Ana SayfaHaberlerGündemRÖPORTAJ | Aydın Selcen: “Dar çerçeveden bakanlar ‘Irak Kürtleri kendi...

RÖPORTAJ | Aydın Selcen: “Dar çerçeveden bakanlar ‘Irak Kürtleri kendi petrollerini satmamalı’ demeye getiriyor”

Türkiye’nin eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen, Irak’ın Türkiye’ye açtığı IKBY’den petrol sevkiyatı davasıyla ilgili Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nin aldığı kararı ve kararla ilgili tartışmaları değerlendirdi: “Mahkeme, ‘Irak Kürdistan Bölgesi, Irak Federasyonu'nun bir parçasıdır’ı tescil etmiştir. Dolayısıyla Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesi’ni Irak’ın bir temsilcisi olarak muhatap almakla yanlış yapmamıştır. (…) Çok dar bir legalist çerçeveden bakanlar şöyle bir şey diyor: ‘Irak Kürtleri kendi petrollerini satamaz, zaten satmamalı. Maazallah Irak Kürdistanı zaten federe bölge olmuşken bunu bir de petrol gelirleriyle yaşatabilirse Türkiye için bir tehdittir.’”

Irak’ın 2013’te Türkiye aleyhine Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nde açtığı, Bağdat’ın onayı olmaksızın Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden (IKBY) petrol sevkiyatı yapılamayacağına dair dava sonuçlandı. Irak’ın açıklamasına göre (karar gizli ve yayımlanmıyor) Mahkeme, Türkiye’nin Irak merkezi hükümetine 1,4 milyar dolar tazminat cezası ödemesine hükmetti.

Karar üzerine Türkiye’ye petrol sevkiyatının durduğu açıklandı.

Türkiye’nin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Irak’ın şikâyetçi olduğu beş başlıktan dördünün reddedildiğini duyurdu. Basına yansıyan bilgilere göre Irak’ın depolama, taşıma, ayrıcalıklı kullanım, erişim hakkı ve yükleme gibi başlıklar üzerinden yaptığı şikâyetlerden sadece yükleme alanındaki şikâyeti kabul edildi.

4 Nisan’da Bağdat’a giden IKBY Başbakanı Mesrur Barzani, Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ile petrol ihracatının devamıyla ilgili bir anlaşma imzaladı.

Önümüzdeki dönemde Bağdat ve Erbil’in uzlaştığı bir formülle Ceyhan boru hattı üzerinden Türkiye’ye petrol akışının devam etmesi bekleniyor.

Uluslararası Tahkim Mahkemesi kararı sonrası yaşanan tartışmaları ve sürecin bundan sonra nasıl devam edebileceğini Türkiye’nin eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen ile konuştuk.

Selcen’le bu röportajı 4 Nisan Salı günü yaptık.

“Boru hattı tahrip edilince, Irak Kürdistan bölgesinin şirketi bypass boru hattını yaptı”

IKBY’den Türkiye’ye Bağdat’ın onayı olmadan petrol satışı ne zaman ve nasıl başlamıştı?

Irak’ta petrol başat olarak Kerkük’ten ve Basra’dan çıkıyor. Basra deniz kenarında. Basra’dan çıkan petrol Fars Körfezi’nden (Basra Körfezi) ihraç ediliyor. Kerkük’teki petrol, Irak’ın tam göbeğinde. 1973’te yapılan anlaşmayla; 1977’de ilki, 1987’de ikizi yapılan boru hattıyla önce Türkiye sınırına oradan Ceyhan’a getirilip küresel pazarlara arz ediliyor.

Bu ihraç edilen petrolün içerisinde Irak Kürdistan Bölgesi’nin petrolü o zaman yok. Kerkük petrol sahası dediğimizde kuzeyden güneye kabaca 120 km boyunca uzanan bir sahadan bahsediyoruz. Bunun üç haznesi var, kubbe denir bunlara. Kuzey kubbesi Hurmala, ortadaki kubbe Avane, güneydeki kubbe Baba Gürgür. Avane ve Baba Gürgür, Irak merkezi hükümetinin egemenliğinde, Hurmala ise Irak Kürdistan bölgesinin egemenliğinde. Dolayısıyla 2003 sonrasında Kerkük’ten sınıra gelen petrolün içinde Hurmala vesilesiyle Irak Kürdistanı’nın petrolü de vardı ancak diğer IKB sahalarının – TaqTaq ve Tawke gibi – petrolü gelmiyor.

