İki yıl kadar önce “Öç alma duygusu yaratmadan gidemeyen iktidarlar” diye bir bahis açmış, son yıllardaki performansıyla AK Parti’nin de bu kategoride sağlam bir yer edindiğini söylemiştim.
Başlığından da anlaşılabileceği gibi maruz kalanlarda öç alma duygusu yaratacak seviyeye gelmeden bitmeyen, bitirilemeyen bir baskı biçiminden ve onu uygulayan bir iktidar öznesinden söz ediyordum o yazılarda.
Eh, toplumun yarısında böyle duygular yaratan bir iktidarın, iktidarı kaybetmesinden sonra rövanşist tepkilerle karşılaşması, temenni edilmese de şaşırtıcı olmamalı.
Peki, madem böyle bir sonuç doğuruyor ve madem iktidardan uzaklaşmak er veya geç bir kader; bu durumda neden iktidardakiler sonlarını düşünerek baskılarına gem vurmuyorlar ya da vuramıyorlar? Geri dönüşü zorlaştıran hatta bir noktadan sonra imkânsız kılan zorbalık biçimleri mi var? Ya da belirli bir dozdan sonra geriye dönüş mümkün olmuyor mu?
Geri dönüşü imkânsız kılan duygu: Korku
Böyle iktidarların baskılarının bir kartopu gibi durmaksızın büyümesi kaçınılmaz mı? Cevap: Bir noktadan sonra, evet. O nokta, baskıcı iktidarın, iktidarı kaybettikten sonra öç duygusunun harekete geçireceği rövanşist hamlelerle karşılaşmasının kaçınılmaz olduğuna inanmaya başladığı noktadır. O noktadan sonra başlayan şey varoluş (beka) kaygısıdır çünkü. (Tabii burada iktidarın kendi bekasından söz ediyoruz.)
Peki AK Parti o noktaya geldi mi? İktidarın bir tür varoluş kaygısı yaşadığını ve bu koşullarda istese de mevcut kartopuvari baskı mekanizmasını durduramayacağını söyleyebilir miyiz?
Bu soruya iki yıl önce “evet” cevabı vermiştim; o nedenle şimdi belki “evet, evet, evet” demeliyim.
Yine, o zaman bu sorunun cevabının devamında söylediklerimi belki şimdi her satırın altını çizerek tekrarlamalıyım:
“İktidarın bu noktadan sonra, hissettiği korkuyu kendisini destekleyenlerin de korkusu haline getirmekten başka yapabileceği bir şey yok. Bu da iktidarın en iyi bildiği, başarıyla uygulayabildiği bir şey.
“İktidara yakın eski arkadaşlarımdan bazılarının, bugün onayladıkları şeyleri gerçekten onaylamalarının imkânsız olduğunu biliyorum. İşte o zaman onların tavırlarını belirleyen şeyin de yukarıda anlattığım korku olduğuna inanıyorum. Böyle anlarda onların da bir varoluş kaygısı yaşadığını, iktidarın gitmesinden sonraki hayatlarını ‘karanlık’ olarak tahayyül ettiklerini ve iktidarın bütün baskılarını bu nedenle onayladıklarını düşünüyorum.
“Artık şu noktadayız; Erdoğan yakın destekçilerine de kendisini destekleyen geniş kitlelere de şöyle soruyor: Bugüne kadar elimden geldiği kadar korudum, kolladım sizi. Ben olmasaydım, benden önceki 80 yılda nasıl yaşasaydınız öyle yaşayacaktınız. Onlardan aldım, size verdim. Şimdi ise verecek bir şey kalmadı. Şu anda sizin de benim de en büyük zenginliğimiz, elimde gördüğünüz şu çekiçtir. İktidarda kalabilmek için onu kullanmak zorundayım ve önümdeki çiviyi kımıldayamayacak kadar derine çakmak zorundayım. Beni destekleyin, yoksa bu cendereden çıkamayız.”
“Yargılanacaksınız” hangi değirmene su taşıyor?
