında esas olarak devlete güvenme, her şeyin devlet üzerinden yürütülmesini onaylama, devlet dışı (devletin onay vermediği) inisiyatiflerin, ‘ayrı baş’ çekmelerin devletin çabalarını sekteye uğratacağına inanma… Kısaca ‘devletim her şeyi halleder’ duygusu… Ataerkillikle otoriterlik karışımı bir zihniyet kalıbının belirlediği devlet-toplum ilişkisinden neş’et eden bir duygu; uzun uzun üzerinde durmaya sanırım gerek yok. Mottosunu da söyleyip geçiyorum: Büyük zorluklar güçlü otoritelerle aşılabilir, merkezkaç (sivil) inisiyatifler otoriteyi zayıflatır ve güçlüğü aşmada zaafa yol açar.  

Kanımca, yardım duygusunu şeytanlaştıran siyasetçilerin bundan siyasi zarar görmemesinin ikinci nedeni kutuplaşma. Bunun üzerinde biraz durmak istiyorum.

Toplumsal kutuplaşmanın aşırı biçimlerini bir savaş hali gibi düşünmek ve savaş koşullarının ahlaki ölçülerinin bu ölçüde kutuplaşmış toplumlarda da geçerli olduğunu varsaymak yanlış olmaz (bir parça abartıyla).

Böyle toplumlarda kutuplaşmış siyasi taraflardan her biri, kendi destekçilerine, karşısındakinin fıtratı gereği ‘iyi bir şey’ yapmayacağını, yapamayacağını söyler; tıpkı savaşta düşmanın ‘iyi bir şey’ yapmasının mümkün olmaması gibi. Ola ki bir işgalci dış güç savaş sırasında mesela elektriği ve suyu olmayan köylere elektrik ve su götürmeyi planlasın… Düşmana karşı direnen milli güçler ne yapar böyle bir durumda? “Aman iyi, vatandaşlarımız rahat etsin biraz” mı der yoksa bütün gücüyle bu planlamayı sabote etmeye mi kalkar? Tabii ki ikincisi.

Kutuplaşmış toplumlarda iktidarın ve muhalefetin birbirlerine karşı geliştirdiği “iyi şeyleri destekleriz, yanlış bulduğumuza karşı çıkarız” söylemi sahte bir söylemdir. Gerçek şudur ki, dil öyle dese bile beyin “Allah kahretsin, yine sempati toplayacaklar” der.

Kutuplaşmış toplumlarda ‘zayıf kutup’un (muhalefetin) ‘güçlü kutup’un (iktidarın) yapacağı ‘iyi şey’leri engelleme gücü yoktur; elinden gelse engeller. Buna karşılık iktidarın muhalefetin yapmayı planladığı ‘iyi şeyler’i engelleme gücü vardır. Ve gördüğümüz gibi engellemektedir.

Sanıyorum iktidar mantığı ‘paralel’ yardımları engelleme kararına şöyle bir sorudan kalkarak varıyor: Acaba hangisi bana daha az zarar verir? Yardımsever muhaliflere, belediyelere engel olmamak, ellerini tutmamak ve onların bundan sağlayacağı yarara, sempatiye razı olmak mı, yoksa elimden geldiği kadar engellemek mi?

Tabii ikinci şıkkın maliyeti var, iktidar muhakkak o soruyu da soruyordur kendisine: Engellersem, kendi tabanımın da tepkisini çeker miyim, “yok daha neler” dedirtir miyim?

İşte bu muhasebe sonucunda iktidara kendi dışındaki yardımları engelleme, yardımseverleri şeytanlaştırma kararını almada en büyük cesareti toplumun aşırı ölçüde kutuplaşmış olması veriyor.

Yukarıda sorduğum soruyu bir daha hatırlayalım:

“Bu siyasetçilerin hitap ettiği insanların yardım ve yardımseverliğe dair duyguları toplumun öbür kesimlerinden farklı olmadığına göre, yani onlar da bu değere pozitif bir önem atfettiğine ve öbürleri kadar yardımsever olduğuna göre, hangi duygu bundan daha üstün gelip onu bastırmaktadır? Ki bu nedenle yardımseverlik duygusunu şeytanlaştıran kendi siyasetçilerini cezalandırmayı düşünmemektedirler.”

İşte bunu sağlayan ‘güçlü’ duygunun adı kutuplaşma: “Bizimkiler onları (‘düşmanı’) engelleyerek iyi yapıyor, yoksa takdir kazanırlar ve bu da onları siyaseten güçlendirir…”  

Buna bir de ‘devletim’ duygusunu ekleyin… Sonuç: iktidarın “yardım edeceksen devlet üzerinden et, yok öyle paralel maralel” tavrından dolayı siyasi bir zarara uğramaması, taraftarlarının onu ayıplamaması…

- Advertisment -