Bunlar tanker taşımacılığıyla geliyor. IKB’deki petrol sahaları bir bakıma benzin istasyonu gibi çalışıyor. Petrol sahasına tanker geliyor, dolduruyor, parasını ödüyor, ayrılıyor. Böyle bir ticaret yapılıyor. Örnek vermek gerekirse bir anlamda bavul ticaretine benzetebiliriz.

Tabii sınıra tankerle gelen petrolle, boru hattından gelen ayrı. Boru hattı bir noktada Kerkük’ten çıkıp, Irak Kürdistan bölgesinin sahasına giriyor, sonra sınıra geliyor. 2003’te Bağdat’ta göreve başladığımda büyükelçiliğimize intihar saldırısı yapıldı. Bir yıl sonra da büyükelçiliğin güvenliğini sağlamak için gelen özel harekât polisleri Musul’da pusuya düşürüldü ve beşi öldürüldü.

İşte bunları yapanlar aynı zamanda boru hattını da tahrip etti. O zaman petrolün Türkiye’ye gelmesi için boru hattının tahrip olan bölümünün yerine ikame edilecek bir ek yapılması zorunluluğu ortaya çıktı.

Daha sonra Irak Kürdistan Bölgesinin Hurmala’ya da hâkim olan şirketi, Türkiye’de önde gelen bir şirketten boruları alarak bu bypass boru hattını yaptı. Yaklaşık 125 km’dir o kısım.

Yani “Bu petrolün Musul civarından Türkiye’ye gelişinde güvenlik sağlanamıyor. Irak da bunu sağlayamıyor. Biz böyle bir yama yaptık, bir bypass hat yaptık. Buranın üzerinden devam etsin akım. Bunun içine bizim Kürdistan bölgesinden çıkan petrolü de koyalım” demiş oldu.

Bunun da bir ayrıca bir hukuki çerçevesini ve altyapısını kurmak lazım. Bu yine Ceyhan’a gelecek, depolanacak. Buradan elde edilen gelir Halkbank’ta açılan hesaba yatıyor. Özetle bunlar böyle kafaya göre yapılan işler değil.

“Temyiz sürecinde karşılıklı olarak hiçbir tazminat ödenmeden suhuletle çözülmesi mümkün”

Irak, 2013’te Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nde açtığı davada Türkiye’nin Irak merkezi hükümetine 1,4 milyar dolar tazminat ödemesine karar verildiğini duyurdu. Öte yandan Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Irak’ın Türkiye hakkında şikâyetçi olduğu beş başlıktan dördünün reddedildiğini ve bu miktarda bir ceza olmadığını söyledi. Irak’ın da Türkiye’ye ödeyeceği bazı tazminatlar nedeniyle Irak’a ödenecek tazminatın Bağdat’ın söylediğinin dörtte birine kadar düştüğü de iddia ediliyor. Taraflardan biri Tahkim Mahkemesi’nin kararını açıkça yayımlamadığı için kararın tam içeriği de bilinmiyor. Sizin çizebileceğiniz daha net bir resim var mı?

Burada Irak’ın itirazı şu: “Siz sözleşmeyi ihlal ettiniz, sözleşmeye göre tahkim makamı, Paris’teki Uluslararası Ticaret Mahkemesi. Biz sizi mahkemeye veriyoruz.”

Bizim tarafın söylediği ise en son Enerji Bakanlığı’nın açıklamasında da olduğu gibi “Bu konu Erbil ile Bağdat’ın arasındadır. Kendi aranızda bu meseleleri çözün. Bizde her şey açık. İşte Halkbank’ta bu hesaba yatıyor. Bu petrol burada depolanıyor. Buradan bu kadar yükleniyor. Sınırın hemen Irak tarafında Fişhabur’da ölçüm istasyonu da var. Ne kadar geliyor her şey belli. Ayrıca bu hattın dolu olmasında da güvence veriyorsunuz siz. Hattın kesintiye uğramaması için bu çözüm şimdilik uygundur.”