Gördüğünüz gibi ben de tepemizdekinin, tıpkı kendisinden önceki gibi öç alma duygusu yaratacak kadar baskıcı ve had bildirici bir iktidar olduğunu kabul ediyorum. Fakat bütün öç duygularımızı tatmin etmeye çalıştığımız bir dünya nasıl bir dünya olur? Orada huzurlu bir toplumsal hayat söz konusu olabilir mi? Öç almanın ‘nöbetleşe’ hale geldiği bir ülkede huzur olur mu?
Tabii burada nerede duracağı belli olmayan; söz gelimi iktidarın siyasi tercihlerini ya da iktidar lehine yazıp çizenlerin yazılarını ya da konuşmalarını da ‘suç’ ve ‘yargılama’ kapsamına almaya varabilecek çığırından çıkmış bir “yargılanacaksınız”dan söz ediyoruz. Yoksa adalet adına yapılması gerekenler vardır fakat orada da ölçü bellidir: Hukuka ve yasalara aykırı tasarruflar.
Ölçü bu olunca, iktidara oy verenlerin korkmasını, çekinmesini gerektirecek bir şeyin olmaması gerekir, fakat gerçek ne yazık ki böyle değil. Onlar da korkuyor ve iktidar da onların bu korkularını kullanıyor.
Bunun nedeninin, iktidarın ve iktidar destekçilerinin “bakın bunların bütün derdi hepimizi yargılamak, kazanımlarımızı kaybettirmek” propagandası olduğunu sananlar yanılır. Onlar, o propagandaya gerek kalmaksızın korkuyorlar.
Peki neden “yargılanacaksınız”cıların “Bizim işimiz AK Parti’ye oy verenlerle değil, onların korkması için bir neden yok, biz sadece hırsızlıkların, yolsuzlukların, hukuksuzlukların birinci dereceden sorumlularından hesap soracağı” sözleri inandırıcı bulunmuyor da iktidarın onlara telkin ettiği “Görüyorsunuz neler diyorlar, görün işte, biz gidersek sizin için getirdiğimiz bütün kazanımları kaybedeceksiniz” korkularının etkisi altında kalıyorlar?
Hiç şüphesiz en temelde bunun nedeni, “yargılanacaksınız”da ifadesini bulan öfkenin sadece somut hırsızlıklar, yolsuzluklar, hukuksuzluklarla değil; yüzeye çıkması ancak bilinçli çabalarla engellenebilen -bazen de engellenemeyen- ‘kimlik antipatisi’ ile ilgili olduğuna dair köklü inançtır.
Güven -bunu kendi mikro tecrübelerimizden de biliriz- berhava etmenin çok kolay, yeniden inşa etmenin çok zor olduğu bir duygudur. Bu nedenle, güveni yeniden kazanmak isteyen, karşısındakine hatasını kabul ettiğini samimi bir alçakgönüllülükle göstermeli, sabırlı davranmalıdır. Kaybedilmiş güveni yeniden kazanmak birkaç şık hareketle ulaşılabilecek bir sonuç değildir. Zaten en büyük yanlış da bu noktada çıkar ortaya: Birkaç şık hareketten, belki yarım ağız dile getirilmiş bir özürden sonra karşısındakinin geçmişte yapılanları unutuvermesini beklemek… Hiçbir şey, güveni yeniden kazanma çabasına böyle bir kibirden daha büyük bir zarar veremez.
Türkiye’de laik-seküler muhalefet 28 Şubat’ta doruğuna çıkan onlarca yıllık baskıcı iktidar döneminin yol açtığı güven kaybını gidermek için çok şey yaptığını, kendisini çok değiştirdiğini düşünüyor ama onlara güvenini kaybedenler için bu yeterli değil.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısının CHP içinde pek az karşılık bulması, AK Parti’den koptuktan sonra muhalefet içinde yer alan DEVA ve Gelecek gibi partilere karşı dozu zaman zaman yükselen tepkiler ve çok sayıda mikro gündelik hadise burada hâlâ büyük bir sorunun, büyük bir tortunun var olmaya devam ettiğini gösteriyor.
Bu öyle bir öfori ki, sahiplerinde “Yargılayacağız ama bunu bir ölüm kalım seçimi öncesinde dillendirmemeliyiz” basiretinin devreye girmesine bile izin vermiyor.
İşte bu nedenle ‘Yargılanacaksınız’ ve benzeri çıkışlar sadece iktidar elitlerini değil iktidara oy verenleri de ürkütüyor.