On yıl sonra bu mahkeme sonuçlanıyor. Bağdat’ın talepleri zaten yıllardır üzerinde konuşulan bilinen bir şeydi. 60 milyar dolara kadar varan bir tazminat talebi varken, 1,4 milyar gibi bir sonuç çıktığı anlaşılıyor. “Anlaşılıyor” diyorum, zira karar gizli, metnini ilgili yetkililer dışında okuyan yok.  

Ancak eldekilerden bildiğimiz kadarıyla, tahkim kararında Bağdat’ın da yerine getirmediği sorumluluklar olduğundan onun da ödemesi gereken bir meblağ var. Böylece karşılıklı olarak mahsuplaşma yapıldığında Türkiye’nin ödeyeceği tazminat birkaç yüz milyon dolara bağlanmış gözüküyor.

Söylediğim üzere verilen tahkim kararı gizli. Dolayısıyla bu konuda yorum yapanlar mahkeme kararını alıp okuyup da yorum yapmıyor. Sızıntılar üzerinden yapıyor. En çok ayrıntı Ragıp Soylu’nun haberinde var. Muhtemelen içeriden bazı bilgiler verilmiş ya da o ulaşmış. İyi de bir iş yapmış. Burada hangi başlıklardan dava açıldığını, hangisinden tazminat kararı verildiğini görüyoruz. Endüstri içinden bazı tanıdıklar vasıtasıyla da sağlamasını kendimce yapmaya çalıştım.

1,4 milyar dolar da olsa Türkiye zaten bu ticaretten bunu fazlasıyla kazanmış vaziyette. Kaldı ki şimdi bu birkaç yüz milyon dolarlık kısım için de Erbil’e dönüp “Bunu siz ödeyin. Aranızda anlaşın” deme şansı da var.

Ki bunun temyizi de var. Bir buçuk sene kadar da temyiz sürecek muhtemelen. Onun da ötesinde Bağdat ile Erbil arasında bu hafta yapılan yeni anlaşma temelinde, temyiz sürecinde yeniden işi bir çerçeveye oturtup karşılıklı olarak hiçbir tazminat ödenmeden işin suhuletle çözülmesi de mümkün.

Burada iki tarafın hukuk takımlarının performansları tüm teknik ve siyasi mülahazaları bir tarafa bırakılarak değerlendirilirse Türkiye tarafının avukat takımının performansı çok iyi. 60 milyar dolar tazminat beklenirken bunu birkaç yüz milyon dolara indirmiş. Diğer yanda şikâyetçi olduğu beş başlıktan dördü reddedilen Irak tarafının avukat takımı var. Bu mesleki bir yarışma olsa hangi takımın ödüllendirilmesi gerektiği herhalde açık.

“Dar bir çerçeveden bakanlar ‘Türkiye zinhar Irak Kürdistan Bölgesi’ni muhatap kabul etmemelidir’ demeye getiriyor”

Yazılanlara göre Tahkim Mahkemesi kararında, Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti de Irak’ın bir parçası olarak kabul edilmiş oluyor. Buna göre, Türkiye’nin burada gerçekten çok büyük kusurlu olup olmadığı da tartışmalı hale geliyor. Türkiye, petrol ticaretinin Irak tarafında paranın Bağdat ve Erbil arasında nasıl pay edileceğini umursamalı mıydı? İşin o faslı Ankara’yı ne kadar ilgilendirmeli?

Bence bu temas ettiğiniz, bu konuyla ilgili tartışılması gereken en önemli kısım. Çünkü ben legalist yaklaşmaktan çok politik yaklaşmak taraftarıyım. Burası Kürt sorunu denilen meselenin dış politika yönünden bir alt başlığı.

Seçime kırk günden az zaman kaldı. Bana göre “Buraya nasıl geldik”ten daha önemli olan “Bundan sonra ne olacak” sorusu. Bundan sonra ne yapılacak? Nasıl yaklaşılacak? Önemli olan bu bence.

Bu kararın benim açımdan öne çıkan unsuru, mahkemenin ayan beyan, zaten açık olan bir durumu tescil etmesi: “Irak Kürdistan Bölgesi, Irak Federasyonu’nun bir parçasıdır.”

Dolayısıyla Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesi’ni Irak’ın bir temsilcisi olarak muhatap kabul etmekle bir yanlış yapmamıştır. Bu zaten bu mahkemenin yetki alanına giren bir konu değil. Bu bizim buradan çıkaracağımız bir sonuç.

Bu konuda çok dar bir legalist çerçeveden bakanlar -aslında o söylediklerinin arkasında teknik kisvesi altında politik bir yaklaşım var- şunu söyleyip duruyor: “Türkiye, Irak’tan petrol alacaksa muhatabı Irak Hükümeti’nin ulusal petrol şirketi olan SOMO’dur. SOMO dışında hiç kimse muhatap alınamaz.”

Burada açıkça söylenmeyen kısım da şöyle olabilir: “Irak Kürtleri kendi petrollerini satamaz, zaten satmamalı. Satmaları Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü maazallah Irak Kürdistanı zaten federe bölge olmuşken bunu bir de petrol gelirleriyle yaşatabilirse bu Türkiye için bir tehdittir. Türkiye zinhar Irak Kürdistan Bölgesi’ni muhatap kabul etmemelidir.”

İlla teknik yaklaşacaksak, bu tip değerlendirmeler içinde şöyle bir başlık açılması makuldür: “Türkiye gibi yüzlerce yıllık geçmişi olan bir devlet, bu kadarcık da olsa hukuksal çapak yaratacak bir konuda adım atmamalıdır.” Bunun üzerine konuşulabilir, ayrı.

“Soydaş ve akraba topluluklar başlığında, Türkiye’nin beşte birini oluşturan Kürtlerle ilgili bir politika yok”

Ama Türkiye’nin hemen sınırdaşı olan Suriye’de, Irak’ta, İran’da Kürtlerle ilişkiler kurmasına gelirsek… 1990’ların başından beri, demir perdenin yıkılmasıyla gündeme sokulan bir soydaş ve akraba topluluklar başlığımız var.

Bunun içine Hıristiyan Türkler, Gagavuzlar giriyor. Bunun içine Bulgaristan Türkleri, Batı Trakya giriyor. Azerbaycan zaten can Azerbaycan. Kırım Tatarları, Tataristan, Rusya’nın içinde Tuva’ya, Sibirya’ya kadar gidiyor. Çin’de Doğu Türkistan’a, Uygur Türklerine kadar gidiyor. Tabii gidecek, gitmelidir de ayrıca. Diğer yandan Uygur Türklerine yapılanlara da sessiz kalınıyor, o da başka.

Ama Türkiye nüfusunun beşte birini oluşturan Kürtler ne soydaş ne akraba. Burada bir çelişki yok mu? Bu şekilde bir soydaş ve akrabalık yaklaşımıyla yol alabilmek mümkün mü? Bu şekilde adımlar atıldığında bu üçüncü taraf açısından irredentizm olarak yorumlanıyor, ekspansiyonizm olarak yorumlanıyor, revizyonizm olarak yorumlanıyor.

Erbil ile Bağdat arasında bir tercih yapmaya sürüklenmek yanlış. Yapay bir tercih bu. İkisini birlikte götürmek lazım. Zaten diplomasi bu: Çelişkileri ve sınamaları yönetebilmeyi becermek.

14 Mayıs’tan sonra işbaşına gelecek yeni cumhurbaşkanı ve yeni yönetim bölgede ilişkiler kurarken Irak Kürdistanı’nı da denklemin içinde görerek, ne Erbil ile Bağdat arasında, ne Erbil ile Süleymaniye arasında, ne İran ile Irak arasında bir ayrım gözeterek somut veriye dayalı, uzgörülü, sağduyulu bir şekilde hareket etmelidir. Bu meseleden bizim çıkartmamız gereken ders bu olmalıdır.

“Kararın, Kürt sorununun barışçıl ve siyasi yollardan çözümü konusunda yol gösteren bir tarafı var”

Bu kararla IKBY mağdur oldu yorumları yapılıyor. Bundan sonraki süreçle ilgili yapıcı değerlendirmeler yapılır ve bu değerlendirmeler doğrultusunda bir politika izlenirse Türkiye, Irak merkezi hükümeti, Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti ve genel olarak bölge açısından iş birliğinin güçlendiği bir vasat doğabilir mi?

Irak, Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın en büyük ikinci petrol üreticisi.

Irak petrolü, özellikle Kerkük petrolü, o denli, hani şampanya denilen kalitede petroldür ki… Hem çıkartma maliyeti de çok düşüktür, yüzeye çok yakın olduğu için. Yani rafineri maliyeti de düşük. Ayrıca Türkiye’nin hemen yanı başında. Böyle bir kaynak var.

Irak benim gördüğüm güncel verilere göre; günde 3,3 milyon varil petrol üretiyor. Kürdistan bölgesi 440 bin varil. Irak bunun içinden 75 bin varilini Ceyhan’dan yolluyor. Irak’tan gelen Türkiye’nin petrol ithalatının yüzde 27’sini karşılıyor ham petrolde.

Ceyhan’dan ihraç edilen küresel olarak yüzde 0,5 gibi bir paya tekabül ediyor. Buna rağmen bu kesintiye uğradığında hafif bir etkisi oldu. Ayrıca üstüne OPEC de üretimi indirince daha da çarpan etkisi yarattı. Varil fiyatı önce 80 dolar civarına çıktı. Oradan 85’e geldi. Anlaşılan o ki zaten bu üretici ülkeler de varil fiyatının en az 80 dolarda kalmasını istiyor. Altına inmesi mümkün çünkü. Kaldı ki Irak gibi bir yerde 25 dolara çıkartsanız da çok kâr ediyorsunuz.

Şimdi varılan uzlaşıya göre SOMO’yla Kürdistan bölgesinin petrol bakanlığı, oturup anlaşacaklar Irak’ın petrol fiyatını birlikte belirleyecekler.

Bu işlemdeki hesap artık Halkbank’ta olmayacak. Birleşik Arap Emirlikleri’nde de deniyor, Irak Merkez Bankası’nda bir hesap olduğu da söyleniyor. Her hal ve kârda gelirleri Irak Merkez Bankası da kontrol edecek. Ne kadar birikti, ne oldu diye. Diğer taraftan da Irak merkezi bütçesinden Kürdistan bölgesine aktarılması gereken bir pay var. Bu da oraya aktarılmaya devam edecek.

Aslında bu işin özü şuna geliyor. Irak devleti de Suriye devleti gibi, Afganistan devleti gibi bu anlamda iflas etmiş bir devlet. Yani Irak sınırlarını kendi koruyamıyor. Irak Kürdistan Bölgesi’ni zorla boyunduruk altına alıp kontrol altına alacak gücü yok. Yani egemenliği kâğıt üstünde.

2010’da Erbil’deki ilk başkonsolos olarak göreve başladığımda “Türkiye Kürdistan’ı mı tanıdı?” diye soruyorlardı. “Münih’te başkonsolosluk açınca Bavyera’yı tanıdınız mı diye soruluyor mu” diyordum. Bu bizim ulus devletten anladığımızın da yanlış olduğunu gösteriyor. Örneğin İspanya bir federasyon değil ama bölgeler var. Mesela Bask bölgesinin kendi polisi, kendi meclisi, kendi hükümeti var. Fransa ulus devletin ağa dayısı, bizim sistemimiz de doğrudan Fransa’nın “Üçüncü Cumhuriyet”inden esinlenmiştir. Fransa’nın Avrupa Birliği’nin de gerektirdiği şekilde bölgeleri ve kendi sistemi uyarınca vilayetleri bir arada var. Bunların yerel yetkileri de Türkiye’ye oranla çok yüksek.

Yani Türkiye’nin gitmesi gereken yön, bu korkunç deprem felaketinin de bir kere daha bize anımsattığı üzere, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve merkezden yerele yetki devri gereği.

Bu tahkim davasından kendimize çıkarmamız gereken dersler bunları da içeriyor. Kürt sorununun barışçıl ve siyasi yollardan çözümü konusunda da yol gösteren bir tarafı var.

“Türkiye kendi ulusal şirketleriyle burayı Çin’e, Rusya’ya, İran’a bırakmayıp adım atmalı”

Bir taraftan “Burada ekmek yenecek bir alan var. Nasıl ekmek yerim” kafası yanlış, sakat bir kafa. Diğer yandan “Nasıl boğarım? Nasıl durdururum? Aman Habur’dan ithalat ihracat yapılmasın. Aman Irak Kürdistan Bölgesi petrol ihraç edip de hele hele Türkiye üzerinden gelir elde etmesin” kafası da sakat bir bakış açısı.

Bu iki kafa arasında olması gereken, Ankara’nın kendi ulusal şirketleriyle yani TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı), TPIC (Turkish Petrol International Company), TEC (Turkish Energy Company) ile buralarda adım atmak.

Hazır uluslararası şirketlerin iştahı genel olarak Irak’tan ama özellikle de Irak Kürdistan Bölgesi’nden -biraz da buradaki sahaların uluslararası ölçekte bir değer içermediği ortaya çıktığı için- çekildiği ortamda burayı Çin’e, Rusya’ya, İran’a bırakmayıp bir an önce Irak’ın tamamı için; mesela boru hattını Basra’ya kadar uzatarak, diğer tarafta Irak Kürdistan Bölgesi’nin ve Kerkük’ün petrol sahalarına TPAO’yla girerek, doğal gazı da boşlamadan, adım atılmasında fayda var. Yeni yönetimin bunları düşünmesi gerekir diye değerlendiriyorum.

“Irak ikinci davadan vazgeçebilir”

Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nde 2018’den 2022’ye kadarki sevkiyatlarla ilgili ikinci bir dava daha var.

O ne zaman sonuçlanır? Herhangi bir fikrim yok. Kimileri bu davadan 1,4 milyar dolar çıktığına göre oradan da bu kadar ya da bundan daha yüksek bir tazminat çıkacaktır diyor.

Bu hafta yapılan anlaşmanın sonucunda bu davanın serencamı da aslında belirsiz. Çünkü Irak tarafı vazgeçebilir. Bu ikili Erbil-Bağdat uzlaşısının içinde Türkiye de üçgenin bir köşesi olarak oturursa herhalde yeni dönemde farklı bir tarafa gidebilir.

“Kararın şirketlerle bir ilgisi yok”

Karardan sonra basında, daha önce Tolga Tanış’ın “Potus ve Beyefendi” kitabıyla gündeme gelen Powertrans şirketiyle ilgili haberler hatırlatıldı. Kararın şirketleri ilgilendiren bir tarafı var mı?

Artık öyle bir şirketin olmadığı anlaşılıyor. Ben kişisel olarak merak edip kontrol etmedim ama araştıranlar bugün bahsi geçen şirketin bir web sayfası olmadığını, erişilemediğini söylüyor. Bir dönem verilen görevi ifa edip yok olmuş bir “shell company” tarzı bir şirket olduğu anlaşılıyor.Bunun ortaklıkları, yöneticileri arasında kimler olduğuyla ilgili iddialar ya da veriler var.

Ama mevcut konunun bununla ilgisi yok. Bu yeniden canlandırılabilecek bir konu da değil.

Tolga Tanış’ın kitabının bu konuda faydalı bir veri kaynağı olduğunu düşünüyorum. Erişebildiği kadarıyla gayet önemli bir gazetecilik işi yapmış.

Bununla ilgili yapılması gereken hukuki bir işlem varsa, açılacak bir defter varsa, onu da yapması gerekenler yapacaktır diye düşünüyorum.

İkincisi, bu örnekteki gibi bir ticari iş yapılıyorken bunu tekelleştirmenin yahut kamu-özel iş birliğine çevirmenin tartışmalara neden olması çok doğal.

O dönemde böyle bir iş imkânı olduğu anlaşılınca Türkiye’den şirketlerin bu taşımacılık işinden kazanmak için Erbil’e başvurması normal. Erbil’in verdiği yanıt da normal yani normlara uygun anlamında normal: “Ankara’dan gerekli belgeleri getirin. Siz de yapın.” Ama o gerekli belgeleri bir tek şirket getirebiliyor. Neden? Nasıl oluyor? O kısmı bilemem.

- Advertisment -